 Allah Azze ve Celle buyurdu:
وَاذْكُرْ رَبَّكَ فِى نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِلِينَ
“Rabbini içinden yalvararak ve (azâbından) korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret/an ve gâfillerden olma.” (A’râf: 205)
Rasûlullah aleyhisselâm'ın Hadîslerinde vârid olan ve her Müslümanın ezberleyip günlük olarak okuması gereken sabah-akşam zikirleri, günlük dualar, tesbîhler, niyâzlar ve yakarışlar... Paylaşımlar yukarıdan aşağıya doğru numaralandırılmış şekilde yer almaktadır ve devamlı günceldir.  Sahîh-i Müslim Hadîslerini esas aldığımız ve Hadîslerin şerhlerinde ise İmam Nevevî'nin "el-Minhâc fî Şerhi Sahîh-i Müslim" isimli eserinin metnini takip ettiğimiz sesli derslere başlıyoruz. Bu derste -baştan sona değil de- seçtiğimiz bazı bâb'lar işlenmektedir. Dersin işlenmesinde Arapça metinler esas alınmaktadır. Metodumuz şudur: Hadîslerin ve şerh bölümünün okunması, Hadîslerde geçen bazı teknik terimler hakkında bilgiler verilmesi, Hadîs Usûlüne dair önemli hatırlatmalarda bulunulması, Hadîslerin tercümesi ve Şerh metninin hem okunması hem de ibârelerin tercüme edilmesi ve ihtiyaç oldukça, Hadîs'in daha iyi anlaşılması için gerek Nahiv ve gerekse diğer yönlerden yapılan açıklamalar vb. muhteveyâta yer vermekten ibârettir. Amacımız: Peygamberimizin Hadîslerini doğru anlamak/anlatmak ve Allah'ın dininin doğru anlaşılmasına vesile olmak, Hadîsler konusunda bilmeden, anlamadan -câhilî bir cür'et/cesâret ve hatta hıyânetle- Allah Rasûlünün Hadîslerine saldırılmasının ve onun Sünnetinin teşrî'deki kaynaklığının inkâr edilmesinin önüne geçmek, Hadîs Usûlü bilmeden, o Hadîslerin sahîh te'vîllerini okumadan/okuyamadan, sormadan, araştırmadan sırf şahsî ve nefsî yaklaşımlarla Hadîslerle Âyetler arasında -ilimsizce- zıtlıklar bulma hevesinde olanların tutarsızlıklarını ortaya koymaktır. Ve bilcümle; bir insan hakkında ya da bir mesele hususunda bilmeden konuşmak nasıl büyük bir suç ise; bu suç, Allah ve Rasûlüne karşı işleniyorsa, bu durumda işlenen cürmün ne kadar büyük bir günah ve ne kadar büyük bir iftirâ olacağı herkesin ma'lûmu olsa gerektir. Gerek İmam Buhârî ve gerekse İmam Müslim rahımehumAllah'ın Hadîs kitaplarında yer alan bir tane Hadîs'in bile şerhini doğru okuyamayan nice insanlar maalesef ki, bütün Hadîs külliyatının ve Hadîs âlimlerinin yazdıkları kaynak eserlerin aleyhinde -merdûd'dur- bir çırpıda fetvâsını(!) verebiliyorlar! İşte bu sözlerin söylenmesinin bu kadar kolay olmadığına ya da olmaması gerektiğine, aslında Peygamberimizin Hadîslerinin aleyhinde atıp tutanların -kendi aleyhlerine olmak üzere- amel defterlerine büyük iftirâlar yazılmasının müsebbibi olduklarına dikkat çekmek ve ilimsizce, mücerred bir rey ile gerçekleştirilen bu davranış biçiminden sakındırma amacınını gütmekteyiz. İçerisinde ma'rûf'u emretme ve münker'den sakındırma olmayan bir konuşmada hayır olmadığı şuuruyla, yanlışa yanlış demenin ötesinde, neden yanlışlığının da Naklî ve aklî delillerle ortaya konulması ve böylece yanlış yapan bir insanın hem kalbine, hem rûhuna, hem aklına, hem vicdanına ve hem de fikriyyâtına hitâp edilmesi -uyarıcı kimse samimi olduğu müddetçe- Allah dilerse fayda verir. Allah'ın kullarına düşen; ma'rûf'u işlemek, ma'rûf'la emretmek ve münker'den sakınmak/sakındırmaktır. Allah; kimseyi, yanlış yaptığında onu uyaracak, nasihat edip ma'rûf'u öğretecek kimselerden mahrûm yalnız, kimsesiz ve biçâre duruma düşürmesin. İnsandan beklenen odur ki, sözü dinler ve en güzeline uyar. Dinlemesini bilmeyenin, öğrenmesi de, yanlışlarını görmesi de ve o yanlışlarından kurtulması da mümkün değildir. İyi bir Müslüman olmak; Peygamberimizi iyi tanımaktan ve onun Sünnetine en güzel bir biçimde tâbi olmaktan geçer. Ashâb-ı Kirâm bu i'tikâd ve şuurda olduğu içindir ki, Tevbe Sûresinin 100. Âyetinde Rabbimiz, Muhâcirlerin ve Ensâr'ın ilk öncü şahsiyetlerini söz konusu ederek, onlara ihsân ile/güzellikle uyanlardan râzı olduğunu açıkça bildirmiştir. Dikkat edelim! Onlara güzelce uyanlardan Allah râzı olmuştur. Burada Âyetin üslubundaki nükteye de dikkat edelim. Bunun anlamı; Rabbimiz, kendilerinden zaten râzı olmuştur demektir. Öyle ya, Allah, onlara en güzel biçimde ittibâ edenlerden râzı olduğuna göre, ittibâ edilenlerden önceden râzıdır. Sözün burasında belki şu soru bazılarının meseleyi anlamasının anahtarı olabilir: "Bu Âyet, söz konusu edilen Ashâb-ı Kirâm'a uymayı emretmiyor mu?" Elbette, emrediyor! Bu çok açık! Çünkü Âyetin delâletinde bir kapalılık bulunmamaktadır. Bazı Hadîs inkârcıları, "Selef-i Sâlihîn'e uymak zorunda değiliz" derler. Bunu bana karşı da söyleyen kimseler olmuştu. "Peygambere, Kur'ân dışında vahiy gelmedi; Hadîslerin dinde bağlayıcılığı yoktur" diyen kimselerin, Selef-i Sâlihîn'e ittibâ etmelerini beklemek zaten hayalcilik olurdu! Ama diyeceksiniz ki: "Kur'ân, Ashâb'ın öncülerine uymayı emretmiyor mu?" Evet, emrediyor ama bu soruya soruyla yanıt vermek daha kestirme yoldur. Sanki Kur'ân, Peygambere ittibâ etmeyi ve onu örnek almayı emretmiyor mu? Emretmesine emrediyor da, "Kur'ân, Kur'ân" diyenler ya bunları görmüyorlar ya da anlamıyorlar. Allah, onlara hidâyet versin; "Kur'ân, Sünnet" demeyi nasip etsin. Peki, Rabbimizin, kendilerine uymamızı emrettiği o mübarek Müslümanlar, iman ve İslâm'da bu mertebeyi nasıl kazandılar dersiniz? Güzelce ya da en güzel şekilde yahut da bütün benlikleriyle Rasûlullah'ı hayatlarında örnek alarak değil mi? Başka ne olabilir ki? O gün, o insanları rızâ makamına yükselten amelin -ne yazık ki- bugün bizi bağlamadığını vehmeden insanlar türemiştir! Yazık!.. Rabbim, hepimize gerçeği göstersin ve hak dini olan İslâm üzere sebât versin. Âmîn.  Hadîs münkirleri, Peygamberimizi postacı olarak kabul ederler:
Allah’a hamd, Rasûlüne salât ve selâm olsun.
Çağımızın en ciddi fitnelerinden birisi Hadîs inkârcılığıdır... Zira Sünnet ve Hadîslerin inkâr edilmesi, Peygamberle ve onun Ashâbıyla olan tüm bağların kopartılması anlamı taşımaktadır. Örneksiz, modelsiz, pratiği olmayan bir din algısının kabulü anlamına gelmektedir. Kur’ân’ın doğru anlaşılmasında Rasûlün pratik örnekliğinin yerine aklî ve fikrî yaklaşımları, kişisel anlayış ve tercihleri, hevâ ve hevesleri koymak demektir. Oysa Yüce Allah, bu uygulamaları ortadan kaldırıp, insanları vahye, kendi irâdesine ve murâdına çağırmak adına kendi içlerinden Peygamberler göndermiştir. O Peygamberler de insanlara Allah’tan gelenleri hem değiştirmeden ulaştırmışlar hem de kendilerinden bir şeyler katmadan Allah’ın emrettiği ve gösterdiği şekilde açıklamışlar, tebyîn etmişlerdir. Bu nedenle Allah’ın Kitâbının anlaşılmasında birinci kaynak yine Kitâbın kendisidir. Daha sonra ise Rasûlün açıklamaları ve Sünnetidir. Kur’ân ve Sünnet, et ile kemik ve ruh ile beden gibidir. Bu ikisini birbirinden ayırmak, -mânen- hayat damarlarını koparmaya benzer. Kitâbı arkaya atmak ne kadar yanlış ise, Sünnet-i Seniyye’yi elinin tersiyle itip arkaya atmak da o denli yanlış bir davranıştır!
Peki, Hadîs inkârcılığı nedir?  Suheyb er-Rûmî radıyallâhu anh’den rivâyet edildiğine göre; Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
“Sizden öncekiler arasında bir kral vardı. Onun da bir sihirbazı vardı. Bu sihirbaz yaşlanınca krala: Ben yaşlandım. Bu sebeple bana sihri öğreteceğim bir çocuk gönder, dedi.
(Kral da) ona kendisine sihir öğretsin diye bir çocuk gönderdi. Bu çocuk yoluna gittiği zaman yolu üzerinde bir rahip vardı. Bu rahibin yanına oturup onun söylediklerini dinledi. Dinledikleri hoşuna gitti. Bundan dolayı sihirbaza gittiği zaman rahib'e de uğrar, onun yanında bir süre otururdu. Sihirbazın yanına gittiği zaman sihirbaz onu döverdi...  İbn-i Abbas radıyallâhu anhumâ’dan rivâyet edilmiştir:
“Kadınların uzun etekli elbise kullanmaları İsmâîl'in anası Hâcer tarafından konulmuş bir âdettir. Hâcer, Sâre'den izini gizlemek için uzun eteklik giymişti.
İbrâhîm, Hâcer'le evlenip İsmâîl doğduktan sonra emzirmekte olduğu bu oğlu ile beraber (Sâre'nin saldırısından korumak için Şam'dan çıkıp) Mekke'ye geldi. Nihâyet Hâcer'le İsmâîl'i Mescid'in (bugün bulunduğu) yerin ve Mescid'in yüksek bir yerindeki zemzem kuyusunun yukarısında büyük bir ağacın yanına bıraktı. O tarihte Mekke'de hiçbir kimse yoktu. Hatta içecek su da yoktu. İşte İbrâ¬hîm bu ana ve oğlu buraya bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu meşin bir dağarcık, içi su dolu bir kırba bıraktı. Sonra İbrâhîm kendi (Şam'a) gitmek üzere döndü. İsmâîl'in anası Hâcer de arkasından onu takip etti de:
— Ey İbrâhîm! Bizi bu vâdide bırakıp da nereye gidiyorsun? Öyle bir vâdi ki, ne görüp görüşecek bir ins var, ne de başka bir hayat eseri şey var, dedi.
Hâcer bu sözlerini tekrar tekrar söyledi ise de İbrâhîm ona dönüp bakmadı. Nihâyet Hâcer ona:
— Bizi burada bırakmayı sana Allah mı emretti? Diye sordu.
İbrâhîm:
—Evet, Allah emretti! Diye cevap verdi.
Bunun üzerine Hâcer:
— Öyleyse O bizi zâyi' etmez, korur! Dedi.
|
Son Yorumlar
misafir
Thankks forr sharing your thought İsmail
Yüce ALLAH cc razı olsun sizden h Mahmut
Selamünaleykum Yusuf peygamberin Şeyma
Bu nadide soru ve cevapları için Ahmet
Doyurucu bir yorum
Teşekkürler Baraa
Bence çoooook güzel bir site ali
İlmî Arapça Sayfası
http://www ali
Faydalı Bir Maksud Programı
http ali
Faydalı Bir Emsile Programı
http Medine
Cenetin kapısın geçmek istiyom Yusuf
Allah razı olsun hocam çok anlaşı Meryem
Verdiğiniz bu bilgiler için çok t
|