Araştırmacı, Yazar

ANASAYFA
BİZE ULAŞIN
AMACIMIZ
KUR'AN DİNLE
KİTAPLARIMIZ
DERS VİDEOLARI ARŞİVİ
NOT DEFTERİ
Günümüzde Hadîsleri inkâr eden bazı bilgisiz ve tekfîrci kimseler, Peygamberimize “Efendimiz” denilemeyeceğini, namazda veya namaz hâricinde iken bu sözü söylemenin “şirk” olduğunu söylüyorlar! Bu kelimeyi, Kur’ân, Hadîsler, Sünnet ve Selef-i Sâlihîn’in uygulamaları istikâmetinde açıklamak istiyoruz.

 

بِسْـــــمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرّحِيمِ

PEYGAMBERİMİZE "SEYYİDÜNÂ: EFENDİMİZ" DEMEK VE ONA SALAVÂT GETİRMEK

Günümüzde Hadîsleri inkâr eden bazı bilgisiz ve tekfîrci kimseler, Peygamberimize “Efendimiz” denilemeyeceğini, namazda veya namaz hâricinde iken bu sözü söylemenin “şirk” olduğunu söylüyorlar! Bu kelimeyi, Kur’ân, Hadîsler, Sünnet ve Selef-i Sâlihîn’in uygulamaları istikâmetinde açıklamak istiyoruz. Allah’ın “Rabb” ve “Rabbu’l Âlemîn” isimlerinin “Efendi” ve “Âlemlerin Efendisi” anlamlarına geldiğini, bu nedenle de, bu kelimenin Allah’tan başkaları için kullanılamayacağını iddia ediyorlar. Bu iddia sahipleri ne kadar büyük bir cehâlet içerisindedirler! Hiç şüphesiz bu kelime, Allah’tan başkası için kullanıldığında, Allah’ın “Efendi” oluşundaki anlamlar, bu kelimeye asla yüklenmemektedir. Yani Allah’ın, “kâinâtın sahibi ve hükümrânı olması” anlamındaki sıfatları asla bir başkasına verilmediği gibi, Allah Sübhânehu ve Teâlâ, mahlûkâtına da benzetilmemektedir. Bu kelime; bir kavmin efendisi, en faziletlisi, fikrine danışılan kimse, ileri gelen, şeref sahibi, reis vb. çok anlamlar ifade etmektedir. Güzel sıfatları taşıyan insanlara bu kelime “övgü” anlamında kullanılmaktadır. Soyu, Hz. Hüseyin yoluyla Rasûlullah’a ulaşan kimselere de bu sıfat verilmektedir. Nitekim bu ifâde şekli, Âyet ve Hadîslerde kullanıldığı gibi; İslâmî toplumlarda insanlar arasında Selef’ten halefe kullanılagelmiştir… Bu kelimenin Arapça’sı, erkek için seyyid, kadın için ise seyyide’dir. Bu tür isimlendirmeyi Müslümanlar sürekli kullanırlar. Meselâ; Mustafa Sabri Efendi, Hatice Hanımefendi gibi. Bu kelimeyi bir kadın kocasına da kullanır. Eşinden bahsederken veya ona hitap ederken, “Abdullah Efendi” ya da sadece “Efendi” demesi gibi. Ayrıca sosyal hayat içerisinde, şeref ve fazilet sahibi kimselerle konuşurken, onlara “Efendi” diye hitap edilir. Nitekim Peygamberimizin Hadîslerinde de “istiğfâr’ın en faziletlisi, en üstünü” anlamında  “seyyidü’l istiğfâr” tabiri kullanılmıştır. (Buhârî, Deavât, 2) Ve faziletli kimselerin çağrısına da “Efendim!” şeklinde karşılık verilir. “Seyyid” kelimesi, günlere ve aylara muzâf olarak da kullanılmıştır. "Seyyidü’l eyyâm (günlerin efendisi), seyyidü’ş şühûr (ayların efendisi)" gibi.

Hadîslerde geçtiği gibi, köle ve câriyelerin sahipleri için de “seyyid: efendi” denilmektedir. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Köleler ve kadın köleler, efendilerine ve kadın efendilerine;رَبِّى  “rabbî: mâlikim, besleyicim” ve رَبَّتِى “rabbetî: mâlike’m” demesin. Ancak سَيِّدِى “seyyidî: efendim” ve سَيِّدَتِى “seyyidetî: kadın efendim” desin.” (Müslim, Ebû Dâvud, Müsned-i Ahmed)

“Seyyid” kelimesi, Hadîs-i Şerîflerde de geçmektedir: Peygamberimiz; Hz. Hamza için “seyyidü’ş şühedâ: şehidlerin efendisi”, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için “cennet ehlinin gençlerinin efendisi”, Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer için “cennet ehlinin olgun yaştakilerin iki efendisi”, Hz. Meryem, Hz. Fâtıma, Hz. Hatice ve Hz. Âsiye vâlidelerimiz için ise, “cennetteki kadınların seyyideleri (hanımefendileri)”, Hz. Fâtıma için ise, “bu ümmetin kadınlarının hanımefendisi, mü’minlerin kadınlarının hanımefendisi, cennet ehlinin kadınlarının hanımefendisi” ifâdelerini kullanmıştır. Peygamber Efendimiz aleyhisselâm, kendisi hakkında da:

  أَنَا سَيِّدُ النَّاسِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ

“Ben kıyamet gününde insanların efendisiyim (Buhârî, Tefsîr, 185), “Ben, Âdemoğlunun seyyidiyim.” (İbn-i Mâce, Zühd, 37) buyurmuştur.

Rasûlullah’a, "Seyyidü’s Sekaleyn (iki âlemin efendisi), Seyyidü’l En’âm (yaratılmışların efendisi), Seyyidü’l Enbiyâ ve Seyyidü’l Mürselîn (bütün peygamberlerin efendisi)" gibi sıfatlar verilmiştir. Peygamberimiz bir keresinde minber üzerinde ve torunu Hz. Hasan da yanı başında olduğu halde, bir cemaate bir de Hz. Hasan’a bakarak şöyle buyurmuştur“Bu benim oğlumdur, seyyiddir.” (Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n Nebî, 24) Bir keresinde de: “Hasan ve Hüseyin cennet ehlinin gençlerinin iki seyyididirler” (Tirmizî, Menâsik, 31) buyurmuştur.

Rabb, kelimesinin insanlar için “efendi” anlamıyla kullanıldığına dair, Kur’ân’dan bir Âyet zikredelim. Mısır Aziz’inin karısı Züleyhâ (ya da Zelîha), Yûsuf aleyhisselâm’ı ahlâkdışı ilişkiye davet ettiği zaman, Hz. Yûsuf şöyle demişti: “Allah’a sığınırım! O (senin kocan), benim Rabbim (efendim)dir. O bana güzel bir mevki bağışlamıştır.” (Yûsuf: 23)

Bu Âyette geçen إِنَّهُ رَبِّى ifâdesini pek çok müfessir, “o senin kocan benim efendimdir” şeklinde yorumlamışlardır. İmam Mevdûdî rahımehullah, bu Âyeti tefsîr ederken, Yûsuf aleyhisselâm’ın “Rabbim: Efendim” sözüyle Allah’ı kastettiğini belirtmiş olmasına rağmen, şu bilgiyi de vermektedir: “Mütercim ve müfessirlerin genel görüşü, Hz. Yûsuf’un ‘Rabbim: Efendim’ sözcüğünü, evin efendisi için kullandığı yolundadır.” (Tefhîmu’l Kur’ân, 2/451) Bu Âyette “efendi” ile kastedilen, "barındıran, büyüten, yetiştiren, yedirip, içiren ve gözeten" anlamındadır. Allah’tan başkasına “efendi” kelimesini kullanmanın “şirk” olduğunu söyleyen bazı câhiller, Hz. Yûsuf’un bu sözüyle, kendisini barındıran ve kendisine güzel bir mevki bahşeden Mısır Azîz’ini kastettiğini söyleyen çok sayıdaki âlimleri tekfîr mi etmektedirler!

Seyyid (efendi) kelimesi, “koca” anlamında da kullanılır, demiştik. Rabbimiz: “İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın onun gömleğini arkasından boylu boyunca yırttı. Kapının yanında da kadının efendisine (kocasına) rast geldiler…” (Yûsuf: 25) buyurmaktadır.

Rabbimiz yine şöyle buyurmaktadır: Orada Zekeriyyâ, Rabbine dua etti: ‘Rabbim, bana katından çok temiz bir soy bağışla. Sen duayı işitensin’ dedi. O, mihrabda durmuş namaz kılarken melekler ona seslendiler: ‘Muhakkak Allah sana, Allah’tan bir kelimeyi (yani İsâ’yı) doğrulayıcı, efendi, nefsini sakındıran bir peygamber olmak üzere Yahyâ’yı müjdeler.’“ (Âl-i İmrân: 38, 39) Bu Âyette Hz. Yahyâ için geçen “seyyid” kelimesi metbû’ yani “kendisine tâbi olunan kimse”, ilimde, ibâdette ve takvâda ileri gelen, keremli, şerefli, kızgınlığına yenik düşmeyen anlamlarında kullanılmıştır. Bu Âyet, bir insana “azîz” ya da “kerîm” isimlerini vermenin câiz olduğu gibi, “seyyid” ismini vermenin de câiz olduğunu göstermektedir. Seyyid Kutub gibi. 

Peygamberimiz, Kurayzaoğullarına, Sa’d b. Muâz için şu ifâde biçimiyle ayağa kalkmalarını emretmiştir: 

قُومُوا إِلَى سَيِّدِكُمْ

“Haydi, efendiniz için ayağa kalkınız.” (Buhârî, İsti’zân, 26)

Ashab-ı Kirâm’ın, “seyyid” kelimesini aralarındaki faziletli kimseleri övmek için kullandıklarına da temas edelim. Câbir b. Abdullah’ın haber verdiğine göre, Hz. Ömer şöyle demiştir: 

 أَبُو بَكْرٍ سَيِّدُنَا وَأَعْتَقَ سَيِّدَنَا يَعْنِى بِلاَلاً

“Ebû Bekr bizim seyyidimizdir, o seyyidimiz (Hz. Bilâl’i) âzâd etmiştir.” (Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n Nebî, 25)

Açıklamalarımızdan da anlaşıldığı gibi, seyyid kelimesi Nasslara göre; nâs (insanlar) hakkında sıfat olarak kullanılmaktadır. Önemli olan, bahsi geçen kelimeye Tevhîd akîdesine uymayan anlamlar yüklememektir.

Önemli bir noktaya temas ederek, konuyu tamamlamak istiyoruz. Peygamberimiz, kendisine “Sen bizim seyyidimizsin (efendimizsin)” diyen birine: “Seyyid Allah’tır” (Ebû Dâvûd) diye karşılık vermiştir.

Buna şöyle cevap verilebilir. Bu zikredilen Hadîs ile diğer Hadîsler arasında zıtlık yoktur. Bu Hadîsleri doğru bir te’vîl ile te'lîf etmek/uzlaştırmak gerekir. Usûl açısından bir gerçeği hatırlatalım; Âyet ve Hadîslerde geçen kelimelerin birden çok anlamlarının olabileceğini ve o kelimelerin bulunduğu cümledeki anlamlarının diğer yerlerdekilerden farklı olabileceğini unutmayalım. Hadîslerin nerede ve hangi anlamda söylendiğini anlamadan sonuçlar çıkarmaya çalışmak, Hadîsleri yanlış anlamın bâriz örneklerindendir. Her şeyden önce, seyyid kelimesi asıl anlamı itibariyle, “efendi, sahip, mâlik, mevlâ” gibi anlamlara gelir. Peygamberimiz, kendisine “Sen bizim efendimizsin” diyen o kimseye, mutlak Efendi’nin Allah olduğunu bildirmiştir. Elbette Efendimiz, sahibimiz, hükümrânımız, bizim ve her şeyin üzerinde yegâne söz sahibi ve idâreci olan ancak Âlemlerin Rabbi’dir. Her şeyin sahibi ve her şey üzerinde mutlak söz sahibi olan sadece Allah’tır. Her şeyin yaratıcısı (En’âm: 102), Mülkün Sahibi (Âl-i İmrân: 26), Hâkimlerin Hâkimi (Tîn: 8), bütün işleri çekip çeviren ve idâre eden (Secde: 5) olarak yalnızca Allah celle celâluhu Seyyid’dir.

İmam Mevdûdî, Hicrî 9. yıla ait olan bu rivâyetle ilgili olarak şu açıklamayı yapmaktadır: Âmiroğullarından bir heyet Rasûlullah'ın huzuruna geldiğinde, o heyette bulunan Mutarrif b. Abdullah b. el-Şuhayyir, babasının şöyle dediğini söylemiştir: Biz, Rasûlullah'ın yanına vardığımızda kendisine selâm verdik ve arkasından siz, bizim hâmîmiz, efendimiz (başkanımız)sınız. Siz bize en çok lütuf ve kerem eden, ikrâmda bulunan ve en güzel yemekleri yedirensiniz" dedik. Onların bu yaltaklanmaya varan üsluplarını gördüğünde, Hz. Peygamber aleyhisselâm"Sen bizim efendimizsin" sözlerine karşılık:

 السَّيِّدُ اللّٰهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى

"Efendi, ulu ve yüce olan Allah'tır" buyurmuştur.

Bu Hadîs'ten anlaşılmaktadır ki, Peygamberimiz kendisini aşırı öven ve yaltaklanmaya çalışan bu kimselerden rahatsız olarak, övülmesi gerekenin ancak Allah olduğunu bildirmiştir. Kaldı ki Peygamberimiz, bir insanı yüzüne karşı övmeyi de yasaklamıştır.

Buhârî'de, Ebû Bekre'den şöyle bir rivâyet nakledilmiştir: Bir adam, Rasûlullah'ın huzurunda bir kişiyi övdü. Bunun üzerine Rasûlullah: “Yazık sana! Sen arkadaşının boynunu kestin (onun helâkine sebep oldun)" buyurdu ve bu sözünü defalarca tekrarladı. Arkasından da: "Eğer sizden birinizin mutlaka kardeşini övmesi gerekiyorsa ve gerçekten onun hakkında söylemek istediklerinin doğru olduğunu tam olarak biliyorsa, o zaman 'ben onu (zâhiren) iyi biliyorum' şeklinde söylesin. Sonra da 'onu hesaba çekecek olan Allah'tır. Allah’a karşı hiçbir kimseyi (sîretiyle) temize çıkaramam; ben onu şöyle şöyle kimse zannederim, desin' buyurdu." (Buhârî, Kitâbu'ş Şehâdet, 16)

Ebû Mûsâ el-Eş’arî’den gelen bir rivâyette ise; Peygamberimiz, bir adamın bir kişiyi övdüğünü ve övmede çok aşırı gittiğini işitince: “Siz bu adamı helâk ettiniz ya da belini kırdınız” buyurmuştur. (Buhârî, Kitâbu'l Edeb, 54) İmam Buhârî bu Hadîsi, insanları aşırı ve mübalağalı övmenin mekrûh olması isimli bâb'ında getirmiştir.

Peygamberimizin, "Efendi Allah'tır" şeklindeki Hadîslerini okurken, yüze karşı aşırı övgülerden men eden bu rivâyetleri göz önünde bulundurmak gerekir. Rasûlullah aleyhisselâm kendisini, yüzüne karşı aşırı övmeye yeltenen o kimseyi sakındırmak istemiştir.  "Seyyid Allah'tır" sözünden yola çıkarak, bu kelimenin Allah'tan başkası için kullanılamayacağı sonucu çıkarılacak olursa, "seyyid" kelimesinin pek çok Hadîslerde, Allah'tan başkası için kullanılmasını yanlış kabul etme sonucuyla karşı karşıya kalırız! Ayrıca bu yanlış yargıya varmak, Allah'ın el-Esmâu'l Husnâ'sına, "es-Seyyid" ismini de ilâve etmeyi gerektirecektir. Oysa Allah'ın güzel isimleri arasında bu isim sayılmamıştır.

Peygamberimiz bu türden “sakındırıcı” Hadîsleri ile ümmetini, “övgüde aşırı gidip şirk’e düşmekten sakındırmak” istemektedir. Seyyid kelimesini, insanlar hakkında; Dinde önder, ilim, ibâdet ve takvâ bakımından ileri olan kimse, güzel ahlâk ile temâyüz etmiş kişi, zâhid ve şüpheli şeylerden sakınan, hayırlar bakımından akranlarını geçmiş, sözüne i’timâd edilen ve kendisine hürmet edilen kimse gibi anlamlarda kullanmak câizdir.

Kâinâtın Seyyidi, Âlemlerin Efendisi, Efendiler Efendisi gibi tabirleri Peygamberimiz için kullanmaktan ise sakınmak gerekir. Kâinâtın Efendisi ancak Allah’tır. Çünkü O, Âlemlerin Rabbi, yaratıcısı, sahibi ve evren üzerinde yegâne söz sahibidir. Bu makam, Allah’tan başkasına, Peygamberler dahi olsa verilemez.

Bilindiği gibi, Hristiyanlar ve Yahûdîler, Peygamberlerini aşırı överek şirke düşmüşler ve sonunda da, Yahûdîler: Üzeyr, Allah’ın oğludur”, Hristiyanlar da: “Mesîh (Îsâ), Allah’ın oğludur” (Tevbe: 30) demişlerdir. Bazı Hristiyanlar da, daha ileri giderek, “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesîh’tir” (Mâide: 72) demişlerdir.

Peygamberimiz hakkında Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “De ki: ‘Ben ancak sizin gibi bir insanım. Bana sizin ilâhınız ancak bir tek ilâhtır, diye vahyolunuyor. O halde, O’na dosdoğru yönelin ve O’ndan mağfiret dileyin. O müşriklerin vay haline!’” (Fussılet: 6)

Dikkat edilirse, Yüce Rabbimiz, Peygamberimize önce insan olduğunu sonra kendisine vahyedilen bir elçi olduğunu söylemesini, ilâh olarak yalnızca Allah’a ibâdet edilmesini ve şirkten sakınılmasını söylemesini emretmektedir. Bu Âyette, Hz. Peygamberin insan olduğunu unutarak, ona İlâhî sıfatlar yakıştırarak şirke düşmekten de sakındırma mevcuttur. Rabbimiz, onun hakkında şöyle buyurmaktadır: “Muhammed ancak bir Peygamberdir…” (Âl-i İmrân: 144)

Bu mesele, pek çok insan için iki türlü sapma noktası olmuştur: Kimileri, Peygamberi haddinden fazla yüceltip, ilâhlaştırmışlar; kimileri de, onun “Rasûlullah: Allah’ın Elçisi” olduğunu unutarak, onu küçülterek aşağılamışlardır. Peygamberi örneklikten çıkartıp İlâhî bir makama yükseltmek de, onu sıradanlaştırmak da i’tidâl yolundan sapmaktır! Peygamberi sıradanlaştıranlar, onun Sünnetini ve Hadîsleri hayatlarının dışına itmişlerdir. Hatta ondan bahsederken sadece “Muhammed” ya da “Muhammed Peygamber” demekle yetinmişler; ona “Efendimiz” demeyi, salavât getirmeyi bile bâtıl saymışlardır. Kur’ân ve Sünnet bizleri, bu iki aşırı uçta olmaktan da sakındırmaktadır. Kur’ân’ın haber verdiğine göre; bizden önceki milletler genelde peygamberlerini aşırı yüceltip, onları ilâhlaştırmışlar ve kendilerini Tevhîd’e çağıran o elçilere tapınmaya başlamışlardır.

Peygamberimiz kendisi hakkında aşırı övgüler yapılmaması konusunda bizleri pek çok Hadîslerinde uyarmıştır. Peygamberimiz bir Hadîslerinde: 

لاَ تُطْرُونِى كَمَا أَطْرَتِ النَّصَارى إِبْنَ مَرْيَمَ فَإِنَّمَا أَنَا عَبْدُهُ فَقُولُوا عَبْدُ اللّٰهِ وَرَسُولُهُ

Hristiyanların Meryem’in oğlunu bâtıl ve aşırı sûrette övdükleri gibi, sakın sizler de beni övgüde aşırı gitmeyiniz. Şüphesiz ben ancak bir kulum. Onun için bana ‘Allah’ın kulu ve Rasûlü’ deyiniz” (Buhârî, Enbiyâ, 50) buyurmuşlardır.

Biz Müslümanlara düşen; itidâl üzere olmak, her konuda ifrat ve tefritten sakınmaktır…

Burada önemli bir hatırlatma yapmak zarûrîdir. Eski veya yeni toplumlar, Peygamberleri aşırı övüp ilâhlaştırdılar diye, Peygamberimizi aşırı küçülterek, ona hakaret edercesine bir itikâd benimsemek; onun Sîret’ini örneklikten çıkarmak da büyük bir dalâlettir. Bu davranış şekli, bir sapkınlığa başka bir sapkınlıkla reaksiyon göstermek demektir. Diğer bir ifâdeyle, maalesef, ifrat'tan tefrit doğmaktadır! 

Son olarak da, salât-ü selâm'da "seyyidünâ" ifâdesini kullanma konusunda kısa açıklama yapalım. Hadîslerde haber verilen hiçbir salat-ü selâm'da "seyyidünâ" geçmemektedir. Ama Ashâb'dan gelen sahîh rivâyetlerde "seyyidünâ" ve "seyyidü'l mürselîn" gibi kelimeler bulunmaktadır. İbn-i Mes'ûd: "Rasûlullah'a okuduğunuz salât-ü selâmları güzel okuyunuz" (Taberânî) buyurmuştur. Ve bu Hadîs’in devamında, nasıl salât okunacağı öğretilirken, salâtın içinde “seyyidü’l mürselîn” ifâdesine yer verilmiştir.
      Peygamberimizin kendisi hakkında "seyyidünâ" kullanmamasının nedeni, Allah'a ellerini açarken kendisinden "efendimiz, efendi" gibi tabirleri kullanmayı uygun bulmamasındandır.

Çünkü kul, Rabbinin huzurunda tezellül ile yani âcizliğinin şuurunda, gönülden teslimiyet, huşu’ ve saygı içerisinde olmalıdır. Rasûlullah da, Rabbimizin karşısında her bakımdan âcizliğinin ve Rahmet-i Rahmân’a muhtaç olduğunun idrâkinde saygılı bir kul idi. Ayrıca bir kimse kendisini takdim ederken, “Ben, Muhammed Efendi Hazretleriyim” tarzında bir sunum gerçekleştirmez. Fakat o kimseyle muhatap olan kişiler, kendi anlayışlarına göre, ona hitap ederler. Kimisi o kimsenin faziletine uygun, saygılı bir hitap şeklini tercih eder; kimisi de karşısındakinin kadr-ü kıymetini idrâk etmekten aciz şekilde saygısız veya bayağı bir üslup kullanır. Aynen bunun gibi; sahâbîler de bu inceliği anladıklarından dolayı, salavât okurlarken "efendimiz" ilâvesini de kullanmışlardır. Zira Peygamberimiz kendisinin, “سيّد ولد آدم : Âdemoğlunun efendisi” ve “سيّد النّاس : insanların efendisi” olduğunu belirtmiştir.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

 لا تَجْعَلُوا دُعَاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًا

(Ey müminler!) Peygamberi, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın.” (Nûr: 63)

Bu Âyette geçen “dua” kelimesi, bildiğimiz“dua” anlamının yanında, “çağırma” ve “seslenme” anlamlarını da ifâde eder. Buna göre;دُعَاءُ الرَّسُولِ : Rasûl’ün çağırması” ifâdesi, üç anlama gelmektedir: Rasûlün çağrısı, Rasûlün duası ve Rasûl’e seslenmek.

Âyet-i Kerîme, şu hükümleri içermektedir:

1. Peygamberinin çağrısını, içinizden bir kimsenin çağrısı gibi görmeyin.

2. Peygamberin duasını, herhangi birinin duasıyla aynı sanmayın. O sizden birine hayır dua ederse, bu büyük bir servettir, mutluluktur; birinize de lanet ederse bu da en büyük felâkettir, iflâstır.

3. Peygambere aranızda herhangi birine seslendiğiniz gibi, "Muhammed" şeklinde seslenmeyin. Ona karşı hitaplarınızda son derece saygılı olun.

Bu anlamların hepsi de, Âyetin metnine uygundur; fakat son anlam, konu bütünlüğü ile daha yakından bağlantılıdır.

Sonuç olarak; bazı âlimler, namazda salavât okurken “efendimiz” ilâvesini yapmayı "teeddüben" yani edeb, terbiye ve nezâket bakımından câiz görmüşlerdir; bazı âlimler ise, "Hadîslere ittibâan" (Hadîslere tâbi olarak) bu ilâveyi yapmayı uygun bulmamışlardır. Çünkü Sahîh Hadîslerde "seyyidünâ" ilâvesi gelmemiştir.    

NAMAZDA VE NAMAZ DIŞINDA İKEN, PEYGAMBERİMİZE SALAVÂT GETİRMEK:

Namazda Peygamberimize salavât getirmenin hükmü konusunda âlimlerin cumhurunun kabul ettiği görüş; salavât’ın, namazın Sünnet ve müstehablarından olduğu yönündedir. Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre, namazda Peygamberimize salât-ü selâm okumak farzdır. Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik’e göre ise, namazda salât-ü selâm okumak farz değildir, Sünnettir. İmam Ahmed b. Hanbel, önceleri namazda salavât okumanın farz olmadığına kâil iken, sonradan farz olduğu görüşüne dönmüştür.

 Âlimler, ömürde bir defa Peygamberimize salât-ü selâm getirmenin farz olduğunu söylemişlerdir. Bu konuda icmâ’ya yakın bir görüş birliği vardır. Bazı âlimler ise, Rasûlullah'ın adının anıldığı bir mecliste, her anılışında ona salât-ü selâm getirmenin farz olduğunu söylemişlerdir. Bazıları da, bir mecliste Rasûlullah’ın adı ne kadar anılırsa anılsın, bir defa salât-ü selâm getirmenin yeterli olacağını belirtmişlerdir. İhtiyâten her işitildiğinde, salât-ü selâm getirmenin daha uygun olduğunu söyleyenler de vardır. Zira Peygamberimiz kendisi için salât getirmeye teşvik etmiştir“Kim bana bir defa salât getirirse, ona karşılık yüce Allah ona on defa salât eder.” (Müslim, Tirmizî), “Kimin yanında ismim anılırsa bana salât getirsin.” (Taberânî), “(Gerçek) cimri; yanında ismim anıldığı halde, bana salavât getirmeyendir.” (Tirmizî), “Bana çok salât gönderen kimse, kıyamet gününde bana yakın olmayı hak edecektir.” (Tirmizî) Bu Hadîsler, salavâtı çoğaltmaya teşvik etmektedir.  

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey mü'minler, siz de ona salât ve selâm edin." (Ahzâb: 56)

Ömürde bir kere Rasûlullah'a salât ve selâm getirmenin farz olduğu hususunda ulemâ arasında ihtilâf yoktur. Salavât okumanın nerede ve ne zaman farz olacağı hususundaki ihtilâflar bir yana, Rasûlullah’ın adı anıldığında ona salât göndermenin farz olduğu ve namazda salât okumanın da Peygamberimizin Sünneti olduğu hususunda âlimler ittifâk etmişlerdir.

Peygambere salât etmenin anlamı; mü’minlerin onun vasıtasıyla câhiliyye’den kurtulup dosdoğru yolu bulmuş olmaları nedeniyle, Allah’ın Rasûlünün değerini takdir etmeleri, ona şükran duymaları ve onun büyük nimetleri karşılığında minnettar olmaları demektir. O minnettarlıklarını da, onun Sünnetine uyarak ve ona namazda ve namaz dışındaki vakitlerde çokça salât göndererek göstermiş olurlar. Rasûlullah için dua etme hususundaki acizliğimizi de “Ey Allah’ım, Senin Peygamberin bize nasıl sayısız nimet ve lütuflarda bulunmuşsa, Sen de ona sınırsız ve sonsuz rahmetini göster; onu dünyada en büyük makamlara ulaştır, ahirette de Sana en yakın olmayı ona nasip et” anlamında dua ederek, “Allahümme salli…” ifâdeleriyle Allah’a yönelerek salât ederiz. İslâm düşmanları, Rasûlullah’a ne kadar düşmanlık yapıp aleyhinde konuşuyorlarsa, biz de, Peygamberimize o kadar hatta daha fazlasıyla bağlanmalıyız ve ona salâtı çoğaltarak, onun yüceliğini ikrar etmeliyiz. Bu, bir vefâ borcudur! Peygambere getirilen salât ve selâm miktarı, onun tebliğ ettiği dine olan bağlılığımızın ve onun, bizim üzerimizdeki nimetlerini kavrayıp kavramadığımızın ölçüsünü de ortaya koyar. Ahzâb: 56’da belirtildiği gibi, Peygamberimiz için Allah ve melekler salât ve selâm ederlerken, onun ümmetinin kendisine salavât getirmemesi cimrilikten başka bir sözcükle nitelenemez sanırız! Allah, biz mü’minlere, Peygamberimize salât okumamızı emretmiştir. Emir, aksine bir karîne olmadıkça farziyyet ifâde eder.

Salavât okurken söylediğimiz bir noktayı daha açıklayalım: “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed… Ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed…” Peygambere salavât gönderirken, “Âl-i Muhammed” diyoruz? Peki, “Âl-i Muhammed” kimdir? Sözlük anlamı itibariyle, “âl” ile “ehl” kelimeleri birbirlerinden farklıdırlar. Bir kimsenin âl’i dendiğinde, akrabası olsun olmasın, onun arkadaşları, dostları ve yardımcıları anlaşılır. Bir kimsenin ehl’i dendiğinde ise, arkadaşı ya da yardımcısı olsun olmasın, o kimsenin akrabaları anlaşılır. Meselâ, Kur’ân’da “Âl-i Fir'avn” tabiri kullanılmıştır. Bu ifâde ile sadece onun ailesi kastedilmemiştir; bilakis Hz. Mûsâ’ya karşı mücadelesinde kendi yanında olan taraftarları kastedilmiştir. O halde Peygamberimizin yolunda olmayan kimseler, onun âilesinden dahi olsalar, Âl-i Muhammed’den sayılmazlar. Ebû Leheb, Ebû Talip gibi. Bunun tersine Peygamberimizin yolunda olanlar, onun ailesinden olmasalar dahi, Âl-i Muhammed’dendirler. Peygamberimize kan bağıyla bağlı olmayan tüm Ümmet-i Muhammed’in durumu da böyledir. Fakat Peygamberimize hem kan bağıyla, hem de ona tâbi olmakla bağlı olan kimseler, “Âl-i Muhammed” denmeye daha layıktırlar.

Peygamberlerden başkaları için salât ve selâm okuma konusunda ihtilâf olmuştur. Bu ihtilâfın nedeni; Rabbimizin, Kur’ân’da (Bakara: 157, Tevbe: 103, Ahzâb: 43) peygamber olmayan kimseler için de salât kelimesini kullanmış olmasıdır. Aynı şekilde Peygamberimiz de Hadîslerinde, peygamber olmayan birçok kimse için salât kelimesini kullanarak dua etmiştir. Âlimlerin çoğunluğuna göre, bu durum, Allah ve Rasûlü için geçerlidir, ümmet için câiz değildir. Hatta birçok âlim, Ahzâb: 56’ya dayanarak, “sallallâhu aleyhi ve sellem” kelimeleriyle salât okumanın başka peygamberler için değil, sadece bizim Peygamberimiz için câiz olduğu görüşündedirler.

Salât kelimesi söyleyene göre, farklı anlamlara gelir: Salât kelimesi, Allah’tan olduğunda “rahmet ve mağfiret”, meleklerden olduğunda “istiğfâr” (Allah’ın mağfiret ve rahmetini istemek), Peygamberden olduğunda “şefaat”, kullardan olduğunda ise “dua ve yakarış” anlamını ifâde eder.

“Allah ve melekleri Peygambere salât etmektedirler” Âyetinde; Allah’ın salâtı, rahmet ve mağfiret, meleklerin salâtı ise, Peygamber için bağışlanma dilemektir. “Ey iman edenler siz de ona salât ve selâm edin” emri mûcibince, bizim yapacağımız salât ise, Peygamber için dua etmek ve onun, Allah katında en büyük lütuflara ve yüce bir makama kavuşmasını dilemektir.

Bizler Peygamberimiz için, “Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed…” diye salât ederken, aynı zamanda Peygamberimizin yolundan giden kendi ümmeti için de Rabbimizden rahmet ve mağfiret dilemekteyiz…

Yûsuf Semmak

Bağlantı | kategori: AKAİD-TEVHİD | tarih: 17/08/2013 | Yorum(2) | Yorum yaz
Yusuf SemmakNamazda Salli-Bârik okurken, Peygamberimizin uygulamasına imtisâlen "seyyidünâ" lafzını terk etmek de, teeddüben bu lafzı zikretmek de câizdir. Ulemâ arasındaki ihtilâf, daha çok hangisinin efdal olduğu hususundadır. Fakat her ikisine de cevâz veren âlimler vardır.

Şahsen ben, namaz içinde Sall-i Bârik'i okurken, "seyyidünâ" lafzını zikretmem ama namaz hâricinde okurken, zikrederim.

Fakat sizin namaz içinde "seyyidünâ" ifadesini söylemenizde bir sakınca yoktur, câizdir.

Bu hususu, "Putperest Çağlarda Müslüman Olmak" adlı Akâid kitabımızda açıkladık.

Selâm ve dua ile.
tarih: 06.02.2021
YusufAllah razı olsun hocam çok anlaşılır anlatmışsınız.Elinize yüreğinize saglik ama hocam ben tahiyatta ve salli barik okumalarda surekli seyyidüna muhammet diye okuyorum alışkanlık olmuş gibi okusam her seferinde acaba yanlış yapmış olurmuyum.yada terketmemmi gerek cevap verirsenizse cok sevinirim
tarih: 04.02.2021
YORUM YAZINIZ
İSMİNİZ

E-Posta (Gizli)

Web siteniz

Yorumunuz

Güvenlik kodu
19.04.2024Cuma
Son Konular .: NASİHATLER 17
.: 115- Ebu Hanife Hakkında | Yusuf Semmak
.: 114- Arapça Test Çözümleri – Tesniye'nin (İkilin) İ'rabı | Yusuf Semmak
.: 113- Kur’an Okuma ve Öğretme Karşılığında Ücret Almak, Ölüler için Kur’an Okumak ve Rukye Bahsi - PÇMO – 44
.: NASİHATLER 16
.: 112- Peygamberin Kabrini ve Diğer Kabirleri Ziyaret ve Ölülere Nelerin Fayda Vereceği - PÇMO – 43
.: Muhtelif Konularda Kısa Kısa - 7
.: 111- Kâfir Olarak Ölenlere, Dünyadaki İyi Amelleri Fayda Sağlamaz! | Yusuf Semmak
.: 110- Benim Babam da Senin Baban da Ateştedir! | Yusuf Semmak
.: 109- Hz. Ömer’in Hılâfeti Devrinde Bir Adamın Hz. Nebî'nin Kabrine Gelip Onunla Tevessül Etmesi – 42
.: 108- İman Edip Müslüman Olmak Tertemiz Bir Sayfa Açmaktır! | Yusuf Semmak
.: 107- Peygamberimizin Kabrini Ziyaret Meselesi – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 41
.: 106- Zamanın Önemi ve Su Gibi Akan Ömür! | Yusuf Semmak
.: 105- Mü’min Sabahlayıp Kafir Akşamlamak veya Mü’min Akşamlayıp Kafir Sabahlamak! | Yusuf Semmak
.: 104- Tarihte Putperestlik Nasıl Başladı? - Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 40
.: 103- Müslümana Sövmenin ve Onunla Savaşmanın Hükmü Nedir? | Yusuf Semmak
.: 102- Türbe ve Kabirleri Ziyaretin, Bid’at Olan Tevessülle İlişkisi – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 39
.: 101- Münafıkların Özellikleri Nelerdir? | Yusuf Semmak
.: 100- Müslümanı Tekfir Eden Kimsenin Durumu Nedir? | Yusuf Semmak
.: 99- Tevessülün Anlamı, Kısımları ve Bid’at Olan Tevessül – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 38
.: 98- Ehl-i Kıble Kime Denir? | Yusuf Semmak
.: 97- Hz. Yusuf’un Mısır’daki Konumu (3) – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 37
.: 96- Bir Mezhebe Uymak Zorunda mıyız? | Yusuf Semmak
.: 95- Hz. Yusuf’un Mısır’daki Konumu (2) – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 36
.: 94- Hz. Yûsuf’un Mısır’daki Konumu (1) – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 35
.: 93- Ru'yetullah (Allah'ın Görülmesi) Meselesi | Yusuf Semmak
.: 92- Allah’tan Başka Kanun Koyucu Yoktur! (2) - Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 34
.: 91- Allah’tan Başka Kanun Koyucu Yoktur! (1) – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 33
.: 90- Hz. İbrahim’in Nemrud’a, Babasına ve Kavmine Tebliği – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 32
.: 89- Allah ve Mahlukat İlişkisi – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 31
.: 88- O Büyük Mahkeme'de! (Şiir)
.: 87- İmanın Artıp Eksilmesi Meselesi ve Ehl-i Kıble Kimdir? – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 30
.: 86- Peygamberimiz İslam’a Davet Metodu – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 29
Son Yorumlar
İsmail
Yüce ALLAH cc razı olsun sizden h
Yusuf Semmak
Ve aleyküm selâm kardeşim. Tâbi
Bekir Yetginbal
Canım kardeşim selamualeykum GÜN
Bekir Yetginbal
Ey Rabbim bu kulunun gayretlerini
Mahmut
Selamünaleykum Yusuf peygamberin
Ufuk
Çok güzel
Şeyma
Bu nadide soru ve cevapları için
Ahmet
Doyurucu bir yorum Teşekkürler
Yusuf Semmak
Son mısralar/dizeler hep "Lâm" ha
Baraa
Bence çoooook güzel bir site
ali
İlmî Arapça Sayfası http://www
ali
Faydalı Bir Maksud Programı http
ali
Faydalı Bir Emsile Programı http
Yusuf Semmak
BU DERSTE İŞLENEN BAŞLICA MEVZULA
Derya Atan
Ağzınıza, yüreğinize sağlık hocam
Firdevs Sevgi
inş güzeldit.
misafir
⭐⭐⭐⭐&
mustafa
Abi çook teşekküür ederim
Medine
Cenetin kapısın geçmek istiyom
Yusuf Semmak
Namazda Salli-Bârik okurken, Peyg
Yusuf
Allah razı olsun hocam çok anlaşı
Yusuf Semmak
Saçınızı erkeğe kestirmediğiniz,
Meryem
Verdiğiniz bu bilgiler için çok t
Yusuf Semmak
+ Ayrıca Hadîs'in açıklamasında d
Yusuf Semmak
Güzel bir yorum. Fakat biraz açık
metin
hadiste gecen Gölge Arsin gölgesi
Rüya
Çok teşekkür ederim
Şule
Çok teşekkürler
sadullah demircioğlu
abdullah bin mesud (r.a.) ‘’sakın
Yusuf Semmak
Bir kardeşimiz, selâmdan sonra; “
Yusuf Semmak
EVET, YİNE SİGARA! Bugün piyas
İbrahim sarıtaş
Allahrazı olsun
Muhammet ****
Bizim din hocamız başınızı örtmek
© 2012 YUSUFSEMMAK.COM