Günümüzde Hadîsleri inkâr eden bazı bilgisiz ve tekfîrci kimseler, Peygamberimize “Efendimiz” denilemeyeceğini, namazda veya namaz hâricinde iken bu sözü söylemenin “şirk” olduğunu söylüyorlar! Bu kelimeyi, Kur’ân, Hadîsler, Sünnet ve Selef-i Sâlihîn’in uygulamaları istikâmetinde açıklamak istiyoruz. Bismillahirrahmanirrahim.
"Dinde zorlama yoktur. Muhakkak iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tâğût’u inkâr eder ve Allah’a iman ederse o gerçekten, kopması olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir." (Bakara: 256)
Bakara: 256 Âyetini ele alacak olursak; "dinde zorlama yoktur" buyruğundaki 'din' kavramı, i’tikâd (inanç) ve şerîat (İslâm) anlamındadır. 'Din' kelimesinin bu anlamlara geldiğinin karînesi de sonra gelen cümledir: "Muhakkak doğruluk ile sapıklık apaçık ortaya çıkmıştır." Bahsi geçen Âyette 'Din' kelimesi akîde ve şerîat anlamına geldiğine göre; sonra gelen cümleye şöyle de anlam verebiliriz: "Muhakkak iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır." (Bakara: 256) Müfessirler buradaki “Rüşd” (doğruluk)'un iman, “Ğayy” (sapıklık)’ın da küfür olduğunu söylerler. Bu açıklamalardan sonra şunu anlıyoruz: İman ve küfür apaçık ortaya çıkmıştır, "Artık dinde zorlama yoktur." Yani; Din(e girme)de zorlama yoktur. Hiçbir kimseye "Müslüman ol!" diye baskı yapılamaz. Çünkü Bakara: 256'nın ikinci cümlesinden de anlaşılmaktadır ki, iman ve küfür kesin olarak birbirinden kesin çizgilerle ayrılmıştır. Bu nokta bir yol ayrımıdır. "De ki: 'O (Kur’ân) Rabbinizden gelen bir hakktır. Artık dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun." (Kehf: 29) Seçimini küfür ve inkâr yolundan yana kullanan kimseye, kim, kalkıp da zorla 'İslâm yoluna gir, Müslüman ol!' diye baskı yapabilir! Bu doğru olmaz. "Artık kim tâğûtu inkâr eder ve Allah’a iman ederse o gerçekten, kopması olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmıştır." Önceki cümlede iman ve küfrün açıkça ortaya konulduğu belirtildi. Artık insanlar bu noktada bir yol ayrımına, bir kavşağa geldiler. Ya iman, ya küfür! Ya cennet, ya cehennem! Ya Allah'ın yolu, ya şeytanın yolu! Ya ebediyyen kurtuluş, ya da ebedî olan bir kaybediş! Bu aşamada Rabbimiz; "ne haliniz varsa görün", "bu kadarını söyledim, gerisini siz bilin, bulun" demiyor. İman yolunu gösteriyor. Allah, kullarını bir an bile kendi hallerine bırakmıyor, her an gözetiyor, hakka çağırıyor, hak yolu gösteriyor. Rabbimiz kullarına "iman edin" diyor; ama ‘nasıl iman edeceğiz’ diye biz sormadan O, bize nasıl iman etmemiz gerektiğini de açıklıyor. Sonsuz rahmet ve hikmet sahibi olan yaratıcımız hiçbir şeyi ihmal etmiyor/etmez. “Tekfîr ve Tekfîrcilik Meseleleri 1” başlıklı yazımızda, tekfîr ve tekfîrcilik kavramlarının arasını ayırmıştık, tekfîrciliğin tarihi sürecine dikkat çekerek, tekfîrcilik fitnesinden sakındırmıştık.
O yazımızda kullanılan tabirleri doğru anlamakta fayda vardır. Çoğu zaman insanları, ifadelerde geçen kelimelere yüklenen anlamlar şaşırtıyor. Normalde “tekfîr, tekfîr konusu, tekfîr meselesi” gibi ifadeler meşru' tabirlerdir; “tekfîrcilik, tekfîr fitnesi” gibileri mezmûmdur.
Kısa ve anlaşılır birkaç noktaya temas etmek gerekirse; -daha önce de belirttiğimiz gibi- tekfîr konusu prensip olarak âlimlere ve ehil olanlara havale edilmelidir. Müslümanlar iman esaslarını bilmeye öncelik vermelidirler. Bu durumda imanın zıddı olan küfrün mâhiyeti ve kâfirlerin sıfatları da anlaşılacaktır. Ama birebir “falan adam kâfirdir” gibi yaklaşımlardan uzak durmak gerekir. Bunun yerine “şu fiili işlemek küfürdür” yaklaşımı daha isabetlidir. Çünkü, akîdevî ilkelerin fertler üzerinde varlığının ya da yokluğunun tespiti, ilim gerektirir.
Bedenen ya da rûhen hasta olan bir kimsenin hastalığının ve mâhiyetinin tespit ve teşhisinin tıp bilgisi gerektirdiği gibi.. Nasıl ki, doktor olmayan bir kişiye hastamızı emânet etmezsek ve ehliyetsiz kimsenin tıp bilgisine güvenmezsek; İslâm’ı ve insanı tanımayan, ilmî ehliyeti bulunmayanların da “şu kâfirdir, şu mü’mindir” şeklindeki yaklaşımlarına itibar edilmez! Tekfîr; Müslüman olarak bilinen bir kimsenin Tevhîd akidesine aykırı inanç, söz ve fiillerinden dolayı küfrüne hükmedilmesi demektir. Yani o kimseye “kâfir” demektir. Tekfîrin şartları oluşup, engelleri tamamen ortadan kalktığı bir durumda küfür hükmünü vermek zaruridir. Bu hüküm, aynen Allah’ın diğer hükümleri gibi İlâhî hükümlerdendir. Allah’ın dinine göre kâfire “kâfir”, Müslümana da “Müslüman” demek farzdır. Kâfir’e “kâfir” demek, Müslüman olan bir kişiye “Müslüman” demek gibi bir durumdur. Biz nasıl ki, iman edenleri “Mü’min” ve “Muvahhid” diye isimlendiriyorsak; inancı bozuk olanları da “müşrik” diye isimlendiririz. Fakat ulu orta birilerine kâfir demek doğru değildir! Şuna da dikkat edelim; tekfîr işi, ehliyetsiz kimselerin ağzında sakız olmamalıdır! Çünkü tekfîr meselesini bilmeden yapılan nitelemeler, tekfîrcilik olacaktır. Bu da bir tür hastalıktır! Avamın bu konuyu tam olarak bilmesi mümkün değildir. Belki bir kısım meseleleri bilir ama bu yetmez! Bu konuda cür’etkâr olmaktan sakınılmalıdır! İslâmî ilimleri, İslâm akidesini, usûlü, insanların içinde bulunduğu şartları ancak ilim ehli bilir. Her konuda olduğu gibi; gerekli durumlarda tekfîr konusunda da âlimlere müracaat etmek gerekir. Her türlü noksanlıktan ve âcizlikten münezzeh ve kemâl sıfatlara sahip olan, Rahmân, Rahîm, Azîz ve Celîl olan Rabbimize hamd olsun.
İlimlerin en üstünü olan Tevhîd konusunda Kur’ân ve Sünnet istikâmetinde özlü açıklamalar yapmak istiyoruz.
“Ben gücümün yettiği kadar ıslâhtan başkasını istemem. Benim başarım ancak Allah iledir. Ben yalnız O’na güvenip dayandım ve yalnız O’na dönerim.” (Hûd: 88)
"Allah, kendisinden başka ilâh olmadığını, adâleti ayakta tutarak açıkladı. Melekler de, ilim sahipleri de (buna iman ettiler). O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Mutlak gâliptir, Hakîm'dir." (Âl-i İmrân: 18)
KELİME-İ TEVHÎD, LÂ İLÂHE İLLALLAH CÜMLESİNİN ÖZLÜ İFADESİDİR. BU KELİMENİN ANLAMINI BİLEREK VE İMAN EDEREK SÖYLEYEN YANİ KALBEN ŞÜPHE ETMEDEN İ’TİKÂD EDEN VE BU AKÎDEYİ BOZUCU AMEL, SÖZ, DÜŞÜNCE VE İNANÇLARDAN UZAK DURAN, ŞİRKİN HER ÇEŞİDİNDEN VE TÂĞÛTLARIN HER CİNSİNDEN SAKINIP, HER KONUDA MUTLAK OLARAK ALLAH'A İTAAT EDEN KİMSEYE MUVAHHİD (BİRLEYEN) DENİR. BİR KİMSE MUVAHHİD OLMADIKÇA, ŞİRKTEN KURTULAMAZ, MÜ'MİN OLAMAZ!
Tevhîd'in anlamının bilinmesinin zaruretini ifade eden Kur'ânî bir delil vermek gerekirse; Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"Bil ki, Allahtan başka (ibâdete layık) hiçbir ilâh yoktur." (Muhammed: 19) Şâri', şerîat koyucu demektir. Bu kelime şer' ve şerîat kelimelerinden gelmektedir, ism-i fâildir. Lügatte şerîat, insanı bir ırmağa, bir su kaynağına götüren yol, izhâr etmek, açıklamak ve kanun koymak anlamlarına gelmektedir. İslâm terimi olarak şerîat, Allah'ın kulları için koymuş olduğu dînî ve dünyevî hükümlerin hepsinin adıdır. Şerîat kelimesi, din ile aynı anlamda olup, hem "ahkâm-ı asliyye" denilen i’tikâdiyyâtı, hem de amelî, fer'î hükümleri, yani ibâdet, muâmelât ve ahlâkî esasları kapsar. İnsan ürünü bütün düzenler, birbirlerinin alternatifi olarak doğmuştur. Hiçbir sistem İslâm’ın açığını kapatmak, yetersizliğine alternatif olma iddiasında bulunamaz. İslâm, insanı yaratan Allah’ın sistemidir. İnsanın kalbinin, aklının, nefis, ruh ve cesedinin yoktan yaratıcısı olan Allah, sınırsız ilmiyle insanlık için en mükemmel sistemi göndermiştir. Onda ne bir eksiklik, ne bir fazlalık ve ne de bir tutarsızlık vardır. Böyle bir şeyi savunmak, Allah’ın ilim ve hikmet sıfatlarına noksanlık izafe etmek anlamına gelir. Bismillahirrahmanirrahim.
Rabbimiz şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler, Allah'tan korkun, O'na (yaklaşmaya) vesîle arayın ve O'nun yolunda cihâd edin ki kurtulasınız." (Mâide: 35)
Bu Âyet; bazı kişilerin zannettikleri gibi, kulun, kendisi ile Allah arasına yaklaştırıcı aracılar koyması, şeyh adı verdikleri kimselere bağlanmaları anlamına gelmemektedir. Bilakis bu Âyet, cihâd Âyetidir. Bu Âyete göre, Allah'a yaklaştırıcı vesîlelerden bir tanesi, Allah yolunda cihâd etmektir. Kul, Allah'a yaklaşmak istiyorsa, Allah'ın emrettiği sâlih amelleri işlemelidir. Allah'a yakınlığı, bazı kimselere bağlanmakta görmek ve Allah'ın rızâsını, onlara itaatte aramak büyük bir cehâlettir. Allah'ın kulları, ancak Allah'a kulluk ederek, O'na yaklaşabilirler. Mü'min bir kulun, Allah'a yaklaşmak adına arayacağı en öncelikli vesîle ise, O'na ibâdet etmesidir. Ruhbânlara ve din adamlarına kulluk edercesine bağlanıp, Allah'tan gâfil kalmak ve pek çok durumlarda o kimseleri, Allah'a ortak koşma alışkanlığı, câhiliyye âdetlerindendir. Kur'ân, bunu yasaklamıştır.
Âyetlere kulak verelim: "Dikkat edin, hâlis olan din yalnız Allah'ındır! O'ndan başka dost (veli, ilâh)lar edinenler: 'Biz bunlara, ancak bizleri Allah'a yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz' (derler). Muhakkak Allah, ihtilâf edip durdukları şeyler hakkında aralarında hüküm verecektir. Şüphe yok ki Allah, yalan söyleyen, kâfir olan hiçbir kimseye hidâyet vermez." (Zümer: 3)
"Onlar, Allah'ı bırakıp kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermeyecek olan şeylere taparlar. Bir de: 'Bunlar, Allah katında bizim şefâatçilerimizdir' derler. De ki: 'Siz, Allah'a göklerde ve yerde bilmeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?' hâşâ, O, ortak koşmakta oldukları her şeyden münezzeh ve yücedir." (Yûnus: 18)
"Allah'tan başka kendisine kıyâmete kadar (dua etse dahi) cevap veremeyecek olan ve kendilerine yaptıkları duadan habersiz kimselere dua (ve ibâdet) eden kişiden daha sapık kim olabilir?" (Ahkâf: 5)
"Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, şüphesiz sizin gibi kullardır. Şayet (iddianızda) doğru iseniz, haydi onlara (dua edip) çağırın da size karşılık versinler." (A'râf: 194
"Onların o tapındıkları da, Rabblerine hangisi daha yakın olacak diye vesîle ararlar. O'nun rahmetini umar, azâbından korkarlar. Çünkü Rabbinin azâbı, gerçekten sakınılmaya değer." (İsrâ: 57) İslam'a girişin ve Müslüman olmanın temel şartı Kelime-i Şehâdettir.
Bu Arapça cümle;
أشهد أن لا إله إلا الله و أشهد أن محمدًا عبده و رسوله
"Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abduhü ve Rasûluh"tur. Anlamı ise: "Ben şehâdet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir İlâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki, Hz. Muhammed O'nun Kulu ve Elçisidir."
Bir kimse, Kelime-i Şehâdetin muhtevasına uygun akideyi iç aleminde hiçbir şüphe duymaksızın kalbiyle kabul ve tasdik edip, diliyle ikrar ederek ve ameliyle de bu inanca uygun hareket üzere bir yaşam sürerek ve Kelime-i Şehâdeti bozup iptal edecek söz, fiil, inanç, duygu ve düşüncelerden sakınarak her hususta Peygamberimizi önder kabul ederek Müslüman olmaktadır. "Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm Döneminin Dünya Konjonktürü", "Peygamberimizin Tebliğ Stratejisi" ve "Tek Kaynak Vahiy’dir" başlıklı konuların açıklaması |
KATEGORİLER
28.03.2024Perşembe
Son Yorumlar
İsmail Yüce ALLAH cc razı olsun sizden h Yusuf Semmak Ve aleyküm selâm kardeşim. Tâbi Bekir Yetginbal Canım kardeşim selamualeykum GÜN Bekir Yetginbal Ey Rabbim bu kulunun gayretlerini Mahmut Selamünaleykum Yusuf peygamberin Ufuk Çok güzel Şeyma Bu nadide soru ve cevapları için Ahmet Doyurucu bir yorum Teşekkürler Yusuf Semmak Son mısralar/dizeler hep "Lâm" ha Baraa Bence çoooook güzel bir site ali İlmî Arapça Sayfası http://www ali Faydalı Bir Maksud Programı http ali Faydalı Bir Emsile Programı http Yusuf Semmak BU DERSTE İŞLENEN BAŞLICA MEVZULA Derya Atan Ağzınıza, yüreğinize sağlık hocam Firdevs Sevgi inş güzeldit. misafir ⭐⭐⭐⭐& mustafa Abi çook teşekküür ederim Medine Cenetin kapısın geçmek istiyom Yusuf Semmak Namazda Salli-Bârik okurken, Peyg Yusuf Allah razı olsun hocam çok anlaşı Yusuf Semmak Saçınızı erkeğe kestirmediğiniz, Meryem Verdiğiniz bu bilgiler için çok t Yusuf Semmak + Ayrıca Hadîs'in açıklamasında d Yusuf Semmak Güzel bir yorum. Fakat biraz açık metin hadiste gecen Gölge Arsin gölgesi Rüya Çok teşekkür ederim Şule Çok teşekkürler sadullah demircioğlu abdullah bin mesud (r.a.) ‘’sakın Yusuf Semmak Bir kardeşimiz, selâmdan sonra; “ Yusuf Semmak EVET, YİNE SİGARA! Bugün piyas İbrahim sarıtaş Allahrazı olsun Muhammet **** Bizim din hocamız başınızı örtmek |