NOT DEFTERİ
![]() ![]() ![]() ..... 154- Sizin Kâfirleriniz Daha mı Hayırlıdır? Rabbimiz Teâlâ buyurdu: أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ أُولَٰٓئِكُمْ أَمْ لَكُمْ بَرَآءَةٌ فِي الزُّبُرِ "Sizin kâfirleriniz onlardan (Nûh, Hûd, Sâlih, Lût kavimlerinden ve Firavun ailesinden) daha mı hayırlıdır? (Küfür ve inat yönünden daha mı hafiftir?) Yoksa (semâvî) kitaplarda sizin için (sizin kâfirleriniz azaptan emîndir, küfrünüzden dolayı mes'ûl değilsiniz diye) bir berâat mı (belge mi, hüküm mü) var?" (Kamer: 43) Bu Âyetteki soru edatı, "istifhâm-ı inkârî" anlamındadır. Yani sizin kâfirleriniz küfürleri sebebiyle helâk edilmiş olan geçmiş ümmetlerin kâfirlerinden daha hayırlı değildirler ve sizin kâfirleriniz hakkında da küfür işlediklerinde küfre girmeyeceklerine ve azap edilmeyeceklerine dâir bir berâat ve belge yoktur demektir. 27 Mayıs 2023 - Cumartesi ______________________________ 153- Takdîre Rızâ Hasedi Önler! Hâtim el-Esamm rahımehullâh -v. 689h- şöyle der: رأيت الناس يتحاسدون، فنظرت في قوله تعالى؛ {نحن قسمنا بينهم معيشتهم في الحياة الدنيا} (الزخرف: ٣٢)، فتركت الحسد. لأنه إعتراض على قسمة الله تعالى "İnsanların birbirine hased ettiklerini gördüm. Bunun üzerine Allah Teâlâ'nın: 'Dünya hayatında onların maîşetlerini aralarında Biz taksîm ettik' (Zuhruf: 32) Âyetini tefekkür ettim, hemen hasedi terk ettim. Çünkü hased, Allah Teâlâ'nın belirlediği taksîmâta bir itirazdır." (Muhtasaru Minhâci'l Kâsıdîn, S: 28) 30 Mart 2023 (8 Ramazan 1444) - Perşembe ______________________________ 152- Verdiğin Senindir! Abdullah b. Mes'ûd'un nakline göre, Nebî aleyhisselâm: أَيُّكُمْ مَالُ وَارِثِهِ أَحَبُّ إِلَيْهِ مِنْ مَالِهِ؟ "Sizin hanginize mirasçısının malı, kendi malından daha sevimlidir?" diye sordu. Sahâbîler: يَا رَسُولَ اللّٰهِ، مَا مِنَّا أَحَدٌ إِلاَّ مَالُهُ أَحَبُّ إِلَيْهِ "Yâ RasûlAllâh, bizden her bir kişiye ancak kendi malı daha sevimlidir" dediler. Rasûlullâh aleyhisselâm: فَإِنَّ مَالَهُ مَا قَدَّمَ وَمَالُ وَارِثِهِ مَا أَخَّرَ "Şüphesiz kişinin kendi malı (ölümünden önce hayır yolunda tasadduk edip) önden gönderdiği maldır. Mirasçısının malı da (kişinin hayra sarf etmeyip, ölünceye kadar) geri bıraktığı maldır" buyurdu. (Buhârî, Rikâk, 12, No: 6442; Bkz: Nesâî, Vesâyâ, 1, No: 3612) 27 Mart 2023 (5 Ramazan 1444) - Pazartesi ______________________________ 151- Zâlim ve Yardımcısı! Bir adam, Abdullah b. Mübârek'e gelerek: إني خياط وربما خطت شيئا لبعض وكلاء السلطان فماذا ترى أكون من أعوان الظلمة؟ “Ben bir terziyim. Bazen sultanın bazı vekîlleri (temsilcileri, adamları) için bir şeyler (elbiseler, üniformalar) dikiyorum. Ne dersin; (bunu yaptığımdan dolayı) zâlimlerin yardımcılarından olur muyum? Zâlimlere yardımcı olanların kapsamına girer miyim?” diye sorar. Abdullah b. Mübârek şu cevabı verir: لست من أعوان الظلمة بل أنت من الظلمة إنما أعوان الظلمة من يبيع منك الإبر والخيوط
“Sen zâlimlere yardımcı olanlardan değilsin; bilakis sen zâlimlerdensin. Zâlimlerin yardımcıları kapsamına girenler, (senin bu işi yaptığını bile bile) sana iğne ve iplik satanlardır.” (Kûtü'l Kulûb, Ebû Tâlib el-Mekkî -v. 386h-, Thk: Âsım İbrâhîm el-Keyâlî, Dâru'l Kütübi'l İlmiyye, C: 2. S: 434) 26 Mart 2023 (4 Ramazan 1444) - Pazar ______________________________ 150- Kardeşlik, İlim Talebi ve İlim Meclisi: Ebû Hüreyre radıyallâhu anh'tan rivâyete göre, Rasûlullâh aleyhisselâm şöyle buyurdu: مَنْ نَفَّسَ عَنْ مُؤْمِنٍ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ الدُّنْيَا نَفَّسَ اللّٰهُ عَنْهُ كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَمَنْ يَسَّرَ عَلَى مُعْسِرٍ يَسَّرَ اللّٰهُ عَلَيْهِ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَاللّٰهُ فِي عَوْنِ الْعَبْدِ مَا كَانَ الْعَبْدُ فِي عَوْنِ أَخِيهِ وَمَنْ سَلَكَ طَرِيقًا يَلْتَمِسُ فِيهِ عِلْمًا سَهَّلَ اللّٰهُ لَهُ بِهِ طَرِيقًا إِلَى الْجَنَّةِ وَمَا اجْتَمَعَ قَوْمٌ فِي بَيْتٍ مِنْ بُيُوتِ اللّٰهِ يَتْلُونَ كِتَابَ اللّٰهِ وَيَتَدَارَسُونَهُ بَيْنَهُمْ إِلاَّ نَزَلَتْ عَلَيْهِمُ السَّكِينَةُ وَغَشِيَتْهُمُ الرَّحْمَةُ وَحَفَّتْهُمُ الْمَلاَئِكَةُ وَذَكَرَهُمُ اللّٰهُ فِيمَنْ عِنْدَهُ وَمَنْ بَطَّأَ بِهِ عَمَلُهُ لَمْ يُسْرِعْ بِهِ نَسَبُهُ "Kim, bir mü'minin dünya sıkıntılarından bir sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyâmet günü sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Zorluk çeken bir kimseye kolaylık sağlayana, Allah da dünyada ve âhirette kolaylık sağlar. Kim, bir Müslümanın (ayıbını, kusurunu) örterse, Allah da dünyada ve âhirette onu (n ayıbını, kusurunu) örter. Kul, kardeşinin yardımında olmaya devam ettiği sürece, Allah da o kulun yardımcısıdır. Kim, ilim öğrenmek için bir yola girerse, Allah da ona bununla cennete giden bir yolu kolaylaştırır. Bir topluluk Allah'ın evlerinden bir evde toplanarak, Allah'ın Kitâb'ını okuyup, onu kendi aralarında müzâkere ederlerse, mutlaka üzerlerine sekînet (huzur) iner, rahmet onları kaplar, melekler onları kuşatır, Allah onları kendi katındakiler arasında anar. Amelinin kendisini geciktirdiği kimseyi de nesebi hızlandırmaz (Yani ameli eksik olan kimseyi nesebi/soyu amel edenlerin mertebesine ulaştırmaz)." (Müslim, Zikr, 38, No: 2699; Tirmizî, 1425, 1930, 2945; Ebû Dâvûd, 4946; İbn-i Mâce, 225) 24 Şubat 2023 - Cuma ______________________________ 149- Nefse Karşı Cihâd: Rasûlullâh aleyhisselâm buyurdu: الْمُجَاهِدُ مَنْ جَاهَدَ نَفْسَهُ
"Mücâhid; nefsinin isteklerine karşı mücâhede ve mücâdele edendir." (Tirmizî, Fedâilu'l Cihâd, 2, No: 1621, Hadîs sahîhtir.) 23 Şubat 2023 - Perşembe ______________________________ 148- Müslümanın Başına Gelen Her Musibet Günahlarına Keffârettir: Hz. Âişe radıyallâhu anhâ’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: مَا مِنْ مُصِيبَةٍ تُصِيبُ الْمُسْلِمَ إِلاَّ كَفَّرَ اللّٰهُ بِهَا عَنْهُ حَتَّى الشَّوْكَةِ يُشَاكُهَا “Kendisine batan bir dikene varıncaya kadar, Müslümnana isâbet eden her bir musibet karşılığında Allah mutlaka onun günahlaının bir kısmını örter.” (Buhârî, Merdâ, 1, No: 5640; Müslim, Birr, 49, No: 2572c; Ayrıca Bkz: Buhârî, Merdâ, 1, No: 5641, 5642; Müslim, Birr, 46, 47, 48, 50, 51, No: 2572; Birr, 52, No: 2573, 2574; Birr, 53, No: 2575; Birr, 54, No: 2576) Açıklama: Ayağının tökezlemesine varıncaya kadar (Müslim, 2574; Tirmizî, 3038), Müslümanın karşılaştığı her bir musibet onun günahlarına keffâret olur. Yorgunluk, hastalık, ağrı, sızı, keder, gam, eziyet, üzüntü, ayağına diken batması, ayağının tökezlemesi vs. olarak mü’mine isâbet eden her bir şey sebebiyle Allah Teâlâ o mü’mine onun karşılığında ya bir hasene/sevap yazar yahut da bir günahını siler (Müslim, 2572g). Bazı nüshalarda bu Hadîs’te geçen “yahut” anlamına gelen (أَوْ) edatı yerinde atıf edatı olan “vâv” (وَ) kullanılmıştır. Bu Hadîslerde mü’minler için büyük bir müjde vardır. Çünkü küçük veya büyük musibetler mü’minlerin başına hemen her an gelebilmektedir. Müslümanlara isâbet eden sıkıntılardan dolayı onların sevaplarının artıp derecelerinin yükseldiği anlaşılmaktadır. Bu Hadîsler sabrın ve Takdîr-i İlâhî’ye rızânın önemini ve mü’mine kazandırdığı faziletleri vurgulamaktadır. Şüphesiz hastalık ve diğer dünyevî sıkıntılara sabretmek, meşakkatlere tahammül edip yalnızca Allah’a dayanıp güvenmek kulun günahlarına keffâret olduğu gibi, sevap ve ecir kazanıp derecesinin yükseltilmesine de sebeptir. 13 Şubat 2023 - Pazartesi ______________________________ 147- Dinin Tarifi: وَقَدْ عَرَّفَ الْعُلَمَاءُ الدِّينَ الصَّحِيحَ بِأَنَّهُ: وَضْعٌ إِلٰهِيٌّ سَائِقٌ لِذَوِي الْعُقُولِ بِاخْتِيَارِهِمُ الْمَحْمُودِ إِلَى الْخَيْرِ بَاطِنًا وَظَاهِرًا Âlimler sahîh dini şöyle tarif etmiştir: “Akıl sahiplerini övgüye lâyık ihtiyârlarıyla/seçimleriyle bâtınen ve zâhiren hayra sevk eden İlâhî bir kânûndur.” (Tahrîru’l Ma’ne’s Sedîd ve Tenvîru’l Akli’l Cedîd min Tefsîri’l Kitâbi’l Mecîd, İbn-i Âşûr, ed-Dâru't Tûnisiyye li'n Neşr, Tunus, 1984, 3/189) 8 Ekim 2022 - Cumartesi ______________________________ 146- Sefîh İdarecilerin Emri Altında Âmir ve Memur Olmak! Ebû Saîd ve Ebû Hüreyre radıyallâhu anhumâ’dan rivâyete göre, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: لَيَأْتِيَنَّ عَلَيْكُمْ أُمَرَاءُ يُقَرِّبُونَ شِرَارَ النَّاسِ وَيُؤَخِّرُونَ الصَّلَاةَ عَنْ مَوَاقِيتِهَا فَمَنْ أَدْرَكَ ذٰلِكَ مِنْكُمْ فَلَا يَكُونَنَّ عَرِيفًا وَلَا شُرْطِيًّا وَلَا جَابِيًا وَلَا خَازِنًا “Üzerinize elbette öyle yöneticiler gelecek ki, onlar insanların şerlilerini (kendilerine) yaklaştıracaklar ve namazları da vakitlerinden geciktirecekler. Sizden her kim buna erişirse sakın [onlar için] arîf (yönetici, âmir, yetkili), şurtî (polis), câbî (vergi ve harâc toplayan, tahsildâr) ve hâzin (haznedâr, hazine bekçisi/bakanı, mâliyeci, muhâsebeci) olmasın.” Hadîs daha tafsîlâtlı olarak şu şekilde de gelmiştir: لَيَأْتِيَنَّ عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ يَكُونُ عَلَيْهِمْ أُمَرَاءُ سُفَهَاءُ يُقَدِّمُونَ شِرَارَ النَّاسِ وَيُظْهِرُونَ بِخِيَارِهِمْ وَيُؤَخِّرُونَ الصَّلَاةَ عَنْ مَوَاقِيتِهَا فَمَنْ أَدْرَكَ [ذٰلِكَ] مِنْكُمْ فَلَا يَكُونَنَّ عَرِيفًا وَلَا شُرْطِيًّا وَلَا جَابِيًا وَلَا خَازِنًا “İnsanlar üzerine elbette öyle bir zaman gelecek, onların üzerinde sefîh yöneticiler olacak, onlar insanların şerlilerini öne geçirecekler, (yalandan, görünüşte) hayırlıların sevgisini izhâr edecekler [Ebû Ya’lâ’nın rivâyetinde: Hayırlılarını geri bırakacaklar] ve namazları da vakitlerinden geciktirecekler. Sizden her kim buna erişirse sakın arîf (yönetici, âmir, yetkili), şurtî (polis), câbî (vergi ve harâc toplayan, tahsildâr) ve hâzin (haznedâr, hazine bekçisi/bakanı, mâliyeci, muhâsebeci) olmasın.” (Müsnedu Ebî Ya’lâ, el-Mavsılî -v. 307h/919m, Thk: Huseyn Selîm Esed, Dâru’l Me’mûn li’t-Türâs, No: 1115, 2/362; el-İhsân fî Takrîbi Sahîh-i İbn-i Hıbbân, Te’lîf: İbn-i Hibbân -v. 354h/965m-, Tertîb: İbn-i Balabân -v. 739h/1339m-, Thk: Şuayb el-Arnaût, Müessesetü’r Risâle, Mecmeu’z Zevâid ve Menbeu’l Fevâid, el-Heysemî -v. 807h/1405m-, Thk: Husâmuddîn el-Kudsî, Mektebeü’l Kudsî, No: 9225, 5/240; Mevâridu’z Zam’ân ilâ Zevâidi İbn-i Hıbbân, el-Heysemî, Thk: Muhammed Abdurrazzâk Hamzâ, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, No: 1558, 1/375; el-Metâlibu’l Âliye bi-Zevâidi’l Mesânîdi’s Semâniye, İbn-i Hacer el-Askalânî -v. 852h/1449m-, Dâru’l Âsıme li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, No: 2170, 10/134; Kenzü’l Ummâl fî Süneni’l Akvâl ve’l Ef’âl, el-Muttakî el-Hindî -v. 975h/1567m-, Thk: Bekrî Hayyânî, Safvet es-Sakâ, Müessesetü’r Risâle, No: 14908, 6/77; Silsiletü’l Ehâdîsi’s Sahîha, No: 360, 1/701-703; Sahîhu’t Terğîb ve’t Terhîb, No: 790, 1/485, Hadîs hasen li-ğayrihi’dir.) Hadîs; şirk, küfür, şerr ve zulüm işlerinin olması hâline hamledilir. Bu Hadîs’te geçen iki ğarîb kelimenin tarifini yapalım. “Arîf” kelimesinin anlamı: الْعَرِيفُ: هُوَ الْقَيِّمُ بِأُمُورِ الْقَبِيلَةِ أَوِ الْجَمَاعَةِ مِنَ النَّاس، يَلِي أُمُورَهُمْ وَيَتَعَرَّفُ الْأَمِيرُ مِنْهُ أَحْوَالَهُمْ “Arîf; insanlardan bir kabile veya topluluğun işlerinden sorumlu olan, onların işlerini takip eden ve emîr’in (hükümdar veya devlet başkanının) onların durumlarını kendisinden öğrendiği kimsedir.” (en-Nihâye fî Garîbi'l Hadîs ve’l Eser, İbnu’l Esîr -v. 606h/1210m-, el-Mektebetü’l İlmiyye, 3/218; Tâcu’l Arûs min Cevâhiri’l Kâmûs, ez-Zebîdî -v. 1205h/1791m-, Dâru’l Hidâye, 24/145) “Câbî” kelimesinin anlamı: الْجَابِي: هُوَ الَّذِي يَجْبِي الضَّرَائِبَ وَالْخَرَاجَ “Câbî; vergileri ve harâcı toplayan/tahsîl eden kimsedir.”
Hadîs’te geçen, sefîh yöneticilerden almaktan sakındırılan görev ve meslekler genel çerçevededir. Bugün itibâriyle o kelimeler birçok mesleği kapsamaktadır. 31 Ağustos 2022 - Çarşamba ______________________________ 145- Yönetici Olmak İçin İlim Gerektiği Gibi, Yönetici Olduktan Sonra da İlme Devam Edilir: Hz. Ömer radıyallâhu anh şöyle dedi: تَفَقَّهُوا قَبْلَ أَنْ تُسَوَّدُوا "Yönetici olmadan/yapılmadan önce İslâmî ilimleri öğrenin/fıkıh sahibi olun." Ebû Abdullah yani İmam Buhârî de şunu eklemiştir: وَبَعْدَ أَنْ تُسَوَّدُوا وَقَدْ تَعَلَّمَ أَصْحَابُ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي كِبَرِ سِنِّهِمْ "Yönetici olduktan sonra da İslâmî ilimleri öğrenin (öğrenmeye devam edin). Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem'in ashâbı ileri yaşlarında ilim öğrenmişlerdi." (Buhârî, İlm, 15) Kısa Açıklama: Kibir ve ihtişâm sebebiyle yönetici olan kimse ilim öğrenmeyebilir. Onun için ulemâ, ilmi engelleyen sebeplerden birinin yöneticilik olduğunu söylemiştir. İmam Şâfiî rahımehullâh şöyle der: إِذَا تَصَدَّرَ الْحَدَثُ فَاتَهُ عِلْمٌ كَثِيرٌ "Genç yaşta siyâset/yöneticlik elde eden kimse, pek çok ilmi elde edemez." İşte İmam Buhârî, Hz. Ömer'in sözündeki ilmin vâkıadaki engeli olan yöneticilik esnasında da ilim öğrenmeye devam edilmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Yöneticiliğin kendisinin ilme engel olmadığının, daha doğrusu olmaması gerektiğinin altını çizmiştir. 21 Temmuz 2022 - Perşembe ______________________________ 144- Rûhlar Toplu Olarak Yaratılmıştır: Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: الأَرْوَاحُ جُنُودٌ مُجَنَّدَةٌ، فَمَا تَعَارَفَ مِنْهَا ائْتَلَفَ، وَمَا تَنَاكَرَ مِنْهَا اخْتَلَفَ “Rûhlar (özelliklerine göre) bir araya getirilmiş topluluklardır. Onlardan birbiriyle (önceden) tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar ayrılığa düşer.” (Buhârî, Ehâdîsü’l Enbiyâ, 2, No: 3336; Müslim, Birr, 159, 160, No: 2638; Ebû Dâvûd, Edeb, 19, No: 4834) Rûhlar rûh olmaları yönüyle aynı olsalar da, birçok sebeple çeşit çeşittirler. Bu Hadîs’e göre, rûhlar âleminde rûhların grup grup toplanmış cemâatler oldukları anlaşılmaktadır. Rûhlar önce toplu olarak yaratılmış, sonra cesetlerine dağıtılmışlardır. Rûhlar âleminde rûhlar görüşüp tanışmışlar, kimileri uyuşmuş, kimileri de uyuşmamıştır. Doğumla birlikte cismânî varlığı ortaya çıkıp rûh bedene hâkim olunca, daha önceden rûhlar âleminde kaynaşıp anlaşanlar ve birbirini sevenler birbirlerini sevmeye ve kolay anlaşmaya devam ederler. Daha önceden uyuşamamış rûhlar bedene girince de anlaşamazlar ve birbirlerinden uzaklaşırlar. Yani bir bedene sahip olduklarında önceden tanışmış rûhlar dünyada karşılaştıklarında kaynaşırlar, tanışmamış olanlar ise anlaşamazlar. Neticede kimi rûhlar Allah’ın yoluna, kimileri de şeytanın yoluna girerler. Kimileri salâha, kimileri de fesâda koşarlar. Bir bedenle dünyaya geldiklerinde… 7 Temmuz 2022 - Perşembe ______________________________ 143- Dindeki Husûmetler Amelleri Boşa Çıkarır! Muâviye b. Kurre rahımehullâh şöyle demiştir: الْخُصُومَاتُ فِي الدِّينِ تُحْبِطُ الْأَعْمَالَ “Dindeki husûmetler amelleri boşa çıkarır.” Bu söz şu lafızlarla da gelmiştir: الْخُصُومَاتُ فِي الدِّينِ فَإِنَّهَا تُحْبِطُ الْأَعْمَالَ “Dindeki husûmetler, şüphesiz onlar amelleri boşa çıkarır.” إِيَّاكُمْ وَهٰذِهِ الْخُصُومَاتِ فَإِنَّهَا تُحْبِطُ الْأَعْمَالَ “Bu husûmetlerden (Allah’ın Kelâmından uzaklaştırıp kalpte nifâk bitiren hevâ ehlinin arzularından, kin ve düşmanlıklarından) sakının! Çünkü onlar amelleri boşa çıkarır.” (Câmiu’l Beyân, İmam Taberî (v. 310/923), Dâru Hecr, 8/258; el-İbânetü’l Kübrâ, İbn-i Batta (v. 387/997), Dâru’r Râye, No: 621, 2/522; Şerhu Usûli İ'tikâdi Ehli's Sünneti ve’l Cemâa, el-Lâlekâî (v. 418/1027), Dâru'l Kütübi'l İlmiyye, No: 221, 1/73; el-Keşf ve’l Beyân, Ebû İshâk es-Sa’lebî (v. 427/1035), Dâru İhyâi’t Türâsi’l Arabî, 4/39; Siyeru A’lâmi’n Nubelâ, İmam Zehebî (v. 748/1348), Müessesetü’r Risâle, 11/284; Târîhu’l İslâm, İmam Zehebî, Dâru’l Ğarbi’l Arabî, 5/1049; el-İ’tisâm, İmam Şâtıbî (v. 790/1388), Dâru İbni’l Cevzî, 2/465) 17 Haziran 2022 - Cuma ______________________________ 142- İlim Talebesi Zengin ise Ona Zekât Verilir mi? Her çeşit öğrenciye zekât verilmez. Öğrencinin fakir olma şartı aranır. Fakat bundan Şer’î ilimleri öğrenen ıstılâhî anlamdaki ilim tâlipleri istisnâdır. Bu anlamda öğrenci ile talebe kelimelerini iki farklı ıstılâh olarak kullanırsak, öğrenciye değil, -zengin de olsa- talebeye zekât verilebileceğini söyleyebiliriz. Talebe de, ilim talebesidir ve hayatını Şer’î ilimlerin tahsîline vakfetmiştir. Bunlar ise âlimler ve âlimlerden ders alan ve onların talebeleri olan ilim tâlipleridir. Hocasıyla talebesiyle bütün ilim ehli hak tâlipleridir. Şer’î ilim talebi Allah yolunda cihâdın bir türüdür. Ed-Dürrü’l Mensûr’da şöyle geçer: إِنَّ طَالِبَ الْعِلْمِ يَجُوزُ لَهُ أَخْذُ الزَّكَاةِ وَلَوْ غَنِيًّا إذَا فَرَّغَ نَفْسَهُ لِإِفَادَةِ الْعِلْمِ وَاسْتِفَادَتِهِ لِعَجْزِهِ عَنْ الْكَسْبِ “İlim tâlibi kendini (başka bir şeyle ilişkisi olmadan sırf) ilim öğrenmeye ve öğretmeye verdiği/adadığı zaman çalışıp kazanmaktan âciz kalacağı (çalışmaya vakit bulamayacağı) için, zengin de olsa zekât alması câiz olur.” (ed-Dürrü`l Muhtâr Şerhu Tenvîri`l Ebsâr ve Câmii`l Bihâr, el-Haskefî, Thk: Abdulmun’im Halîl İbrâhîm, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, Beyrût, 1423/2002, S: 137) İbn-i Âbidîn ise yukarıdaki sözün şerhine geçmeden önce şöyle demiştir: وَفِي الْمَبْسُوطِ: لَا يَجُوزُ دَفْعُ الزَّكَاةِ إلَى مَنْ يَمْلِكُ نِصَابًا إلَّا إلَى طَالِبِ الْعِلْمِ وَالْغَازِي وَمُنْقَطِعِ الْحَجِّ لِقَوْلِهِ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ: يَجُوزُ دَفْعُ الزَّكَاةِ لِطَالِبِ الْعِلْمِ وَإِنْ كَانَ لَهُ نَفَقَةُ أَرْبَعِينَ سَنَةً “El-Mebsût’da geçtiğine göre, nisâba mâlik olan kimseye zekât vermek câiz değildir. Ancak ilim tâlibine, gâzîye ve hacc kâfilesinden ayrılmış olan kimseye verilebilir. Çünkü Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur (ya da haberde şöyle vârid olmuştur): ‘Kırk yıllık nafakası bile olsa, ilim tâlibine zekât vermek câizdir.’ İlimden kasıt, (fennî ilim değil,) Şer’î ilimdir….” (Reddü’l Muhtâr ale’d-Dürri’l Muhtâr, İbn-i Âbidîn, Dâru’l Fikr, Beyrût, 1412/1992, 2/340) 30 Mayıs 2022 - Pazartesi ______________________________ 141- Ahmed b. Hanbel’in Bu Ümmet için Duası: Ahmed b. Hanbel secdede şöyle dua ederdi: اللّٰهُمَّ مَنْ كَانَ مِنْ هٰذِهِ الْأُمَّةِ عَلَى غَيْرِ الْحَقِّ وَهُوَ يَظُنُّ أَنَّهُ عَلَى الْحَقِّ فَرُدَّهُ إِلَى الْحَقِّ لِيَكُونَ مِنْ أَهْلِ الْحَقِّ “Allah’ım! Bu ümmetten kim hak üzere değilse ve de hak üzere olduğunu zannediyorsa, onu hak ehlinden olması için hakka döndür!” (el-Bidâye ve’n Nihâye, İbn-i Kesîr, Dâru’l Fikr, 1407h/1986m, 10/329) 27 Nisan 2022 - Çarşamba (26 Ramazan 1443) ______________________________ 140- Cemâat Kime Nedir? Sahîh bir senedle rivâyete göre, İbn-i Mes'ûd radıyallâhu anh şöyle demiştir: الْجَمَاعَةُ مَا وَافَقَ طَاعَةَ اللّٰهِ [الْحَقَّ] وَإِنْ كُنْتَ وَحْدَكَ "Cemâat; tek başına da olsan Allah'a itâate [hakka] muvâfakat edendir.." (Şerhu Usûli İ'tikâdi Ehli's Sünneti ve'l Cemâat, el-Lâlekâî, Dâru'l Kütübi'l İlmiyye, Beyrût, No: 160, 1/60; Mişkâtü'l Mesâbîh, Hatîb et-Tebrîzî, Thk: el-Elbânî, Eserin ta'lîk kısmında el-Elbânî bu rivâyeti tashîh etmiştir, 1/61; İbn-i Asâkir de bu rivâyete "Târîhu Dimeşk" adlı eserinde yer vermiştir.) Şer'î/ıstılâhî anlamda cemâat; hakka, imana, Tevhîd'e, Allah'a itâat ve teslimiyete isâbet eden, muvâfık olandır. 10 Nisan 2022 - Pazar (9 Ramazan 1443) ______________________________ 139- Zâlime İmamlık Yapan Kimsenin Arkasında Namaz Kılınmaz! Âlimler derler ki: إِنَّ مَنْ كَانَ إِمَامًا لِظَالِمٍ لَا يُصَلَّى وَرَاءَهُ إِلَّا أَنْ يَظْهَرَ عُذْرُهُ أَوْ يَتُوبَ “Zâlimin imamlığını yapan kimsenin arkasında namaz kılınmaz. Ancak mazeretinin açıkça ortaya çıkması veya tevbe etmesi hâli müstesnâdır.” (el-Câmi’ li-Ahkâmi’l Kur’ân, İmam Kurtubî, Thk: Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî, Müessesetü’r Risâle, Beyrût, 10/373) 1 Nisan 2022 - Cuma (1443 Ramazan Başlangıcı) ______________________________ 138- İlim ve Ulemâ Olmasaydı!... Arap Dili ve Edebiyatı âlimi ve şâir olan Ebû Mansûr Abdulmelik b. Muhammed b. İsmâîl es-Seâlibî şöyle demiştir: الْمُلُوكُ حُكَّامٌ عَلَى النَّاسِ وَالْعُلَمَاءُ حُكَّامٌ عَلَى الْمُلُوكِ، لَوْلَا الْعِلْمُ لَكَانَ النَّاسُ كَالْبَهَائِمِ “Krallar insanlar üzerinde yöneticidirler, âlimler ise krallar üzerinde yöneticidirler. İlim olmasaydı, insanlar hayvanlar gibi olurdu.” (et-Temsîl ve’l Muhâdara, es-Seâlibî -v. 429/1038-, ed-Dâru’l Arabiyyetü li’l-Kitâb, Thk: Abdulfettâh Muhammed el-Hulv, S: 165) الْعُلَمَاءُ فِي الْأَرْضِ كَالنُّجُومِ فِي السَّمَاءِ، لَوْلَا الْعِلْمُ لَكَانَ النَّاسُ كَالْبَهَائِمِ “Yeryüzündeki âlimler (tıpkı karada ve denizde insanlara yol gösteren) gökteki yıldızlar gibidir. İlim olmasaydı, insanlar hayvanlar gibi olurdu.” (el-Letâif ve’z Zarâif, es-Seâlibî, Dâru’l Menâhil, Beyrût, S: 48; Ayrıca Bkz: et-Temsîl ve’l Muhâdara, S: 164) 7 Mart 2022 - Pazartesi ______________________________ 137- Sadaka Neye Benzer? İbn-i Teymiyye rahımehullâh şöyle demiştir: إِنَّ الصَّدَقَةَ مِنْ جِنْسِ الْقِتَالِ فَالْجَبَانُ يَرْجُفُ وَالشُّجَاعُ يَثْبُتُ “Şüphesiz sadaka kıtâl cinsindendir. [Allah yolunda mukâtele etmek gibidir.] Korkak titrer; cesur ise sâbit, sağlam ve dik duruşludur. [Korkağın savaşta eli ayağı titrediği gibi sadaka verirken de eli titrer. Cesur kimse ise, Allah yolundaki kıtâlde sebâtlı olduğu gibi sadakayı da kolayca verir.]” (Mecmûu’l-Fetâvâ, 14/95) Bu benzetmeye göre cömert mü’min, Allah yolunda malıyla cihâd eden cesur kimsedir; cimri ise mâlî cihâddan kaçan, verse bile eli titreyen korkak kimse! 16 Ocak 2022 - Pazar ______________________________ 136- İleride Din ve Devlet İşleri Birbirinden Ayrılacaktır! Muâz b. Cebel radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: أَلَا إِنَّ الْكِتَابَ وَالسُّلْطَانَ سَيَفْتَرِقَانِ فَلَا تُفَارِقُوا الْكِتَابَ “Dikkat edin! İleride Kitâb (Kur’ân) ile sultan (devlet) birbirinden ayrılacaktır. Siz sakın Kitâb’dan ayrılmayın!” (el-Mu’cemu’l Kebîr, İmam Taberânî, Mektebetu İbn-i Teymiyye, Kâhire, No: 172, 20/90; Müsnedü'ş-Şâmiyyîn, İmam Taberânî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrût, No: 658, 1/379; Hılyetü’l Evliyâ ve Tabakâtü’l Asfiyâ, Ebû Nuaym el-Esbehânî, Dâru’l Kitâbi’l Arabî, Beyrût, No: 165, 5/165; Feydu’l Kadîr Şerhu’l Câmii’s-Sağîr, Zeynuddîn el-Munâvî, el-Mektebetü't-Ticâriyyetü'l-Kübrâ, Mısr, No: 4235, 3/534) ______________________________ 135- Göz Yaşarır, Kalp Hüzünlenir Ama Biz Rabbimizin Râzı Olmayacağı Bir Şeyi Söylemeyiz! ► Enes b. Mâlik radıyallâhu anh şöyle demiştir: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ile birlikte demir ustası Ebû Seyf’in yanına gittik. (Onun hanımı, Rasûlullah’ın oğlu İbrâhîm’in sütannesi olduğu için) Ebû Seyf, İbrâhîm’in sütbabası idi. Rasûlullah aleyhisselâm İbrâhîm’i kucağına aldı, öptü ve kokladı. (Bir zaman sonra) yine onun yanına gittik. İbrâhîm can çekişiyordu. Rasûlullah aleyhisselâm’ın gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Abdurrahman b. Avf: “Sen, Allah’ın Rasûlü olduğun halde ağlıyor musun?” dedi. Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: “Ey Avf’ın oğlu! Bu (gözyaşı) merhamettendir.” Sonra bu gözyaşını bir diğeri takip etti. (Rasûlullah’ın gözyaşları arka arkaya akmaya başladı). Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: إِنَّ الْعَيْنَ تَدْمَعُ، وَالْقَلْبَ يَحْزَنُ، وَلاَ نَقُولُ إِلاَّ مَا يَرْضَى رَبُّنَا، وَإِنَّا بِفِرَاقِكَ يَا إِبْرٰهِيمُ لَمَحْزُونُونَ “Göz yaş döker, kalp hüzünlenir. Ancak biz Rabbimizin râzı olmayacağı bir şeyi söylemeyiz. Ey İbrâhîm! Gerçekten biz, senin firâkın (ayrılışın) nedeniyle üzgünüz.” (Buhârî, Cenâiz, 43, No: 1303) ► Enes b. Mâlik radıyallâhu anh şöyle demiştir: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Bu gece bir oğlum oldu, ona babam İbrâhîm’in adını verdim” buyurdu. Sonra onu ‘Ebû Seyf’ adındaki kuyumcu bir adamın karısı olan Umm Seyf’e verdi. (Aradan zaman geçti,) ona gitmek üzere yola koyuldu. Ben de onun arkasından gittim. Nihâyet Ebû Seyf’in yanına vardık. O sırada körüğünü üfürüyordu. Ev duman olmuştu. Ben, Rasûlullah aleyhisselâm’ın önünden hızlıca yürüdüm ve: “Ey Ebû Seyf! Körüğü çalıştırmayı durdur. Rasûlullah aleyhisselâm geldi” dedim. O da hemen durdu. Nebî aleyhisselâm çocuğun getirilmesini istedi, onu bağrına bastı ve Allah’ın demesini dilediği sözleri söyledi: Enes dedi ki: Ben, Rasûlullah aleyhisselâm’ın önünde o (İbrâhîm) can çekişirken gördüm. Rasûlullah aleyhisselâm’ın gözlerinden yaş aktı ve: تَدْمَعُ الْعَيْنُ وَيَحْزَنُ الْقَلْبُ وَلاَ نَقُولُ إِلاَّ مَا يَرْضَى رَبُّنَا وَاللّٰهِ يَا إِبْرٰهِيمُ إِنَّا بِكَ لَمَحْزُونُونَ “Göz yaşarır, kalp hüzünlenir ama Rabbimizin râzı olduğundan başka bir söz de demeyiz. Allah’a yemin olsun ki, Ey İbrâhîm! Biz, sen(in bizi terk emen)den dolayı mahzûnuz.” (Müslim, Fedâil, 62, No: 2315; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 28, No: 3126) ______________________________ 134- Kâfirler Ne Bilirler?! İlk kez duyanları çok şaşırtacak, mü’minlerin imanlarını artıracak, kâfirlere ise, “Allah bununla ne demek istedi?!” dedirtecek bir Âyet-i Kerîme… Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ buyurdu: يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ ﴿الروم: ٧﴾ “Onlar dünya hayatından (yalnız) görünen bir kısmını (dünyanın geçim ve maddî yönünü) bilirler. Fakat âhiretten yana gâfil olanların ta kendileridir.” (Rûm: 7) Açıklama: “Yani onlar (özelde Mekke kâfirleri, genelde tüm kâfirler) geçimleriyle alâkalı ticâreti, zirâatı, binâ ve inşâat yapmayı, ağaç dikmeyi ve buna benzer şeyleri bilirler.” (Tefsîru’l-Celâleyn) Yani kâfirlerin bildikleri şey yalnızca dünyanın zâhiriyle ilgilidir. Onun dahi bir kısmını bilirler; hepsini değil! Allah’ın rızâsına götüren ilimden ve âhiretten ise bütünüyle gâfildirler! 17 Ekim 2021 - Pazar ______________________________ 133- Şeytan, Müslümanların Arasına Fitne Sokup, Onları Birbirine Düşürmek İster! Peygamberimiz buyurdu: إِنَّ الشَّيْطَانَ قَدْ يَئِسَ أَنْ يَعْبُدَهُ الْمُصَلُّونَ وَلكِنْ فِى التَّحْريشِ بَيْنَهُمْ “Şeytan, namaz kılan Müslümanların kendisine ibâdet etmesinden ümidini kesmiştir. Fakat tahrîş (onların arasını açma, aralarına fitne sokma ve birbirlerine düşürme) hususunda ümitlidir.” (Tirmizî, Birr, 25, No: 1937, Hadîs sahîhtir.) Her nerede fitnecilik yapan, arabozan, iman ehlinin izzet ve şerefine saldıran bir kimse görürseniz, dînî bir sorumluluk ve nehy-i ani'l münker adına o kimseye bu Hadîsi hatırlatın! Unutmayalım, şeytanın en büyük hedefi mü'minlerin arasını bozmaktır, karıyı kocadan, dostu dosttan ayırmaktır. Onun için bu münkerât karşısında susmanın da vebâli büyüktür! Yani şeytan kendisine namaz kılınmasını istemiyor. İman ehlinin birbirine düşüp, önce kalplerinin, sonra da birlik ve beraberliklerinin parçalanıp yalnız kalmalarını, şeytan ve dostları yerine, birbirleriyle uğraşmalarını ve sonunda helâk olmalarını istiyor. Ve'l-ıyâzü billâh!
Faydalı ilim, tahkîkî iman, hikmet, akl-ı selîm, basîret ve firâset sahibi olmayanları bu istikâmetsizlikte çeşitli bahane, vesvese ve iğvâlarla aldatmak ister. Rabbimiz, şeytanın vesvese, iğvâ ve aldatmasına karşı hepimize sağlam iman ve kardeşlik şuuru ihsân eylesin. Âmîn. 19 Temmuz 2021 - Pazartesi / 9 Zilhicce 1442 (Arefe) ______________________________ 132- Vakit Kılıç Gibidir! İmam Şâfiî rahımehullah şöyle demiştir: الْوَقْتُ كَالسَّيْفِ إِنْ لَمْ تَقْطَعْهُ قَطَعَكَ "Vakit kılıç gibidir. Sen onu kesmezsen, o seni keser." (Mirkâtü’l Mefâtîh Şerhu Mişkâti’l Mesâbîh, Dâru'l Fikr, Beyrût, Aliyyu'l Kârî, 4/1581; Kıymetü'z Zemen inde'l-Ulemâ, Mektebetü'l Matbûâti'l İslâmiyye, Haleb, 1/24) Bu sözün anlamının şöyle olduğu ifade edilmiştir: معناه: اقطع الوقت بالعمل، لئلا يقطعك بالتسويف Tesvîf yani tehir, erteleme, geciktirme, oyalama ve savsaklama gibi durumlar ile zamanın seni kesmemesi için, amel ile sen onu kes! (Kıymetü'z Zemen, 1/24) 19 Temmuz 2021 - Pazartesi / 9 Zilhicce 1442 (Arefe) ______________________________ 131- Ateist Nasipsizlerin Gramer Hatası Hezeyanında Bulundukları Bir Âyet Hakkında Kısa Açıklama! Rabbimiz şöyle buyurdu: وَإِذَا دُعُوا إِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ إِذَا فَرِيقٌ مِنْهُمْ مُعْرِضُونَ “Aralarında hükmetmesi için onlar Allah’a ve Rasûlüne çağrıldıklarında, onlardan bir fırka yüz çevirir.” (Nûr: 48) Biraz Arapça bilen ateistler diyor ki: “Burada Allah ve Rasîlüne davet edilme olduğu içinلِيَحْكُمَ kelimesi müfred (tekil) değil,لِيَحْكُمَا şeklinde tesniye (ikil) olması gerekir. Dolayısıyla burada gramer hatasız var!” Yani demek istiyorlar ki, kendilerine çağrılan kimseler iki kişi olduğu halde hükmedecek kimse tek kişidir. Bu da uyumsuzluktur, hatadır! Evet, böyle diyorlar! Deriz ki: Burada gramer hatası yoktur. İmam Kurtubî, tefsîr kitabında bu hususun açıklamasına gayet güzel bir nakille yer vermiştir: وَقَالَ: "لِيَحْكُمَ" وَلَمْ يَقُلْ لِيَحْكُمَا لِأَنَّ الْمَعْنِيَّ بِهِ الرَّسُولُ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَإِنَّمَا بَدَأَ بِذِكْرِ اللّٰهِ إِعْظَامًا لِلّٰهِ وَاسْتِفْتَاحَ كَلَامٍ “İmam Mâverdî der ki: Burada (tekil olarak)لِيَحْكُمَ ‘hükmetmesi için’ buyrulup, لِيَحْكُمَا ‘ikisinin hükmetmeleri için’ denilmemiştir. Çünkü bununla, Rasûl sallallâhu aleyhi ve sellem kastedilmiştir. [Bunun anlamı, Rasûl’ün hükmünün de Allah’ın hükmü gibi olduğudur. Yani burada, hem Allah’a hem de Rasûle itâat çağrısı vardır. Âyette ‘hükmetmesi’ ifadesi neden tekil gelmiştir? Çünkü Âyette her ne kadar hem Allah’a hem de Rasûl’e davet edilme olsa da, pratikte -Allah’ın Rasûlü vasfıyla- insanlar arasında bilfiil hüküm verecek olan Rasûl’dür.] Yüce Allah’ın zikri ile buyruğa başlanması ise, Allah’ı ta’zîm ve söz başlangıcı içindir. [Zira emir de, hüküm de, buyruk da Allah’ındır ve Allah’tandır.]” (el-Câmi’ li-Ahkâmi’l Kur’ân, Thk: Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî, Müessesetü’r Risâle, C: 15, S: 315, 316) Hâsılı; Âyet,وَإِذَا دُعُوا إِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِهِ “Allah’a ve Rasûlüne çağrıldıklarında” tabiriyle, Allah ve Rasûlüne itâatin gereğine ve Peygamberin hükmünün ve buyruğunun da -Allah’ın elçisi olması hasebiyle- Allah’ın hükmü ve buyruğu gibi olduğuna işâret etmektedir. Âyette,لِيَحْكُمَ “hükmetmesi için” kelimesinin ikil değil de tekil kullanılması ise, pratikte hükmü Rasûl’ün vermesinin yanında, Rasûl’ün hükmünün de dinde Allah’ın hükmü gibi bağlayıcı olduğuna vurgu yapmak, ona itâate davet etmek içindir. Ayrıca Âyetin başında Allah’ın da zikredilmesi, emrin de hükmün de O’na ait olduğunu ve O’ndan geldiğini belirtmek içindir. Allah en iyi bilendir. [Ateistlerin, Allah'a, Kur'ân'a, Din'e ve Rasûl'e yönelik bütün iftirâlarına cevap vermeye gerek yoktur ama cevap verilemeyeceği de sanılmaması için bazen cevap vermek gerekir! Onların, Kur’ân hakkındaki iddiaların tamamı safsatadan ibâret, câhilce söylemlerdir!] 13 Temmuz 2021 - Salı ______________________________ 130- Sanmayın! Meşhûr Şâir el-Mütenebbî bir beytinde şöyle der: لاَ تَحْسَبُوا رَقْصِي بَيْنَكُمْ طَرَبًا *** فَالطَّيْرُ يَرْقُصُ مَذْبُوحًا مِنَ الْأَلَمِ "Sanmayın aranızda (yaptığım) raksımı neşeden, Başı kesilmiş kuş da rakseder (çırpınır) elemden!" (Ulûmu'l Belâğa, el-Merâğî, S: 227) İlim talebelerinin Belâğat ilmini tahsîl ederken okuyup ezberledikleri bu şiirin düz anlatımla mânâsı şöyledir: "Aranızda (yaptığım) raksımı neşeden sanmayın. Başı kesilmiş kuş da elemden (acıdan) rakseder (çırpınır)." Yani çok ince bir anlatımla, beni neşeli görüyorsunuz ama ben elemden çırpınıyorum demek istiyor. Tıpkı başı kopmuş bir kuşun uzaktan dansediyormuş gibi görüldüğü gibi. 20 Haziran 2021 - Pazar ______________________________ 129- Şeyh’e Kardeşinin Hürmeti: İbn-i Teymiyye ile tanışmadan önce rüyasında onunla belli bir şekilde yemek yediğini gören, daha sonra onunla buluşup yanına girdiğinde onu rüyasında gördüğü gibi yemek yerken bulan, yanına oturup rüyasında gördüğü gibi onunla birlikte yemek yiyen Hâfız Ebû Hafs Ömer b. Ali el-Bezzâr (v. 749h) rahımehullâh’ın anlattığına göre; Şeyh’in, Zeynuddîn Abdurrahmân b. Abdulhalîm b. Teymiyye adında bir kardeşi vardı. Bu kardeş, Şeyh’in dünyevî işlerine bakan ve ihtiyaçlarını karşılayan biriydi. Hâfız Bezzâr’ın ifadesine göre, insanların çoğu Şeyh’e hürmet ediyor olmalarına rağmen, Şeyh’in bu kardeşinden daha çok Şeyh’i ta’zîm edeni görmemiştir. Bu kardeş, ağabeyi olan Şeyhu’l-İslâm’ın huzurundayken sanki başının üzerinde bir kuş varmış gibi otururdu. Bir sultana gösterilen saygı gibi ona saygı gösterirdi. Biz bu duruma hayret edip ona şöyle derdik: “Örften ve âdettendir ki, insanın ailesi yabancıların davrandıkları ölçüde titizlikle ona karşı edepli olmazlar. Aksine yakınları ona yabancılara nispeten daha gevşek davranırlar. Ama biz seni Şeyh’in yanında edeb (nezâket) ve hürmetinde mübâlağaya kaçan bir talebe gibi görüyoruz.” Bunun üzerine Şeyh’in kardeşi şöyle derdi: “Muhakkak ben Şeyh’te, benim dışımda kimsenin görmediği bazı şeyler (mânevî hâller, faziletler) görüyorum. Bundan dolayı sizin gördüğünüz bu şekilde ona davranmam gerekiyor.” O şeylerden kastının ne olduğu kendisine sorulurdu ama o, Şeyh’in bundan (bu tür mânevî hâllerin açıklanmasından) hoşlanmayacağını bildiği için hiçbir şey zikretmezdi. Şeyh vefât ettiğinde de cenâzesini kardeşi Zeynuddîn Abdurrahmân kıldırmıştır. (Bkz: el-A’lâmu’l Aliyye fî Menâkıbi Şeyhi’l-İslâm İbn-i Teymiyye, Hâfız el-Bezzâr, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, S: 51, 52) 12 Haziran 2021 - Cumartesi ______________________________ 128- Dünyanın Aldatıcı Sihri! Selef'ten bazıları şöyle demiştir: احذروا دار الدنيا فإنها أسحر من هاروت وماروت، فإنهما يفرقان بين المرء وزوجه، والدنيا تفرق بين العبد وربه "Dünya yurdundan sakının! Çünkü dünyanın sihri (aldatmacası), Hârût ve Mârût'un sihrinden daha büyüktür. Çünkü Hârût ile Mârût'un sihri, koca ile karısının arasını ayırır. Dünyanın sihri ise, kul ile Rabbinin arasını ayırır (kulu, Rabbinden uzaklaştırır).” (Tesliyetü Ehli'l Mesâib, Şemsüddîn el-Menbicî, Dâru'l Kütübi'l İlmiyye, 1/248) 12 Haziran 2021 - Cumartesi ______________________________ 127- “İbn-i Teymiyye’ye Fetvâ İznini Ben Verdim!” İbn-i Kesîr rahımehullâh şöyle demiştir: وَأَذِنَ فِي الْإِفْتَاءِ لِجَمَاعَةٍ مِنَ الْفُضَلَاءِ مِنْهُمُ الشَّيْخُ الْإِمَامُ الْعَلَّامَةُ شَيْخُ الْإِسْلَامِ أبو العباس بن تَيْمِيَةَ، وَكَانَ يَفْتَخِرُ بِذَلِكَ وَيَفْرَحُ بِهِ وَيَقُولُ: أَنَا أَذِنْتُ لِابْنِ تَيْمِيَةَ بِالْإِفْتَاءِ “Şeyh, İmâm, Hatîb, Muderris, Muftî, Şerefu’d-Dîn, Ebû’l Abbâs Ahmed b. Şeyh Kemâluddîn Ahmed b. Ni’met b. Ahmed b. Ca’fer b. Huseyn b. Hammâd el-Makdisî eş-Şâfiî rahımehullâh, faziletli âlimlerden bir topluluğa fetvâ hususunda izin verdi. Onlardan biri de, Şeyhu’l-İmâm, Allâme, Şeyhu’l-İslâm Ebû’l Abbâs b. Teymiyye rahımehullâh’tır. O bundan dolayı iftihâr eder, bu sebeple sevinir ve: ‘İbn-i Teymiyye’ye fetvâ iznini ben verdim’ derdi.” (el-Bidâye ve’n-Nihâye, Mektebetü’l Meârif, Beyrût, 13/341) 7 Haziran 2021 - Pazartesi ______________________________ 126- Yerdeki Âlimler Gökteki Yıldızlar Gibidirler: Enes b. Mâlik radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: إِنَّ مَثَلَ الْعُلَمَاءِ فِي الْأَرْضِ كَمَثَلِ النُّجُومِ فِي السَّمَاءِ يُهْتَدَى بِهَا فِي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ فَإِذَا انْطَمَسَتِ النُّجُومُ أَوْشَكَ أَنْ تَضِلَّ الْهُدَاةُ “Yeryüzünde âlimler gökteki yıldızlar gibidir ki, kara ve denizlerin karanlıklarında onlarla yollar -aydınlanıp- bulunur. Yıldızlar batınca rehberlerin yolu şaşırması an meselesidir.” (Müsned-i Ahmed, Müessesetü’r Risâle, No: 12600, 20/52; Hadîs, seneden zayıftır.) 23 Mayıs 2021 - Pazar ______________________________ 125- İmam Zehebî'nin İbn-i Teymiyye Hakkındaki Âdil Şâhidliği! Müfessir, Muhaddis, Tarihçi, tahkîk ve tenkîd ehli İmam Zehebî rahımehullâh, İbn-i Teymiyye rahımehullâh hakkında şöyle demiştir: فَلَوْ حَلَفْتُ بَيْنَ الرُّكْنِ وَالْمَقَامِ لَحَلَفْتُ أَنِّي مَا رَأَيْتُ بِعَيْنَيَّ مِثْلَهُ وَأَنَّهُ مَا رَأَى مِثْلَ نَفْسِهِ "Eğer rükun ile makâm arasında yemin edecek olsam: 'İki gözümle İbn-i Teymiyye'nin benzerini görmedim, o da kendisinin benzerini görmemiştir" diye yemin ederim." (ez-Zeylu alâ Tabakâti'l Hanâbile, İbn-i Receb, C: 4, S: 497) 19 Mayıs 2021 - Çarşamba ______________________________ 124- Bir Gün Taşlar, Ağaçlar Konuşacak! Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: لاَ تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى يُقَاتِلَ الْمُسْلِمُونَ الْيَهُودَ فَيَقْتُلُهُمُ الْمُسْلِمُونَ حَتَّى يَخْتَبِئَ الْيَهُودِيُّ مِنْ وَرَاءِ الْحَجَرِ وَالشَّجَرِ فَيَقُولُ الْحَجَرُ أَوِ الشَّجَرُ يَا مُسْلِمُ يَا عَبْدَ اللّٰهِ هَذَا يَهُودِيٌّ خَلْفِي فَتَعَالَ فَاقْتُلْهُ إِلاَّ الْغَرْقَدَ فَإِنَّهُ مِنْ شَجَرِ الْيَهُودِ “Müslümanlar, Yahûdîlerle savaşmadıkça kıyâmet kopmayacaktır. (Bu savaşta) Müslümanlar onları öldürecek. Hatta Yahûdî taşın ve ağacın arkasına saklanacak. Taş yahut ağaç (dile gelip): ‘Ey Müslüman, ey Allah’ın kulu! Bu arkamdaki bir Yahûdîdir, gel de onu öldür!’ diyecektir. Ğarkad ağacı müstesnâdır; çünkü o, Yahûdîlerin ağaçlarındandır.” (Müslim, Fiten, 82, No: 2922) 11 Mayıs 2021 - Pazartesi / 29 Ramazan 1442 ______________________________ 123- Önce Tevhîd! Şeyhu'l-İslâm İbn-i Teymiyye rahımehullâh şöyle dedi: فَإِنَّ أَصْلَ الدِّينِ هُوَ الْأَمْرُ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّهْيُ عَنْ الْمُنْكَرِ وَرَأْسُ الْمَعْرُوفِ هُوَ التَّوْحِيدُ وَرَأْسُ الْمُنْكَرِ هُوَ الشِّرْكُ "Şüphesiz dinin aslı emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker'dir. Ma'rûf'un başı Tevhîd, münker'in başı ise şirktir." (Mecmûu'l Fetâvâ, 27/442) En büyük ma'rûf Tevhîd'dir, Allah'a imandır; en büyük münker ise şirktir! Bir kimsede Tevhîd yoksa yani kalpte, dilde veya fiilde şirk var ise, Tevhîd'den sonra yapılacak diğer ma'rûfât'ın kişiye hiçbir faydası olmaz! 9 Mayıs 2021 - Pazar / 27 Ramazan 1442 ______________________________ 122- Lâ İlâhe İllallâh (لاَ إِلٰهَ إِلاَّ اللّٰهُ) Göklerin ve yerin Rabbi (رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْأَرْضِ), Kerîm olan arşın Rabbi (رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ), Meleklerin ve Rûh'un Rabbi (رَبُّ الْمَلٰئِكَةِ وَالرُّوحِ), İki doğunun Rabbi (رَبُّ الْمَشْرِقَيْنِ), İki batının Rabbi (رَبُّ الْمَغْرِبَيْنِ), İnsanların Rabbi (رَبُّ النَّاسِ), İnsanların Melik'i (مَلِكُ النَّاسِ), İnsanların İlâh'ı (إِلٰهُ النَّاسِ), Âlemlerin Rabbi (رَبُّ الْعَالَمِينَ), Her şeyin Rabbi (رَبُّ كُلِّ شَيْءٍ), Nebîlerin Rabbi (رَبُّ النَّبِيِّينَ), Göklerin ve yerin yaratıcısı (خَالِقُ السَّمٰوَاتِ وَالْأَرْضِ), Gökleri ve yeri yoktan var eden (فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْأَرْضِ), Melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılan (جَاعِلُ الْمَلٰئِكَةِ رُسُلاً أُولِي أَجْنِحَةٍ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَ) Allah Sübhânehu ve Teâlâ'dan başka hak ilâh (ma'bûd-u hakîkî) yoktur. 4 Mayıs 2021 - Salı / 22 Ramazan 1442 ______________________________ 121- Kullar, Ramazan Ayının Faziletini Bilselerdi... – Cerîr b. Eyyûb sebebiyle seneden zayıf olan bir Hâdîs'te Peygamberimiz şöyle buyurdu: لَوْ يَعْلَمُ الْعِبَادُ مَا فِي رَمَضَانَ لَتَمَنَّتْ أُمَّتِي أَنْ تَكُونَ السَّنَةُ كُلُّهَا رَمَضَانَ "Eğer kullar, Ramazan ayındaki faziletleri bilseydi, ümmetim bütün senenin Ramazan olmasını temennî ederdi." (Mecmeu'z-Zevâid, Heysemî, Mektebetü'l Kudsî, No: 4781, 3/141) – Yine isnâdı zayıf bir Hadîs'te şöyle geçer: لَوْ يَعْلَمُ الْعِبَادُ مَا فِي شَهْرِ رَمَضَانَ لَتَمَنَّى الْعِبَادُ أَنْ يَكُونَ شَهْرُ رَمَضَانَ سَنَة "Eğer kullar, Ramazan ayındaki faziletleri bilseydi, kullar, Ramazan ayının bütün sene olmasını temennî ederdi." (el-Mu'cemu'l Kebîr, Taberânî, Mektebetü İbn-i Teymiyye, No: 967, 22/388; Mecmeu'z-Zevâid, Heysemî, No: 4782, 3/141) 3 Mayıs 2021 - Pazartesi / 21 Ramazan 1442 ______________________________ 120- Hikmet Ehli Olmak İçin Neler Yapmalıdır? İmam Şâfiî rahımehullâh şöyle demiştir: مَنْ أَحَبَّ أَنْ يَفْتَحَ اللّٰهُ قَلْبَهُ وَيَرْزُقَهُ الْحِكْمَةَ فَعَلَيْهِ بِالْخَلْوَةِ، وَقِلَّةِ الْأَكْلِ، وَتَرْكِ مُخَالَطَةِ السُّفَهَاءِ، وَبُغْضِ أَهَلِ الْعِلْمِ الَّذِينَ لَيْسَ مَعَهُمْ إِنْصَافٌ وَلاَ أَدَبٌ "Her kim, Allah'ın kalbini açmasını ve kendisine hikmet vermesini isterse; yalnız kalmalı, az yemeli, sefîhlerle (aptallarla) içli dışlı olmayı terk etmeli, insâf ve edebi olmayan ilim ehline buğzetmelidir!" (Menâkıbu'ş-Şâfiî, Beyhakî, Mektebetü Dâri't Türâs, Kâhire, Mukaddime/22; 2/172) Not: Cümlede geçen بغض kelimesi bazı yerlerde baskı hatası olarak بعض olarak yazılmıştır! 29 Nisan 2021 - Perşembe / 17 Ramazan 1442 ______________________________ 119- İnsan Kabre Konulduğunda Ne Olacak? Enes b. Mâlik radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kul kabre konulup da arkadaş ve yakınları geri dönüp gittiklerinde, muhakkak o (ölü) onların ayakkabılarının seslerini işitir. Ona iki melek (Münker ve Nekîr) gelerek onu oturturlar. Melekler: مَا كُنْتَ تَقُولُ فِي هٰذَا الرَّجُلِ مُحَمَّدٍ؟ ‘Muhammed (aleyhisselâm) denilen bu adam hakkında (dünyada) ne diyordun?’ derler. (Mü’min) kişi: أَشْهَدُ أَنَّهُ عَبْدُ اللَّهِ وَرَسُولُهُ ‘Ben şehâdet ederim ki, o, Alah’ın kulu ve Rasûlüdür’ der. Melekler: ‘Ateşteki (cehennemdeki) yerine bak. Allah onun yerine sana cennetten bir makam verdi’ derler. [Mü’min kimsenin kabri yetmiş arşın genişletilir, ölümden sonra diriltilecekleri güne kadar, üzerine yeşillikler, taze nimetler doldurulur.] Nebî aleyhisselâm: “Kişi her iki makamı da görür” buyurdu. Kâfire ve/veya münâfığa gelince, (suâl meleklerinin bu sorusu üzerine) o: لاَ أَدْرِي، كُنْتُ أَقُولُ مَا يَقُولُ النَّاسُ ‘Bilmiyorum, ben insanların dediği gibi derdim’ der. (Melekler) ona: ‘Anlamaz ol! Okuduğundan ve dinlediğinden yararlanmayasın!’ derler. Sonra demirden bir topuzla iki kulağı arasına vurulur. Öyle bir bağırır ki, onun bu feryadını, insanlar ve cinlerden başka ölüye yakın olan her şey işitir.” (Buhârî, Cenâiz, 67, No: 1338; Müslim, Cennet, 70, No: 2870) 27 Nisan 2021 - Salı / 15 Ramazan 1442 ______________________________ 118- Âhir Zamanda Zamanın Kısalması, İlmin Kaldırılıp Alınması, Cehâletin ve Fitnelerin Ortaya Çıkması: a) Enes b. Mâlik'ten rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm buyurdu: لاَ تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى يَتَقَارَبَ الزَّمَانُ فَتَكُونُ السَّنَةُ كَالشَّهْرِ وَالشَّهْرُ كَالْجُمُعَةِ وَتَكُونُ الْجُمُعَةُ كَالْيَوْمِ وَيَكُونُ الْيَوْمُ كَالسَّاعَةِ وَتَكُونُ السَّاعَةُ كَالضَّرْمَةِ بِالنَّارِ "Zaman bereketsizleşip, sene ay gibi, ay hafta gibi, hafta gün gibi, gün saat gibi, saat de ateşte kuru otun yanması gibi kısalmadıkça kıyâmet kopmaz." (Tirmizî, Zühd, 24, No: 2332, Hadîs sahîhtir.) b) Ebû Hüreyre’den rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: يَتَقَارَبُ الزَّمَانُ وَيَنْقُصُ الْعَمَلُ وَيُلْقَى الشُّحُّ وَيَكْثُرُ الْهَرْجُ قَالُوا وَمَا الْهَرْجُ قَالَ: الْقَتْلُ الْقَتْلُ “Zaman yakınlaşacak (hızlanacak), amel azalacak, (kalplere) cimrilik bırakılacak ve herc çoğalacak.” Ashâb: “Herc nedir?” diye sordular. Allah Rasûlü: “Öldürmektir, öldürmektir” buyurdu. (Buhârî, Edeb, 39, No: 6037; Fiten, 5, No: 7061; Ebû Dâvûd, Fiten, 1, No: 4255; Ayrıca Bkz: Müslim, 157, 2672) c) Rasûlullah aleyhisselâm buyurdu: إِنَّ بَيْنَ يَدَيِ السَّاعَةِ أَيَّامًا يُرْفَعُ فِيهَا الْعِلْمُ وَيَنْزِلُ فِيهَا الْجَهْلُ وَيَكْثُرُ فِيهَا الْهَرْجُ وَالْهَرْجُ الْقَتْلُ “Şüphesiz kıyâmetten önce öyle günler gelecek ki, o günlerde ilim kaldırılacak, o günlerde (yeryüzüne) câhillik inecek ve o günlerde herc çoğalacaktır. Herc ise öldürmektir.” (Buhârî, Fiten, 5, No: 7064; Müslim, İlm, 10, No: 2672; Bkz: Buhârî, Fiten, 5, No: 7062, 7063; İbn-i Mâce, Fiten, 26, No: 4050) 24 Nisan 2021 - Cumartesi / 12 Ramazan 1442 ______________________________ 117- “Rabbimin Rahmet Hazinelerine Sahip Olsaydınız,…” Rabbimiz Teâlâ buyurdu: قُلْ لَوْ أَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَائِنَ رَحْمَةِ رَبِّي إِذًا لَأَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْإِنْفَاقِ وَكَانَ الْإِنْسَانُ قَتُورًا
“De ki: ‘Eğer Rabbimin rahmet (yağmur, rızık ve nimet) hazinelerine siz sahip olsaydınız, o zaman tükenir korkusuyla muhakkak cimrilik ederdiniz.’ Zaten insan (tabiat olarak) çok cimridir.” (İsrâ: 100) Açıklama: Âyette geçen “infâk” (الْإِنْفَاقُ) kelimesi fakirlik anlamındadır. Bu Âyet, onların şu sözlerinin cevabıdır: وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰ تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْأَرْضِ يَنْبُوعًا “Dediler ki: ‘Bize yeryüzünden bir pınar fışkırtmadıkça, asla sana iman etmeyeceğiz.’” (İsrâ: 90) Dolayısıyla Âyet, siz maîşetiniz genişleyecek olsa bile, yine de cimrilik edersiniz demektir. Diğer bir anlama göre; Allah’ın yaratıklarından herhangi bir kimse Allah’ın hazinelerine sahip olsa dahi, o kimse Yüce Allah’ın cömertçe infâkta bulunduğu gibi harcamayacaktır. Bunun iki nedeni vardır: Birincisi, o kimse bu hazinelerin bir kısmını kendisini için saklar, ayrı tutar. İkincisi ise, o kimse fakirlikten ve yokluktan korktuğu için cimrilik eder.
“İsrâ: 100” hakkında iki görüş vardır: Hasan-ı Basrî’nin de içinde bulunduğu bazı âlimlere göre, bu Âyet özel olarak müşrikler hakkında inmiştir. Cumhûr’un görüşüne göre ise, söz konusu Âyet umûmîdir/geneldir. 23 Nisan 2021 - Cuma / 11 Ramazan 1442 ______________________________ 116- Çocuklarımız Bile Oruç Tutarken, Sen Nasıl Oruç Tutmazsın? Hz. Ömer radıyallâhu anh, Ramazan ayında sarhoş gezen bir adama: وَيْلَكَ وَصِبْيَانُنَا صِيَامٌ "Yazıklar olsun sana! Çocuklarımız bile oruçlular" dedi, sonra da ona (had cezası olarak seksen sopa) vurdu. (Buhârî, Savm, 47, Bâb Başlığında) 15 Nisan 2021 - Perşembe ______________________________ 115- Yolculukta Emir Kim Olur? Ebû Saîd el-Hudrî radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: إِذَا خَرَجَ ثَلاَثَةٌ فِي سَفَرٍ فَلْيُؤَمِّرُوا أَحَدَهُمْ “Üç kişi yolculuğa çıktığı zaman, içlerinden birini emîr seçsinler.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 87, No: 2608, 2609; el-Mu’cemu’l Evsat, Taberânî, Dâru’l Haremeyn, Kâhire, No: 8093, 8/99; Ayrıca Bkz: Müsned-i Ahmed, Dâru’l Hadîs, Kâhire, No: 6647, 6/204, 205; Mecmeu’z Zevâid, Heysemî, Mektebetü’l Kudsî, Kâhire, No: 9305, 9307, 9308, 5/255; Hadîs sahîhtir.) Açıklama: Yolculuğa çıkan bir topluluk en az üç kişi olduklarında anlaşmazlıkları önlemek için aralarından uygun birini emîr seçerler. Bu müstehabdır. Vâcib olduğunu söyleyenler de vardır. Yolculuk emîri olmak için sadece yolu bilmek yeterli değildir. Çünkü yolda anlaşmazlıklara neden olmamak için kritik ve stratejik kararlar almak veya olası ihtilâfları ilim, hikmet ve basîretle çözmek için ilim gerekir. Onun için anlaşmazlıklarda hakem tayin edilirken veya namaz kıldırması için imam seçilirken nasıl ki, Kur’ân ve Sünnet’i daha iyi bilmeye öncelik veriliyorsa, yolculuk esnasında da bu görevleri bir şekilde icrâ edecek olan seyahat emîrinde, bu vasfı öne çıkan kimsenin emîr seçilmesi gerekir. Sadece yolu bilmek emîr seçilmek veya emîr olmayı talep etmek için yeterli olmaz. Yolu bilen kimse bildiklerini emîrle paylaşarak ona yardımcı olur. Nihâî kararlar da emîr tarafından verilir. O halde her yolculuk esnasında,مَنْ هُوَ الْأَمِيرُ؟ “emîr kim?” veyaمَنْ سَيَكُونُ الْأَمِيرُ؟ “emîr kim olacak?” diye bir sohbet açmak, sonuçta da belki ihtilâflara ve kırgınlıklara sebep olmak yerine, hakkâniyeti gözeterek, o kişiler arasında ilmi en ileri olan kimseye أَنْتَ أَمِيرُنَا “sen bizim emîrimizsin” demekle yetinmek gerekir. Peygamberimiz, hazarda olduğu gibi, yolculuk esnasında da iki kişinin kendi aralarında, üçüncüyü öteleyerek fısıldaşmalarını yasaklamıştır. Fitne, ihtilâf ve kalp kırıklıklarına neden olabilecek hususlara mâni olmak için İslâm bu denli hikmeti gözetir. Kimin emîr seçileceği hususunda, Ebû Hüreyre’den mervî olan şu Hadîs konuyu vuzûha kavuşturmaktadır: إِذَا سَافَرْتُمْ فَلْيَؤُمَّكُم أَقْرَؤُكُمْ وَإِنْ كانَ أَصْغَرَكُمْ [سِنًّا] وَإِذَا أَمَّكُمْ فَهُوَ أَمِيرُكُمْ
“Bir sefere çıktığınızda Kur’ân’ı en iyi okuyanınız, Kur’ân’ı en çok bileniniz size imam olsun; yaşça en küçüğünüz olsa bile… İmam olunca da artık o sizin emirinizdir.” (Mecmeu’z Zevâid, Heysemî, No: 9306, 5/255) Bu Hadîs; yol emîrinde aranan öncelikli şartın/vasfın, Kur’ân’ı en iyi bilen kimse olmak ya da mümkünse ilim ehli olmak olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çok açık husus, maalesef ki cehâletin yaygınlaştığı ve insanların çoğunun olumsuz etkilendiği câhiliyye toplumlarında pek bilinmemektedir. Ayrıca İslâm’da emîrlik talep etmek hoş karşılanmamıştır. Hatta emîrlik isteyene görev vermekten sakındırma bile vârid olmuştur. Başkanlığa ve yöneticiliğe hırsından dolayı adâletten sapıp zulmedeceğinden endişe edildiği için riyâset isteyene riyâset verilmez. Fakat bu istek haklı bir talep ise yani o görevin ehli orada sadece o kimse ise, böyle bir talep câiz hatta bazı şartlar dâhilinde vâcib olur. Üç Müslümanın yan yana çıktıkları bir yolculukta bile durum bu ise, hazarda, sosyal hayatta, hayat yolculuğunda nasıl olması gerektiği çok açıktır. 6 Nisan 2021 - Salı ______________________________ 114- Nezâket Her Hayrın Başıdır! Cerîr b. Abdullah el-Becelî radıyallâhu anh'tan rivâyete göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: مَنْ يُحْرَمِ الرِّفْقَ يُحْرَمِ الْخَيْرَ "Yumuşak davranmaktan (rıfktan) mahrûm edilen, hayırdan mahrûm kalır." (Müslim, 2592; İbn-i Mâce, 1644, 3687; el-Edebu'l Müfred, 463; Mişkâtü'l Mesâbîh, 1964; Riyâdu's Sâlihîn, 637) İmam Nevevî rahımehullâh şöyle demiştir: والرِّفْقُ سَبَبُ كُلِّ خَيْرٍ "Rıfk (yumuşak davranmak, nezâket) her türlü hayrın sebebidir." (el-Minhâc, 16/145) 29 Mart 2021 - Pazartesi ______________________________ 113- Müslümanın İzzet ve Şerefini Korumalıyız! Ebû’d Derdâ radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: مَنْ رَدَّ عَنْ عِرْضِ أَخِيهِ رَدَّ اللّٰهُ عَنْ وَجْهِهِ النَّارَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Kim Müslüman kardeşinin ırzından (izzet, şeref, namus ve haysiyetinden) her türlü kötülüğü savarsa, Allah da kıyâmet gününde onun yüzünden cehennem ateşini savar.” (Tirmizî, Birr, 20, No: 1931, Hadîs sahîhtir.) Daha anlaşılır bir ifadeyle: “Kim Müslüman kardeşinin ırz, şeref, namus ve haysiyetini savunursa, Allah da kıyâmet gününde onun yüzünü cehennem ateşinden korur.” 29 Mart 2021 - Pazartesi ______________________________ 112- Kim Müslümana Eziyet Eder, Onu Üzerse!... Enes b. Mâlik radıyallâhu anh’tan rivâyet edildiğine, Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: مَنْ اٰذَى مُسْلِمًا فَقَدْ اٰذَانِي وَمَنْ اٰذَانِي فَقَدْ اٰذَى اللّٰهَ “Müslümana eziyet veren (inciten, rahatsız eden, canını sıkan, üzen), muhakkak bana eziyet vermiş olur. Bana eziyet veren de, elbette Allah’a eziyet vermiş (yani O’nu gazaplandırmış) olur.”
(el-Mu’cemu’l Evsat, Taberânî -v. 360h.- Dâru’l Haremeyn, Kâhire, No: 3607, 4/60; el-Mu’cemu’s Sağîr [er-Ravdu’d Dânî], Dâru Ammân, Beyrût, No: 468, 1/284; Umdetü’l Kârî Şerhu Sahîhi’l Buhârî, Bedruddîn el-Aynî -v. 855h.-, İhyâu’t Türâsi’l Arabî, Beyrût, 6/208; et-Teysîr bi-Şerhi'l-Câmii's Sağîr, Münâvî -v. 1031h.-, Mektebetü’l İmâmi’ş Şâfiî, Riyâd, 2/384; Feydu’l Kadîr Şerhu’l Câmii’s Sağîr, Münâvî, el-Mektebetü't Ticâriyyetü'l Kübrâ, Mısr, No: 8269, 6/19; et-Tenvîr Şerhu Câmii’s Sağîr, Emîr es-San’ânî -v. 1182h.-, Mektebetü Dâri’s Selâm, Riyâd, No: 8250, 10/11; Neylü’l Evtâr, Şevkânî -v. 1250h.-, Thk: Usâmuddîn es-Sabâbetî, Dâru’l Hadîs, Mısr, 3/300; Kevseru'l Meâni'd-Derârî fî Keşfi Habâyâ Sahîhi'l Buhârî, Şınkîtî -v. 1354h.-, Müessesetü’r Risâle, Beyrût, 10/88) 28 Mart 2021 - Pazar ______________________________ 111- Cennette Sakal Olacak mı? Muâz b. Cebel radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: يَدْخُلُ أَهْلُ الْجَنَّةِ الْجَنَّةَ جُرْدًا مُرْدًا مُكَحَّلِينَ أَبْنَاءَ ثَلاَثِينَ أَوْ ثَلاَثٍ وَثَلاَثِينَ سَنَةً “Cennetlikler cennete kılsız tüysüz (sakalsız), sürmeli, otuz veya otuz üç yaşlarında olarak gireceklerdir.” (Tirmizî, Sıfatü’l Cennet, 12, No: 2545; Müsned-i Ahmed, Müessesetü’r Risâle, No: 22106, 36/420, 421; Hadîs hasendir.) Ka’bu’l Ahbâr rahımehullâh şöyle demiştir: لَيْسَ أَحَدٌ فِي الْجَنَّةِ لَهُ لِحْيَةٌ إِلاَّ اٰدَمَ لِحْيَتُهُ سَوْدَاءُ إِلَى سُرَّتِهِ، وَلَيْسَ أَحَدٌ يُكْنَى فِي الْجَنَّةِ إِلاَّ اٰدَمُ كُنْيَتُهُ فِي الدُّنْيَا أَبُو الْبَشَرِ، وَفِي الْجَنَّةِ أَبُو مُحَمَّدٍ “Cennette hiç kimsenin sakalı yoktur. Sadece Âdem’in, göbeğine kadar siyah sakalı olacaktır. [Çünkü o dünyada sakalsızdı. Sakal, Âdem’den sonra idi.] Cennette Âdem’den başka kimse künyelenmeyecektir. Onun dünyadaki künyesi ‘Ebû’l Beşer’, cennette ise ‘Ebû Muhammed’dir.” (el-Bidâye ve’n-Nihâye, İbn-i Kesîr, Dâru Hecr, 1/227; Târîhu Medîneti Dimeşk, İbn-i Asâkir, Dâru’l Fikr, 7/389) 27 Mart 2021 - Cumartesi ______________________________ 110- Tatmayan Bilmez! Ebû Hâmid el-Ğazzâlî rahımehullâh şöyle demiştir: من لم يذق لم يعرف ومن لم يعرف لم يشتق ومن لم يشتق لم يطلب ومن لم يطلب لم يدرك ومن لم يدرك بقي مع المحرومين في أسفل السافلين "Tatmayan bilmez. Bilmeyen iştiyâk duymaz, özlemez. Özlemeyen talep etmez. Talep etmeyen ulaşamaz. Ulaşamayan, mahrûm olanlarla birlikte esfel-i sâfilîn'de kalır." (İhyâu Ulûmi'd-Dîn, Dâru'l Ma'rife, Beyrût, 3/196) 27 Mart 2021 - Cumartesi ______________________________ 109- Allah, Hurma Kadar Bir Sadakayı Bile Dağ Kadar veya Daha da Fazla Büyütür: Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’tan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: مَنْ تَصَدَّقَ بِعَدْلِ تَمْرَةٍ مِنْ كَسْبٍ طَيِّبٍ، وَلاَ يَصْعَدُ إِلَى اللّٰهِ إِلاَّ الطَّيِّبُ، فَإِنَّ اللّٰهَ يَتَقَبَّلُهَا بِيَمِينِهِ، ثُمَّ يُرَبِّيهَا لِصَاحِبِهِ كَمَا يُرَبِّي أَحَدُكُمْ فَلُوَّهُ، حَتَّى تَكُونَ مِثْلَ الْجَبَلِ “Her kim helâl kazancından bir tek hurma değerinde bir şey sadaka verirse -ki Allah Teâlâ’ya helâl olandan başkası yükselmez (Allah helâl olandan başkasını kabul etmez)- şüphesiz Allah onu sağ eliyle kabul eder. Sonra o tek hurma kadar sadakayı dağ gibi oluncaya kadar sizden birinizin tayını büyüttüğü gibi sadaka sahibi için büyütür.” (Buhârî, Zekât, 8, No: 1410; Tevhîd, 23, No: 7430; Müslim, Zekât, 63, 64, No: 1014; Tirmizî, Zekât, 28, No: 661; İbn-i Mâce, Zekât, 28, No: 1842; Nesâî, Zekât, 48, No: 2525; Muvatta’, Sadaka, 1, No: 1844; Mişkâtü’l Mesâbîh, Zekât, 6, No: 1888; Lafız, Buhârî, 7430’a göredir.) 8 Şubat 2021 - Pazartesi ______________________________ 108- İnsanların Kıymetini Bilmedikleri İki Nimet: İbn-i Abbâs radıyallâhu anhumâ’dan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: نِعْمَتَانِ مَغْبُونٌ فِيهِمَا كَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ، الصِّحَّةُ وَالْفَرَاغُ "İki nimet vardır ki, insanların çoğu o iki nimet (i kullanma, kıymetini bilme) hususunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit." (Buhârî, Rikâk, 1, No: 6412; Tirmizî, Zühd, 37, No: 2304; İbn-i Mâce, Zühd, 15, No: 4170) 3 Şubat 2021 - Çarşamba ______________________________ 107- Fitnelerden ve Fitnecilerden Uzak Durmak! Huzeyfe b. el-Yemân radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: تَكُونُ فِتَنٌ عَلَى أَبْوَابِهَا دُعَاةٌ إِلَى النَّارِ فَأَنْ تَمُوتَ وَأَنْتَ عَاضٌّ عَلَى جِذْلِ شَجَرَةٍ خَيْرٌ لَكَ مِنْ أَنْ تَتْبَعَ أَحَدًا مِنْهُمْ “Bir takım fitneler olacaktır. O fitnelerin kapıları başında cehennem ateşine çağırıcı kimseler (cehennem davetçileri) olacaktır. Senin bir ağacın kökünü ısırır halde (Tevhîd üzere) ölmen, onlardan birine tâbi olmandan senin için daha hayırlıdır.” (İbn-i Mâce, Fiten, 13, “Uzlet Bâbı”, No: 3981) 31 Ocak 2021 - Pazar ______________________________ 106- Yaptıklarımın ve Yapmadıklarımın Şerrinden Allah’a Sığınırım! Ferve’ b. Nevfel el-Eşcaî’den rivâyetle o dedi ki: Mü’minlerin annesi Âişe radıyallâhu anhâ’ya, Rasûlullah aleyhisselâm’ın nasıl dua ettiğini sordum. O dedi ki: اللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا عَمِلْتُ وَشَرِّ مَا لَمْ أَعْمَلْ “Allah’ım, ben yaptıklarımın şerrinden ve yapmadıklarımın şerrinden Sana sığınırım” buyururdu. (Müslim, 2716; Ebû Dâvûd, 1550; İbn-i Mâce, 3839; Nesâî, 1307, 5523, 5524, 5525, 5526, 5527, 5528; Mişkâtü’l Mesâbîh, 2462) 18 Ocak 2021 - Pazartesi ______________________________ 105- Cennet Nehirlerinden Dünyada Bulunanlar: Ebû Hüreyre’den rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: سَيْحَانُ وَجَيْحَانُ وَالْفُرَاتُ وَالنِّيلُ كُلٌّ مِنْ أَنْهَارِ الْجَنَّةِ “Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil hepsi cennet nehirlerindendir.” (Müslim, Cennet, 26, No: 2839) Açıklama: Hadîs’te geçen ve cennet nehirlerinden oldukları bildirilen Seyhan ce Ceyhan, Seyhun ve Ceyhun’dan farklıdır. Seyhan ve Ceyhan Anadolu topraklarındadır. Ceyhan, tarihî ipek yolu üzerinde kurulan, antik şehir olan ve Adana’ya 27 km mesâfede bulunan Misis (Mıssîsa) kasabasının ırmağıdır. Seyhan ise Adana’nın ırmağıdır. Bunlar iki büyük nehirdir. Bu ikisinden daha büyük olanı Ceyhan’dır. Bu iki ırmağın yerleri hakkında doğru olan bilgi budur. Bu nehirlerin yerleri hakkında diğer görüşler yanlıştır! Cevherî’nin Sıhâh’ında, “Ceyhan Şâm’ın ırmağıdır” demesi doğru değildir. Ama Cevherî, bu sözüyle, Şam’ın Anadolu topraklarından olması bakımından mecâzî bir anlatımı kastetmiş ise bu durumda sözü yanlış olmaz. Çünkü Ceyhan nehrinin bulunduğu bölge Şam’a komşu sayılır. Yani kısaca bu iki nehir Şam yakınlarında, Anadolu topraklarındadır. Seyhan ve Ceyhan daha çok Seyhun ve Ceyhun nehirleriyle karıştırılmış; Seyhan Seyhun ile Ceyhan da Ceyhun ile eşanlamlı kabul edilmiştir. Fakat Seyhan Seyhun’dan, Ceyhan da Ceyhun’dan ayrı nehirlerdir. Bu noktada coğrafya bilgisinin önemi ortaya çıkmaktadır. Fırat nehrinin Irak’ta olduğu görüşü de yanlıştır. Fırat, Şâm ile Cezîre’yi birbirinden ayırır. Nil nehri ise Mısır’dadır. Dünyanın en uzun nehridir. Nil Havzasında başta Mısır olmak üzere on bir Afrika ülkesi bulunur. İmam Müslim, Hadîs’te adı geçen nehirlerin cennet suyundan olmalarının anlamı hususunda Kâdî Iyâd’ın zikrettiği iki yoruma yer vermiştir. Onlar şunlardır: أَحَدُهُمَا أَنَّ الْإِيمَانَ عَمَّ بِلَادَهَا أَوِ الْأَجْسَامُ الْمُتَغَذِّيَةِ بِمَائِهَا صَائِرَةٌ إِلَى الْجَنَّةِ “Birinci açıklamaya göre, iman bu nehirlerin bulunduğu beldeleri veya o nehirlerin suları ile beslenen cisimleri genel olarak kapsadığı için onlar cennete doğru gitmektedir.” وَالثَّانِي وَهُوَ الْأَصَحُّ أَنَّهَا عَلَى ظَاهِرِهَا وَأَنَّ لَهَا مَادَّةٌ مِنَ الْجَنَّةِ وَالْجَنَّةُ مَخْلُوقَةٌ مَوْجُودَةٌ الْيَوْمَ عِنْدَ أَهْلِ السُّنَّةِ وَقَدْ ذَكَرَ مُسْلِمٌ فِي كِتَابِ الْإِيمَانِ فِي حَدِيثِ الْإِسْرَاءِ أَنَّ الْفُرَاتَ وَالنِّيلَ يَخْرُجَانِ مِنَ الْجَنَّةِ وَفِي الْبُخَارِيِّ مِنْ أَصْلِ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى “İkinci ve daha sahîh olan yoruma göre, Hadîs zâhirine göre anlaşılmalıdır. Bu nehirlerin cennetten bir desteği vardır. Cennet de, Ehl-i Sünnet’e göre bugün mevcut olan bir mahlûktur. Müslim, Îmân Kitâbı’nda İsrâ Hadîsinde Fırat ve Nil’in cennetten çıktıklarına dair rivâyeti zikretmiştir. Buhârî’de de bu nehirlerin Sidre-i Müntehâ’nın dibinden çıktıkları zikredilmiştir.” (el-Minhâc fî Şerhi Sahîh-i Müslim, 17/177)
Bu nehirlerin Sidre-i Müntehâ’nın dibinden çıktıklarına dair İbn-i Hacer el-Askalânî’nin, 3887 numaralı Hadîs hakkında yaptığı açıklamaları okumak için “Fethu’l Bârî bi-Şerhi Sahîhi’l Buhârî, Mektebetü Mısr, 7/299-302” kaynağına da mürâcaat edilebilir. 20 Kasım 2020 - Cuma ______________________________ 104- “Necâh” ve “Felâh” Arasındaki Fark Nedir? مَا الْفَرْقُ بَيْنَ النَّجَاحِ وَالْفَلاَحِ؟ Necâh, dünyada veya orada herhangi bir işte başarılı olmaktır. [Necâh: Dünyayı veya dünyalık herhangi bir şeyi kazanmaktır.] النَّجَاحُ هُوَ الْفَوْزُ بِالدُّنْيَا أَوْ بِأَيِّ أَمْرٍ فِيهَا Felâh ise, Allah’ın rızâsını ve âhireti kazanmaktır. [Felâh: Korktuklarından emîn, umduklarına nâil olmaktır.] أَمَّا الْفَلاَحُ فَهُوَ الْفَوْزُ بِرِضَا اللّٰهِ وَبِالْاٰخِرَةِ Bu sebeple Allah Teâlâ: “Mü’minler gerçekten felâh bulmuştur” (Mü’minûn: 1) buyurdu. وَلِهٰذَا قَالَ اللّٰهُ تَعَالَى: قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ Açıklama: Zâhiren anlamdaş gözüken kelimeler arasındaki anlam farklarını ve nüansları bilmek çok dakîk ve ince bir konudur. Kur'ân'ın kelimelerini doğru anlayıp, aralarındaki ince farkları gözerek Kur'ân'ı anlamak fıkıh sahibi olmaktır. Bu konu ilim ehlinin üzerinde durup, teakkul, tezekkür, tefekkür, tedebbür ve tefekkuh etmesi gereken bir konudur. Bu konuya bir misâl olarak iki paylaşım yaptık. Anlamdaş veya anlamları birbirine çok yakın olan kelimelerden dördü: “Necât, necâh, fevz ve felâh.” Rabbimizin, Âyetlerde farklı kelimeler kullanmasının mutlak sûrette hikmetleri vardır. Onun için anlamdaş gözüken iki kelimeye نَفْسُ الشَّيْءِ "aynı şey" deyip geçemeyiz. Geçersek de bu sathîlik/yüzeysellik olur! Buradan da, Kur'ân'ı sahîh olarak fıkhetmenin önemi ve gereği ortaya çıkıyor. ______________________________ 103- “Fevz” ve “Necât” Arasındaki Fark Nedir? مَا الْفَرْقُ بَيْنَ الْفَوْزِ والنَّجَاةِ؟ Necât: Hoşlanılmayan şeyden (sıkıntıdan) kurtulmaktır. النَّجَاةُ: هِيَ الْخَلاَصُ مِنَ الْمَكْرُوهِ Fevz ise: Hoşlanılmayan şeyden kurtulup, istenen şeye ulaşmaktır. وَالْفَوْزُ: هُوَ النَّجَاةُ مِنَ الْمَكْرُوهِ مَعَ الْوُصُولِ إِلَى الْمَحْبُوبِ Bu nedenle Allah Teâlâ, mü’minleri cehennemden kurtulmaları ve cennete ulaşmaları nedeniyle “kurtulanlar” (الْفَائِزُونَ) olarak isimlendirdi. وَلِهٰذَا سُمّيَ اللّٰهُ تَعَالَى الْمُؤْمِنِينَ "فَائِزِينَ" بِنَجَاتِهِمْ مِنَ النَّارِ وَنَيْلِهِمُ الْجَنَّةَ 16 Kasım 2020 - Pazartesi ______________________________ 102- Yolda İnsanlara Zarar Veren Dal, Diken Gibi Şeyleri Uzaklaştırmak: Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: بَيْنَمَا رَجُلٌ يَمْشِي بِطَرِيقٍ وَجَدَ غُصْنَ شَوْكٍ عَلَى الطَّرِيقِ فَأَخَّرَهُ فَشَكَرَ اللّٰهُ لَهُ فَغَفَرَ لَهُ “Bir adam bir yolda yürürken yolun üzerinde bir diken dalı buldu. Onu yoldan uzaklaştırdı. Allah onun bu davranışından memnun olup onu mağfiret etti.” (Buhârî, Ezân, 32, No: 652; Mezâlim, 28, No: 2472; Müslim, İmâret, 164, No: 1914; Birr, 127, No: 1914b; Tirmizî, Birr, 38, No: 1958) ______________________________ 101- Böbürlenip Büyüklenenler Mahşer Yerine İnsan Sûretinde Küçük Karıncalar Gibi Geleceklerdir! Amr b. Şuayb radıyallâhu anh’ın dedesinden rivâyete göre, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: يُحْشَرُ الْمُتَكَبِّرُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَمْثَالَ الذَّرِّ فِى صُوَرِ الرِّجَالِ يَغْشَاهُمُ الذُّلُّ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَيُسَاقُونَ إِلَى سِجْنٍ فِى جَهَنَّمَ يُسَمَّى بُولَسَ تَعْلُوهُمْ نَارُ الأَنْيَارِ يُسْقَوْنَ مِنْ عُصَارَةِ أَهْلِ النَّارِ طِينَةَ الْخَبَالِ “Büyüklenenler kıyâmet günü mahşere adamlar sûretinde (insan kılığında) küçük karıncalar gibi çıkarılacaklar. Zillet her yönden kendilerini bürüyecek. Onlar, cehennemde bulunan ve ‘Bûlus’ adı verilen bir hapishaneye sürülecekler. Üzerlerine ateşlerin ateşi yükselip onları kaplayacak. Cehennemliklerin kan, ter, irin ve tortuları onlara içirilecektir.” (Tirmizî, Kıyâmet, 47, No: 2492; Sahîhu Süneni’t Tirmizî, Mektebetü’l Meârif, Riyâd, 2/602; Ebû Îsâ et-Tirmizî, “Hasen-Sahîh” olduğunu söylemiştir.) Açıklama: Hadîs’te geçen طِينَةُ الْخَبَالِ ifadesinin ne anlama geldiği ashâb tarafından Rasûlullah aleyhisselâm’a sorulmuş, o da, bunun, cehennem ehlinin teri, irini ve onlardan akan şeyler olduğunu bildirmiştir. (Bkz: Müslim, Eşribe, 72, No: 2002; Ebû Dâvûd, Eşribe, 5, No: 3680; Nesâî, Eşribe, 49, No: 5709) Peygamberimiz buyurdu: وَمَنْ سَقَاهُ صَغِيرًا لاَ يَعْرِفُ حَلاَلَهُ مِنْ حَرَامِهِ كَانَ حَقًّا عَلَى اللّٰهِ أَنْ يَسْقِيَهُ مِنْ طِينَةِ الْخَبَالِ “Sarhoşluk veren (bira, rakı, şarap, viski, votka gibi) bir şeyi, haramı-helâli bilmeyen küçük bir çocuğa içiren kimseye Allah’ın cehennem ehlinin irinlerinden içirmesi hak olur (o kimse bunu hak etmiş olur).” (Ebû Dâvûd, 3680, Hadîs sahîhtir.) 1 Kasım 2020 - Pazartesi
______________________________ 100- Namazın Önemi: Hureys b. Kabîsa (حُرَيْثُ بْنُ قَبِيصَةَ) radıyallâhu anh’dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Medîne’ye geldim ve: اللَّهُمَّ يَسِّرْ لِى جَلِيسًا صَالِحًا "Allah’ım! Bana sâlih bir arkadaş nasip et” diye dua ettim. Derken Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’ın yanına oturdum. Kendisine: “Ben, Allah'a bana sâlih bir arkadaş nasip etmesi için dua ettim. Bana, Rasûlullah'tan işittiğin bir Hadîs söyle! Olur ki, Allah Teâlâ onunla beni faydalandırır” dedim. Bunun üzerine dedi ki: Ben, Rasûlullah aleyhisselâm’ın şöyle buyurduğunu işittim: إِنَّ أَوَّلَ مَا يُحَاسَبُ بِهِ الْعَبْدُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ عَمَلِهِ صَلاَتُهُ فَإِنْ صَلُحَتْ فَقَدْ أَفْلَحَ وَأَنْجَحَ وَإِنْ فَسَدَتْ فَقَدْ خَابَ وَخَسِرَ فَإِنِ انْتَقَصَ مِنْ فَرِيضَتِهِ شَيْءٌ قَالَ الرَّبُّ عَزَّ وَجَلَّ انْظُرُوا هَلْ لِعَبْدِي مِنْ تَطَوُّعٍ فَيُكَمَّلَ بِهَا مَا انْتَقَصَ مِنَ الْفَرِيضَةِ ثُمَّ يَكُونُ سَائِرُ عَمَلِهِ عَلَى ذٰلِكَ "Kıyâmet günü kulun ilk önce hesaba çekileceği ameli namazdır. Eğer namazı iyi, eksiksiz çıkarsa o kul kurtuluşa ermiş ve başarıya ulaşmış olur. Eğer namazı bozuk çıkarsa, aldanmış ve hüsrâna uğramış olur. Eğer farzlardan eksiği çıkarsa Allah Azze ve Celle: 'Bakın bakalım, kulumun eksik farzlarını tamamlayacak nâfile namazı var mı?' buyurur. Sonra kişinin diğer amellerinin hesabı da bu şekilde yapılır." (Tirmizî, Salât, 188, No: 413; Ebû Dâvûd, Salât, 151, No: 864; İbn-i Mâce, İkâme, No: 1425, 1426; Nesâî, Salât, 9, No: 465) 17 Eylül 2020 - Perşembe ______________________________ 99- Aşırı Gidenler Helâk Oldu! Abdullah b. Mes’ûd radıyallâhu anh’tan rivâyet edildiğine göre, o şöyle dedi: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: هَلَكَ الْمُتَنَطِّعُونَ “(Dikkat edin!) Sınırı/haddi aşanlar helâk olmuştur” buyurdu ve bunu üç defa tekrar etti. (Müslim, İlm, 7, No: 2670; Ebû Dâvûd, Sünnet, 6, No: 4608) Açıklama: Hadîs’te geçen الْمُتَنَطِّعُونَ “sınırı/haddi aşanlar” kelimesi, “söz ve fillerinde, hâl ve hareketlerinde Şer’î sınırları aşanlar, taşkınlık edenler, ölçüsüz konuşanlar ve ne dediğini bilmeyenler” demektir. Hadîs, bu tür kimselerin dünyada akl-ı selîm, hikmet ve takvâ ehli kimseler tarafından sevilmedikleri gibi, âhiretlerinin de harab olacağına delâlet etmektedir! 13 Eylül 2020 - Pazar ______________________________ 98- Müslümanların Kusurlarını Araştırmayın ve Gıybetlerini Yapmayın! a) İbn-i Ömer radıyallâhu anhumâ’dan rivâyete göre; Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem minbere çıktı ve yüksek bir sesle şöyle buyurdu: يَا مَعْشَرَ مَنْ قَدْ أَسْلَمَ بِلِسَانِهِ وَلَمْ يُفْضِ الإِيمَانُ إِلَى قَلْبِهِ لاَ تُؤْذُوا الْمُسْلِمِينَ وَلاَ تُعَيِّرُوهُمْ وَلاَ تَتَّبِعُوا عَوْرَاتِهِمْ فَإِنَّهُ مَنْ تَتَبَّعَ عَوْرَةَ أَخِيهِ الْمُسْلِمِ تَتَبَّعَ اللّٰهُ عَوْرَتَهُ وَمَنْ تَتَبَّعَ اللّٰهُ عَوْرَتَهُ يَفْضَحْهُ وَلَوْ فِى جَوْفِ رَحْلِهِ “Ey diliyle Müslüman olduğunu söyleyip de kalbine iman işlememiş kimseler topluluğu! Müslümanlara eziyet etmeyin, onları ayıplamayın, anların kusurlarını araştırmayın. Çünkü her kim Müslüman kardeşinin ayıbını araştırırsa, Allah onun ayıbını ortaya çıkarır. Allah her kimin ayıbını ortaya çıkarırsa, evinin içinde bile olsa onu rezil rüsvay eder.” (Tirmizî, Birr, 85, No: 2032) b) Ebû Berze el-Eslemî radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, o şöyle dedi: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: يَا مَعْشَرَ مَنْ اٰمَنَ بِلِسَانِهِ وَلَمْ يَدْخُلِ الإِيمَانُ قَلْبَهُ لاَ تَغْتَابُوا الْمُسْلِمِينَ وَلاَ تَتَّبِعُوا عَوْرَاتِهِمْ فَإِنَّهُ مَنِ اتَّبَعَ عَوْرَاتِهِمْ يَتَّبِعِ اللّٰهُ عَوْرَتَهُ وَمَنْ يَتَّبِعِ اللّٰهُ عَوْرَتَهُ يَفْضَحْهُ فِى بَيْتِهِ “Ey diliyle iman edip, kalbine iman girmeyen kimseler topluluğu! Müslümanların gıybetlerini yapmayın, onların ayıplarını araştırmayın. Çünkü her kim onların ayıplarını araştırırsa, Allah da onun ayıbını araştırır. Allah kimin ayıbını araştırırsa, evinde (en gizli bir yerde dahi işlemiş olsa, ortaya çıkarmak sûretiyle) onu (insanların gözleri önünde) rezil rüsvay eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 40, No: 4880) 8 Eylül 2020 - Salı
______________________________ 97- İçki Bütün Kötülüklerin Anahtarıdır! Ebû’d Derdâ radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, o şöyle demiştir: Bana dostum (Muhammed) sallallâhu aleyhi ve sellem şu tavsiyede bulundu: لاَ تَشْرَبِ الْخَمْرَ فَإِنَّهَا مِفْتَاحُ كُلِّ شَرٍّ “İçki içme; çünkü içki her şerrin (bütün kötülüklerin) anahtarıdır.” (İbn-i Mâce, 3371, 4034) "Hamr (içki), her şerrin (bütün kötülüklerin) anahtarıdır" الْخَمْرُ مِفْتَاحُ كُلِّ شَرٍّ ifadesi, İbn-i Mâce'nin Kitâbu'l Eşribe'sinin birinci bâbının başlığıdır. Az olsun çok olsun, içki bütün kötülüklerin anahtarıdır! Su gibi içki içilen bir çağda yaşamış olsak dahi, içki kesinkes haramdır!
Allah, içki konusunda on kişiye lânet etmiştir: İçki yapılması maksadıyla hammadde yetiştirene (sıkana), sıktırana, içene, taşıyana, taşıtana, ikrâm edene (sunana, sâkîlik yapana), alım satımını yapana, kazancını yiyene, satın alana ve kendisi için satın alınana! (Bkz: Tirmizî, 1294, 1295; İbn-i Mâce, 3380; Ebû Dâvûd, 3674) 4 Eylül 2020 - Cuma
______________________________ 96- İnsanlara Kızgın Kül Yedirmek Gibi Olan Şey Nedir? Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, bir adam şöyle dedi: يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنَّ لِى قَرَابَةً أَصِلُهُمْ وَيَقْطَعُونِى وَأُحْسِنُ إِلَيْهِمْ وَيُسِيئُونَ إِلَىَّ وَأَحْلُمُ عَنْهُمْ وَيَجْهَلُونَ عَلَىَّ – Ey Allah’ın Rasûlü, benim akrabalarım var. Ben onları ziyâret edip gözetirim, onlar benimle bağlarını koparırlar. Ben onlara iyilik ederim, onlar bana kötülük ederler. Ben onlara yumuşak davranırım, onlar bana câhillik ederler. Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: لَئِنْ كُنْتَ كَمَا قُلْتَ فَكَأَنَّمَا تُسِفُّهُمُ الْمَلَّ وَلاَ يَزَالُ مَعَكَ مِنَ اللّٰهِ ظَهِيرٌ عَلَيْهِمْ مَا دُمْتَ عَلَى ذٰلِكَ – Eğer dediğin gibi isen, onlara kızgın kül yediriyor gibisin ve sen bu hâl üzere devam ettiğin sürece Allah’tan onlara karşı sana yardımcı olacak bir melek hep seninle beraber olacaktır. (Müslim, Birr, 22, No: 2558a) NOT: Akrabalık ilişkilerini gözetmeyen, sıla-i rahmi terk eden ve kendilerine iyilik edenlere kötülük eden o câhil kimselerin karşı karşıya kaldıkları acı ve eziyet, kül yiyen kimsenin çektiği acılara benzetilmiştir. Kötülük yapana iyilik eden, akraba ilişkisini koparana ziyâret eden kimse, iyilik yaptığı kimseleri mahcup eder. Onlar da küçüldüklerini, rezil ve rüsvay olduklarını bizzat kendileri hissederler. Bu şartlarda gördükleri iyilikler ve yedikleri ikrâmlar bu mahcubiyete sebep olur. Akrabalık bağını gözeten kimsenin yaptığı ihsânları ve ikrâmları yiyen vefâsız kimselerin yedikleri, kül gibi bağırsaklarını yakar kavurur.
27 Ağustos 2020 - Perşembe ______________________________ 95- Özür Dilemek Zorunda Kalacağın Bir Sözü Söyleme! Peygamber Efendimiz buyurdu: وَلاَ تَكَلَّمْ بِكَلاَمٍ تَعْتَذِرُ مِنْهُ “Özür dilemek zorunda kalacağın bir sözü söyleme!” (İbn-i Mâce, 4171) 25 Ağustos 2020 - Salı ______________________________ 94- Kadının Kocasına İtâati Anne ve Babasına İtâatinden Daha Faziletlidir! Şeyhu'l-İslâm İbn-i Teymiyye rahımehullâh der ki: وَالْمَرْأَةُ الْمُتَزَوِّجَةُ طَاعَتُهَا لِزَوْجِهَا أَفْضَلُ مِنْ طَاعَتِهَا لِأَبَوَيْهَا؛ بِخِلَافِ الْأَيِّمَةِ فَإِنَّهَا مَأْمُورَةٌ بِطَاعَةِ أَبَوَيْهَا "Evli kadının kocasına itâat etmesi, anne ve babasına itâat etmesinden daha efdâldir. Bekâr kadın böyle değildir. Çünkü o anne ve babasına itâat ile emrolunmuştur." (Mecmûu'l Fetâvâ, 10/428) 20 Ağustos 2020 - Perşembe ______________________________ 93- Zımmîlere Zulmedilmez! Rasûlullah aleyhiselâm buyurdu: أَلاَ مَنْ ظَلَمَ مُعَاهِدًا أَوِ انْتَقَصَهُ أَوْ كَلَّفَهُ فَوْقَ طَاقَتِهِ أَوْ أَخَذَ مِنْهُ شَيْئًا بِغَيْرِ طِيبِ نَفْسٍ فَأَنَا حَجِيجُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Dikkat edin! Kim bir zımmîye (zimmet ehli bir gayrimüslim’e) zulmederse ya da onu(n hakkını) eksiltirse veya ona gücünün üstünde vergi yüklerse veya onun rızâsı olmadan ondan bir şey alırsa, ben kıyâmet gününde onun hasmıyım. (Ebû Dâvûd, Harâc, 33, No: 3052; Sahîhu Süneni Ebî Dâvûd, Mektebetü’l Meârif, 2/261, Hadîs sahîhtir.) 22 Haziran 2020 - Pazartesi ______________________________ 92- Kadın Güzel Kokular Sürerek Sokağa Çıkamaz! Ebû Mûsâ radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Nebî aleyhisselâm şöyle buyurdu: كُلُّ عَيْنٍ زَانِيَةٌ وَالْمَرْأَةُ إِذَا اسْتَعْطَرَتْ فَمَرَّتْ بِالْمَجْلِسِ فَهِيَ كَذَا وَكَذَا يَعْنِي زَانِيَةً “Her göz (yabancı bir kadına bakarak) göz zinâsı işlemiştir. Bir kadın da güzel kokular sürünerek erkeklerin yanından geçerse, o da aynen bakan erkekler gibi zinâ etmiş gibidir.” (Tirmizî, Edeb, 35, No: 2786) Ebû Mûsâ’dan rivâyete göre o şöyle demiştir: أَيُّمَا امْرَأَةٍ اسْتَعْطَرَتْ ثُمَّ خَرَجَتْ لِيُوجَدَ رِيحُهَا فَهِيَ زَانِيَةٌ وَكُلُّ عَيْنٍ زَانٍ “Herhangi bir kadın güzel kokular sürünür, sonra dışarıya çıkar da kokusu hissedilirse, o zinâ etmiş (gibi) olur. (Ona bakan) her göz de zinâ etmiştir.” (Dârimî, Dâru'l Beşâiri'l İslâmiyye, Beyrût, İsti’zân, 18, No: 2850) Ebû Âsım: يَرْفَعُهُ بَعْضُ أَصْحَابِنَا “Bazı arkadaşlarımız bunu (Hadîs’i) merfû’ (yani Peygamberimizin sözü olarak) rivâyet ediyor” demiştir. 19 Haziran 2020 - Cuma ______________________________ 91- Sevgi ve Kızgınlıkta Ölçülü Olmak Gerekir! Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’tan rivâyet edilen ve Peygambere nispet edilen merfû’ bir Hadîs’e göre o şöyle demiştir: أَحْبِبْ حَبِيبَكَ هَوْنًا مَا عَسَى أَنْ يَكُونَ بَغِيضَكَ يَوْمًا مَا وَأَبْغِضْ بَغِيضَكَ هَوْنًا مَا عَسَى أَنْ يَكُونَ حَبِيبَكَ يَوْمًا مَا
“Sevdiğin kimseyi ölçülü sev ki, bir o gün sevmeyeceğin bir kişi olabilir. Sevmediğin bir kimseye de ölçülü şekilde buğzet ki, o da günün birinde çok sevdiğin bir kimse olabilir.” (Tirmizî, Birr, 60, No: 1997; Sahîhu Süneni’t Tirmizî, Mektebetü’l Meârif, 2/376, Hadîs sahîhtir.) 19 Haziran 2020 - Cuma ______________________________ 90- Allah’ı Öyle Çok Zikrediniz ki… Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: أَكْثِرُوا ذِكْرَ اللّٰهِ حَتَّى يَقُولُوا مَجْنُونٌ “Allah’ı zikretmeye çokça devam ediniz. Tâ ki (insanlar size), 'deli' deyinceye kadar.” (Müsned-i Ahmed, Müessesetü’r Risâle, No: 11653, 18/195; No: 11674, 18/212; ed-Duâ, İmam Taberânî, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, No: 1859, S: 521; Sahîh-i İbn-i Hıbbân, Müessesetü’r Risâle, No: 817, 3/99; el-Müstedrek, İmam Hâkim, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, No: 1839, 1/677, Hâkim, “isnâdı sahîh” demiştir; Keşfu’l Hafâ, No: 497, 1/165, Aclûnî, bu Hadîs hakkında şöyle demiştir: “Bunu, Ahmed b. Hanbel, Ebû Ya’lâ ve Beyhakî, Ebû Saîd el-Hudrî’den Nebî aleyhisselâm’a nispetle rivâyet etmişlerdir. Aynı şekilde İbn-i Hıbbân ve Hâkim de rivâyet etmiş ve ‘sahîh’ demişlerdir. Beyhakî de İbnu’l Cevzî’den Peygambere nispetle ‘mürsel’ olarak; أَكْثِرُوا ذِكْرَ اللّٰهِ تَعَالَى حَتّى يَقولَ المُنافِقُونَ إِنَّكُمْ مُرَاؤُونَ ‘ Allah Teâlâ’yı o kadar çok zikrediniz ki, tâ ki münâfıklar (size), gerçekten siz riyâkârlarsınız, desin(ler)’ lafzı ile rivâyet etmiştir.”; Silsiletü’l Ehâdîsi’d Daîfe, No: 517, 2/9-10, el-Elbânî isnâdı “zayıf” demiştir.) 25 Mayıs 2020 - Pazartesi ______________________________ 89- ”Yere Göğe Sığmadım…” Sûfîler arasında -Kudsî Hadîs iddiasıyla- yaygın olan: مَا وَسِعَنِى سَمَائِى وَلاَ أَرْضِى وَلَكِنْ وَسِعَنِى قَلْبُ عَبْدِى الْمُؤْمِنِ “Ben yere göğe sığmadım fakat mü’min kulumun kalbine sığdım” sözü Hadîs değildir! Muhaddis Irâkî, “Bu sözün aslını görmedim” demiştir. Zerkeşî de ona muvâfakat etmiştir. İbn-i Teymiyye, “Bu söz İsrâîliyyâtta geçer. Bu sözün, Nebî aleyhisselâm’dan bilinen bir isnâdı yoktur” demiştir. (Keşfu’l Hafâ, Mektebetü’l Kudsî, No: 2256, 2/195) Zeynüddîn Muhammed Abdurraûf el-Münâvî (d. 952/1545 – v. 1031/1622) bu Hadîs için, لاَ أَصْلَ لَهُ “Aslı yoktur” demiştir. (Feydu’l Kadîr Şerhu Câmii’s Sağîr, el-Münâvî, el-Mektebetü’t Ticâriyyetü’l Kübrâ, Mısr, No: 2375, 2/496) 25 Mayıs 2020 - Pazartesi ______________________________ 88- Âlimin ve Hz. Ali’nin Yüzüne Bakmak İbâdet midir? Aclûnî, Keşfu’l Hafâ’da şöyle der: نَظْرَةٌ إِلَى وَجْهِ الْعَالِمِ أَحَبُّ إِلَى اللّٰهِ مِنْ عِبَادَةِ سِتِّينَ سَنَةً صِيَامًا وَقِيَامًا "Âlimin yüzüne bakmak; (gündüzleri) oruç tutarak, (geceleri) kıyâmu’l-leyl ile ihyâ ederek altmış yıl ibâdet etmekten Allah’a daha sevimlidir" sözü Sem’ân b. el-Mehdî’nin nüshasında, Enes’ten merfû’ (Peygamber’e nispet edilen bir söz) olarak böyle kaydedilmiştir. Deylemî, senedsiz olarak Enes’ten Peygamber’e dayandırarak bunu şu lafız ile getirmiştir: النَّظَرُ إِلَى وَجْهِ الْعَالِمِ عِبَادَةٌ وَكَذَا الْجُلُوسُ مَعَهُ وَالْأَكْلُ وَالْكَلاَمُ ‘Âlimin yüzüne bakmak ibâdettir. Âlimle birlikte oturmak, onunla yemek yemek ve konuşmak da böyledir.’ Fakat bütün bunlardan hiçbir şey -bunlar daha önce de geçtiği gibi- sahîh/doğru değildir. Aliyyu’l Kârî şöyle demiştir: النَّظَرُ إِلَى وَجْهِ عَلِيٍّ عِبَادَةٌ “Ali’nin yüzüne bakmak ibâdettir” sözü vârid olmuştur. Taberânî ve Hâkim [Müstedrek, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, No: 4681, 4682, 4683] İbn-i Mes’ûd ve Imrân b. el-Husayn’dan bunu rivâyet etmiştir. Fakat Hâkim ‘sahîh’ demiştir. İmam Zehebî, bu sözün mevdû’ (uydurma) ve bâtıl olduğunu söylemiştir. İbnu’l Cevzî de bunu ‘el-Mevdûât” adlı eserinde getirip bunun mevdû’ (uydurma) olduğunu söylemiştir. On bir sahâbîden rivâyetle vârid olduğu için Suyûtî bunu kitabına almıştır. (Keşfu’l Hafâ, Mektebetü’l Kudsî, No: 2811, 2/318) Molla Aliyyu’l Kârî, Sem’ân ve başkalarının, Enes’ten rivâyetle Peygamber’e nispet edilen; نَظْرَةٌ إِلَى وَجْهِ الْعَالِمِ أَحَبُّ إِلَى اللّٰهِ مِنْ عِبَادَةِ سِتِّينَ سَنَةً صِيَامًا وَقِيَامًا “Âlimin yüzüne bakmak; (gündüzleri) oruç tutarak, (geceleri) kıyâmu’l-leyl ile ihyâ ederek altmış yıl ibâdet etmekten Allah’a daha sevimlidir” sözünün, es-Sehâvî’nin de dediği gibi, sahîh olmadığını söylemiştir. (el-Mevdûâtü’l Kübrâ, Thk: Muhammed es-Sabbâğ, Dâru’l Emânet-Müessesetü’r Risâle, Beyrût, No: 562, S: 371) İbnu’l Cevzî, el-Mevdûât adlı eserinde, النَّظَرُ إِلَى وَجْهِ عَلِيٍّ عِبَادَةٌ “Ali’nin yüzüne bakmak ibâdettir” sözünün farklı rivâyet yollarını kaydettikten sonra (el-Mevdûât, S: 358-360) şöyle demiştir: هٰذَا حَدِيثٌ لاَ يَصِحُّ مِنْ جَمِيعِ طُرُقِهِ “Bu bütün rivâyet yolları bakımından sahîh olmayan bir Hadîs’tir.” (el-Mevdûât, Thk: Abdurrahman Muhammed Osman, el-Mektebetü’s Selefiyye, Medîne, S: 361) el-Elbânî, النَّظَرُ إِلَى وَجْهِ عَلِيٍّ عِبَادَةٌ “Ali’nin yüzüne bakmak ibâdettir” sözünün farklı rivâyet yollarını, kaynaklarını ve bu konudaki görüşleri detaylı şekilde kaydedip, bu sözün mevdû’ (uydurma) olduğunu söylemiştir. (Silsiletü’l Ehâdîsi’d Daîfe ve’l Mevdûa, Mektebetü’l Meârif, Riyâd, No: 4702, 10/239-251) 25 Mayıs 2020 - Pazartesi ______________________________ 87- Mîzân’da En Ağır Gelen Şey Nedir? Ebû’d Derdâ radıyallâhu anh’tan rivâyet edildiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: مَا شَيْءٌ أَثْقَلُ فِى مِيزَانِ الْمُؤْمِنِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ خُلُقٍ حَسَنٍ وَإِنَّ اللَّهَ لَيَبْغَضُ الْفَاحِشَ الْبَذِيءَ “Kıyâmet gününde mü’minin mîzânında güzel ahlâktan daha ağır gelen bir şey yoktur. Şüphesiz ki Allah kaba ve kötü sözlü (ahlâksız) kimseyi sevmez.” (Tirmizî, Birr, 62, No: 2002) 19 Mayıs 2020 - Salı ______________________________ 86- İstemez misin Ey Ömer; Dünya Onların, Âhiret Bizim Olsun?! Enes b. Mâlik’ten rivâyete göre o şöyle demiştir: Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına vardım; o hurma liflerinden örülü bir sedir üzerindeydi. Başının altında da, içi hurma lifiyle dolu olan deriden bir yastık vardı. Peygamberin teni ile sedir arasında bir elbise vardı. Ömer onun yanına girdi ve (hasır sedirin vücudunda iz bıraktığını görüp) ağladı. Bunun üzerine Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ona: مَا يُبْكِيكَ يَا عُمَرُ؟ “Seni ağlatan nedir, ey Ömer?” dedi. Ömer şöyle dedi: Allah’a yemin ederim ki, benim ağlayışım, Allah katında senin Kisrâ ve Kayser’den daha değerli olduğunu bilmemdendir… Bu ikisi dünya hayatında yaşadıkları saltanatı yaşamaktadırlar (dünyada saltanat sürmektedirler). Hâlbuki sen ey Allah’ın Rasûlü, gördüğüm bu yerdesin, (çok sade ve mütevâzı bir hayat yaşıyorsun). Buna karşılık Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: أَمَا تَرْضَى يَا عُمَرُ أَنْ تَكُونَ لَهُمُ الدُّنْيَا وَلَنَا الْاٰخِرَةُ؟ “Râzı olmaz mısın (istemez misin) ey Ömer; dünya onların olsun, âhiret de bizim?!” (Hz. Ömer dedi ki): Evet (isterim), yâ RasûlAllah, dedim. Nebî aleyhisselâm: فَإِنَّهُ كَذٰلِكَ “İşte bu böyledir” buyurdu. (el-Edebu’l Müfred, İmam Buhârî, 1163; Bkz: İbn-i Mâce, 4153) 17 Mayıs 2020 - Pazar ______________________________ 85- Rahmân’a Sevgili, Dilde Hafif, Mîzânda Ağır İki Kelime: a) Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallâhu anh şöyle demiştir: Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: مَثَلُ الَّذِى يَذْكُرُ رَبَّهُ وَالَّذِى لاَ يَذْكُرُ مَثَلُ الْحَىِّ وَالْمَيِّتِ “Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin benzeri, diri ile ölü gibidir.” (Buhârî, Deavât, 66, No: 6407) b) Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’ın rivâyetine göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Her kim günde 100 defa: سُبْحَانَ اللّٰهِ وَبِحَمْدِهِ ’Sübhânallâhi ve bi-hamdihi’ (Allah’ı tesbîh ve hamdederim) derse; günahları -deniz köpüğü kadar olsa bile- affedilir.” (Buhârî, Deavât, 65, No: 6405) c) Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’ın haber verdiğine göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: كَلِمَتَانِ خَفِيفَتَانِ عَلَى اللِّسَانِ، ثَقِيلَتَانِ فِى الْمِيزَانِ، حَبِيبَتَانِ إِلَى الرَّحْمٰنِ “Dilde hafif, mîzânda ağır ve Rahmân’a sevgili iki kelime (cümle) vardır: سُبْحَانَ اللّٰهِ الْعَظِيمِ، سُبْحَانَ اللّٰهِ وَبِحَمْدِهِ Sübhânallâhi’l-azîm, Sübhânallâhi ve bi-hamdihi.” (Buhârî, Deavât, 65, No: 6406) d) Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’ın rivâyetine göre, Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu: كَلِمَتَانِ حَبِيبَتَانِ إِلَى الرَّحْمٰنِ، خَفِيفَتَانِ عَلَى اللِّسَانِ، ثَقِيلَتَانِ فِى الْمِيزَانِ “Rahmân’a sevgili, dilde hafif, mîzânda ağır iki kelime vardır: سُبْحَانَ اللّٰهِ وَبِحَمْدِهِ، سُبْحَانَ اللّٰهِ الْعَظِيمِ Sübhânallâhi ve bi-hamdihi, Sübhânallâhi’l-azîm.” (Buhârî, Tevhîd, 58, No: 7563) e) Câbir’den rivâyete göre, Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Her kim bir kere: سُبْحَانَ اللّٰهِ الْعَظِيمِ وَبِحَمْدِهِ ‘Sübhânallâhi’l-Azîm ve bi-hamdih’ (Azîm olan Allah’ı hamdiyle tesbîh ederim) derse; onun için cennette bir hurma ağacı dikilir.” (Tirmizî, Deavât, 60, No: 3464, 3465; Sahîhu Süneni't Tirmizî, 3/429-430, Hadîs sahîhtir.) 16 Mayıs 2020 - Cumartesi ______________________________ 84- Âlimin Âbide Üstünlüğü: Ebû Umâme el-Bâhilî radıyallâhu anh’tan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah aleyhisselâm’a biri âbid, diğeri âlim olan iki kişiden bahsedildi de, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: فَضْلُ الْعَالِمِ عَلَى الْعَابِدِ كَفَضْلِى عَلَى أدْنَاكُمْ "Âlimin (ilim sahibinin) âbid (ibâdet eden)'e karşı üstünlüğü, benim sizin en aşağı mertebede olanınıza karşı üstünlüğüm gibidir." Sonra Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: إِنَّ اللّٰهَ وَمَلاَئِكَتَهُ وَأَهْلَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِينَ حَتَّى النَّمْلَةَ فِى جُحْرِهَا وَحَتَّى الْحُوتَ لَيُصَلُّونَ عَلَى مُعَلِّمِ النَّاسِ الْخَيْرَ "Şüphesiz Allah Teâlâ, melekleri, göklerin ve yerlerin halkı, yuvasındaki karıncalar, hatta balıklar, insanlara hayrı (ilmi) öğretene mağfiret duasında bulunurlar." İmam Tirmizî şöyle demiştir: “Ebû Ammâr Huseyn b. Hureys el-Huzâî’yi şöyle derken işittim: Fudayl b. Iyâd’dan işittim, şöyle diyordu: عَالِمٌ عَامِلٌ مُعَلِّمٌ يُدْعَى كَبِيرًا فِى مَلَكُوتِ السَّمَوَاتِ “Bilen (âlim), bildiğiyle amel eden (âmil) ve başkalarına öğreten (muallim) kimse gökler âleminde büyük kişi olarak çağrılır.” (Tirmizî, İlm, 19, No: 2685; Sahîhu Süneni’t Tirmizî, Mektebetü’l Meârif, 3/72, Hadîs sahîhtir.) 15 Mayıs 2020 - Cuma ______________________________ 83- Kabir Azâbı Hakkında: Ahmed b. Hanbel, Berâ b. Âzib radıyallâhu anh’tan şöyle nakleder: Rasûlulah aleyhisselâm ile birlikte bir cenâzeye çıkmıştık… Peygamberimiz buyurdu: حَتَّى إِذَا خَرَجَ رُوحُهُ صَلَّى عَلَيْهِ كُلُّ مَلَكٍ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ وَكُلُّ مَلَكٍ فِى السَّمَاءِ، وَفُتِحَتْ لَهُ أَبْوَابُ السَّمَاءِ لَيْسَ مِنْ أَهْلِ بَابٍ إِلاَّ وَهُمْ يَدْعُونَ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ أَنْ يَعْرُجَ بِرُوحِهِ مَنْ قِبَلِهِمْ “Nihâyet (mü’minin) rûhu çıkınca gök ile yer arasındaki ve gökteki her melek ona dua eder. Ona gök kapıları açılır. Her kapıda bulunan melekler onun rûhunun Allah’a kendileri tarafından çıkarılması için dua ederler.” Hadîs’in sonunda şöyle geçmektedir: ثُمَّ يُقَيَّضُ لَهُ أَعْمَى أَصَمُّ أَبْكَمُ فِى يَدِهِ مَرْزَبَّةٌ لَوْ ضُرِبَ بِهَا جَبَلٌ كَانَ تُرَابًا فَيَضْرِبُهُ ضَرْبَةً فَيَصِيرُ تُرَابًا ثُمَّ يُعِيدُهُ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ كَمَا كَانَ فَيَضْرِبُهُ ضَرْبَةً أُخْرَى فَيَصِيحُ صَيْحَةً يَسْمَعُهَا كُلُّ شَيْءٍ إِلاَّ الثَّقَلَيْنِ “Sonra onun (kâfir) için kör, sağır ve dilsiz biri görevlendirilir. Elinde öyle bir balyoz vardır ki, onunla bir dağa vurulsa, toz toprak olurdu. Kâfire öyle bir vurur ki, onu toprağa dönüştürür. Sonra Allah Azze ve Celle onu önceki hâline çevirir. Görevli ona öyle bir vuruşla vurur ki, insanlar ve cinler dışında herkesin duyabileceği bir çığlık atar.” قَالَ الْبَرَاءُ: ثُمَّ يُفْتَحُ لَهُ بَابٌ مِنَ النَّارِ وَيُمَهَّدُ لَهُ فَرْشٌ مِنَ النَّارِ Berâ der ki: Sonra onun için cehennemden bir kapı açılır ve onun için cehennemden bir sergi döşenir. Süfyân-ı Sevrî, babasından, o da Hayseme’den şöyle nakleder: Berâ radıyallâhu anh, Allah Teâlâ’nın: يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذِينَ اٰمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِى الْاٰخِرَةِ “Allah, iman edenlere dünya hayatında da âhirette de kavl-i sâbit (sâbit/sağlam söz, Kelime-i Tevhîd) üzere sebât verir” (İbrâhîm: 27) buyruğu hakkında: Bu, kabir azâbı hakkında (ondan korunma hususunda)dır, demiştir. (Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, İbn-i Kesîr, Thk: Sâmî b. Muhammed es-Selâme, Dâru Tıybe li’n Neşr ve’t Tevzî’, Riyâd, 4/496)
15 Mayıs 2020 - Cuma __________________________________ 82- Mü’min Tek Bağırsağını Doldurmak İçin Yer İçer! a) Nâfi’den rivâyete göre o dedi ki: İbn-i Ömer, kendisiyle birlikte yemek yiyecek bir yoksul getirilmedikçe yemek yemezdi. Bir gün onunla birlikte yemek yesin diye bir adamı içeriye aldım. Adam çok fazla yemek yedi. İbn-i Ömer: Ey Nâfi’, bu adamı bir daha yanıma getirme, dedi. Çünkü ben Nebî aleyhisselâm’ı şöyle buyururken dinledim: الْمُؤْمِنُ يَأْكُلُ فِى مِعًى وَاحِدٍ وَالْكَافِرُ يَأْكُلُ فِى سَبْعَةِ أَمْعَاءٍ “Mü’min bir bağırsak içine (bir bağırsağı doldurmak için) yer, kâfir ise yedi bağırsak içine (yedi bağırsağı doldurmak için) yer.” (Buhârî, 5393; Müslim, 2061, 2062; Bkz: Buhârî, 5394, 5395, 5396, 5397; Müslim, 2060) b) Ebû Hüreyre’den rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm’a bir kâfir misâfir oldu. Rasûlullah aleyhisselâm’ın emri ile onun için bir koyunun sütü sağıldı. O da koyundan sağılan o sütü içti. Sonra bir daha sağıldı, onu da içti, sonra bir koyun daha sağıldı, onu da içti. Nihâyet yedi koyunun sağılan sütünü içti. Sonra o kişi sabahı edince Müslüman oldu. Rasûlullah aleyhisselâm’ın verdiği emir ile onun için bir koyunun sütü sağıldı, sonra diğerinin sütünün sağılmasını emrettiği halde onun tamamını içemedi. Bunun üzerine Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: الْمُؤْمِنُ يَشْرَبُ فِى مِعًى وَاحِدٍ وَالْكَافِرُ يَشْرَبُ فِى سَبْعَةِ أَمْعَاءٍ “Mü’min bir bağırsak içine (bir bağırsağı doldurmak için) içer, kâfir ise yedi bağırsak içine (yedi bağırsağı doldurmak için) içer.” (Müslim, 2063) Açıklama: Hadîs’in ne anlama geldiği hususunda farklı te’vîller bulunmaktadır. 1) Bazı âlimlere göre, Hadîs’in zâhirinin kastedilmediği, asıl maksadın, mü’minin dünyaya karşı zâhidliğini, az nasiple yetindiğini, kâfirin ise dünyaya karşı tutkusunu, bağlılığını ve hırsını bir örnekle, bir temsîlle açıklamak olduğunu ifade etmektir. Az yemek, kişinin ahlâkının güzelliklerindendir. Çok yemek ise bunun zıddıdır. 2) Hadîs’in anlamının; mü’minin helâl yediğini, kâfirin ise helâl veya haram ne bulursa yediğini ifade etmek olduğu söylenmiştir. Nitekim varlık âleminde helâl olan şeyler haramlardan daha azdır. 3) Hadîs’ten maksat; çok yemek yemenin kâfirin niteliği olduğunu, mü’minin ise iktisâdlı davrandığını anlatmak ve onu az yemeye teşvik etmektir. 4) Başka bir açıklamaya göre, mü’minin yemek yerken Yüce Allah’ın adını anarak besmeleyle başlaması ve bundan dolayı yemeğine şeytanın ortak olmamasıdır. Kâfirin ise, Allah’ın adını anmadığı için yemeğine şeytanın ortak olması sebebiyle çok yemesidir. 5) Tıb bilginleri, insanın mideden sonra ona bitişik üç tane ince bağırsağı olduğunu, sonra da üç tane kalın bağırsağı olduğunu söylemişlerdir. Hadîs’te insanın yedi bağırsağının olduğu söylenirken, tağlîb yoluyla mideye de bağırsak denilmiştir. Kâfir çok açgözlü olduğu için genelde bunları doldurmadan yemekten çekilmez. 6) Hadîs’te ‘yedi’den kastın, yedi nitelik olduğu da söylenmiştir. Bunlar; hırs, açgözlülük, uzun emel, tamahkârlık, geniş mide, kıskançlık ve şişmanlıktır. İşte kâfir bunları doldurmaya ve doyurmaya çalışır. Burada mü’minin ise, bu kötü niteliklerden yüz çevirip sadece yeme içme ihtiyacını karşıladığı ifade edilmiş olmaktadır. 7) Hadîs’in zâhiri üzere olduğu da söylenmiştir. Bu görüşte olanlar farklı açıklamalar yapmışlardır. 7a) Bu kanâatte olanlardan gelen birinci açıklamaya göre; Hadîs muayyen bir şahıs hakkında vârid olmuştur. ‘Kâfir’ lafzının başındaki ‘lâm’ cins için değil, ‘ahd’ içindir. Bu görüşü İbn-i Abdilberr kesin ifadelerle dile getirmiş ve savunmuştur. Görüşünü savunurken de, Hadîs’e bu şekilde anlam verilmezse, te’vîl etmeye imkân olmadığını söylemiş; gerekçe olarak da, bazı kâfirlerin mü’minlerden daha az yemek yediğini, bazı mü’minlerin de kâfirlerden çok yemek yediğini, bazı kâfirlerin ise iman ettikten sonra yediği yemek miktarında bir azalma olmadığını söylemiştir. 7b) Bu husustaki ikinci görüşe göre, Hadîs genel duruma göre vârid olmuştur. Hadîs’teki ‘yedi’ sayısının da çokluğu ifade etmek için mübâlağa kastıyla geçtiği söylenmiştir. Bu durum Rabbimizin şu buyruğu gibidir: “Eğer yeryüzünde bulunan bütün ağaçlar kalem olsa ve deniz de ardından yedi deniz daha ona (mürekkep olup) katılsa yine de Allah’ın kelimeleri tükenmezdi. Muhakkak Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.” (Lokman: 27) 8) İbn-i Ömer’in, yanında çokça yemek yiyen kimse hakkında, “bu adamı bir daha yanıma getirme” demesinin nedeni ise, o adamın hâlinin kâfirlere benzemesidir. Kâfirlere benzeyen kişi ile de ihtiyaç olmadan veya zorunluluk bulunmadan oturup kalkmak mekrûhtur. Allah en iyi bilendir. 9 Mayıs 2020 - Cumartesi __________________________________ 82- Tecâhül-ü Ârif! A’meş rahımehullâh şöyle demiştir: التَّغَافُلُ يُطْفِئُ شَرًّا كَثِيرًا “Bilmezden gelmek (görmezlikten gelmek, bilmiyormuş gibi davranmak) birçok şerri söndürür.” (Feydu’l Kadîr Şerhu’l Câmii’s Sağîr, Münâvî, el-Mektebetü’t Ticâriyyetü’l Kübrâ, Mısır, 1/121) 9 Mayıs 2020 - Cumartesi __________________________________ 81- Perhiz ve Sükût! Vehb b. Münebbih rahımehullâh şöyle demiştir: أَجْمَعَتِ الأَطِبَّاءُ أَنَّ رَأْسَ الطِّبِّ الْحِمْيَةُ، وَأَجْمَعَتِ الْحُكَمَاءُ أَنَّ رَأْسَ الْحِكْمَةِ الصَّمْتُ “Tıbbın başının perhiz olduğu konusunda hekîmler; hikmetin başının da sükût olduğu konusunda hakîmler (bilge insanlar) icmâ etmiştir.” (es-Sumtu ve Âdâbu’l Lisân, İbn-i Ebî’d Dünyâ, Dâru’l Kitâbi’l Arabî, Beyrût, No: 619, S: 278) 5 Mayıs 2020 - Salı __________________________________ 80- Ramazanda Şeytanların Zincire Vurulması! Şeyhu’l-İslâm şöyle demiştir: وَكَمَا أَنَّ تَفْتِيحَ أَبْوَابِ الْجَنَّةِ وَتَغْلِيقَ أَبْوَابِ النَّارِ وَتَصْفِيدَ الشَّيَاطِينِ إذَا دَخَلَ شَهْرُ رَمَضَانَ إنَّمَا هُوَ لِلْمُسْلِمِينَ الَّذِينَ يَصُومُونَ رَمَضَانَ؛ لاَ الْكُفَّارِ الَّذِينَ لاَ يَرَوْنَ لَهُ حُرْمَةً “Nitekim Ramazan ayı girdiği zaman cennet kapılarının sonuna kadar açılması, cehennem kapılarının sıkıca kapanması ve şeytanların zincire vurulması, Ramazan’a hürmet etmeyen kâfirler için değil, o ayda oruç tutan Müslümanlar içindir.” (Mecmûu’l Fetâvâ, 5/131, 5/242) 5 Mayıs 2020 - Salı __________________________________ 79- Hâkimler Üç Kısımdır: Abdullah b. Bureyde’nin babasından rivâyetine göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: الْقُضَاةُ ثَلاَثَةٌ اثْنَانِ فِى النَّارِ وَوَاحِدٌ فِى الْجَنَّةِ رَجُلٌ عَلِمَ الْحَقَّ فَقَضَى بِهِ فَهُوَ فِى الْجَنَّةِ وَرَجُلٌ قَضَى لِلنَّاسِ عَلَى جَهْلٍ فَهُوَ فِى النَّارِ وَرَجُلٌ جَارَ فِى الْحُكْمِ فَهُوَ فِى النَّارِ “Kâdîlar (hâkimler) üç kısımdır. İkisi ateşte (cehennemde), biri cennettedir. Hakkı bilip onunla hükmeden adam cennettedir. Hakkı bilmediği halde insanlara hüküm veren adam ateştedir. Hükmünde zulmeden (yani hakkı bildiği halde bâtıl ile hükmeden) adam da ateştedir.” (Lafız, İbn-i Mâce’ye aittir.) Sünen-i İbn-i Mâce’de, Hadîs’in râvîsi İbn-i Bureyde’nin babası olan Bureyde’nin şöyle dediği kayıtlıdır: إِنَّ الْقَاضِيَ إِذَا اجْتَهَدَ فَهُوَ فِى الْجَنَّةِ “Rasûlullah aleyhisselâm’ın bu Hadîsi olmasaydı; biz: ‘Kâdî (hâkim) ictihâd ettiği zaman cennettedir’ diyecektik. Sünen-i Ebû Dâvûd’da ise, Ebû Dâvûd’un şöyle dediği kayıtlıdır: وَهَذَا أَصَحُّ شَىْءٍ فِيهِ يَعْنِى حَدِيثَ ابْنِ بُرَيْدَةَ الْقُضَاةُ ثَلاَثَةٌ “Bu, ‘kadîlar üç kısımdır’ diye başlayan İbn-i Bureyde’nin rivâyeti olan Hadîs, bu mevzuda gelen Hadîslerin en sahîhidir.” (İbn-i Mâce, Ahkâm, 3, No: 2315; Ebû Dâvûd, Akdıye, 2, No: 3573) 3 Mayıs 2020 - Pazar __________________________________ 78- Akıllı Kimsenin Dili Kalbinin Arkasıdır; Ahmağın Kalbi ise, Dilinin Arkasındadır! √ Hz. Ali radıyallâhu anh ise şöyle demiştir: لِسَانُ الْعَاقِلِ فِى قَلْبِهِ وَقَلْبُ الْأَحْمَقِ فِى لِسَانِهِ “Akıllı kimsenin dili kalbinin arkasındadır. Ahmağın kalbi ise, dilinin arkasındadır.” (Berîka, Ebû Saîd Muhammed el-Hâdimî el-Hanefî, Matbaatü’l Halebî, 3/161) √ Hasan-ı Basrî rahımehullâh şöyle demiştir: لِسَانُ الْعَاقِلِ مِنْ وَرَاءِ قَلْبِهِ، فَإِذَا أَرَادَ أَنْ يَتَكَلَّمَ فَكَّرَ، فَإِنْ كَانَ لَهُ قَالَ، وَإِنْ كَانَ عَلَيْهِ سَكَتَ، وَقَلْبُ الْجَاهِلِ مِنْ وَرَاءِ لِسَانِهِ "Akıllı kimsenin dili, kalbinin arkasındadır. Konuşmak istediğinde düşünür; lehine olursa söyler, aleyhine olursa susar. Cahilin (ahmağın) kalbi ise, dilinin arkasındadır.” (Behcetü'l Mecâlis, İbn-i Abdilberr, S: 13) 26 Nisan 2020 - Pazar __________________________________ 77- Kelâm da Ameldendir! Ömer b. Abdülazîz rahımehullâh şöyle demiştir: مَنْ لَمْ يَعُدَّ كَلَامَهُ مِنْ عَمَلِهِ كَثُرَتْ خَطَايَاهُ "Her kim kelâmını (konuşmasını) amelinden saymazsa, hataları (günahları) çok olur!" (Edebü'd Dünyâ ve'd-Dîn, Ebû'l Hasen el-Mâverdî, Dâru Mektebeti'l Hayât, S: 277) __________________________________ 76- Peygamberimizin Hikmetli Üslûbu: Âişe radıyallâhu anhâ’dan rivâyete göre, o şöyle demiştir: Nebî aleyhisselâm’a bir adamdan (hoşa gitmeyecek) bir şey ulaşırsa, (onun ismini anmamak için);
مَا بَالُ فُلاَنٍ يَقُولُ “falan kişiye ne oluyor da böyle diyor?”demezdi de, مَا بَالُ أَقْوَامٍ يَقُولُونَ كَذَا وَكَذَا “bir takım insanlara ne oluyor da, şöyle şöyle konuşuyorlar?” derdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 8, No: 4788; Bkz: Müslim, 1401; Nesâî, 3217) 26 Nisan 2020 - Pazar __________________________________ 75- Câhiller Sussaydılar… Süheylî rahımehullâh şöyle demiştir: وَلَوْ سَكَتَ الْجَاهِلُ لَقَلّ الْخِلَافُ "Şayet câhil sussaydı, ihtilâf az olurdu." (er-Ravdu'l Unuf fî Şerhi's Sîreti'n Nebeviyye li’bni Hişâm, Ebû'l Kâsım Abdurrahman b. Abdullah es-Süheylî, Dâru İhyâi't Türâsi'l Arabî, Beyrût, 1412, 6/205) 27 Ocak 2020 - Pazartesi __________________________________ 74- Cennet Pahalıdır! Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: مَنْ خَافَ أَدْلَجَ وَمَنْ أَدْلَجَ بَلَغَ الْمَنْزِلَ أَلاَ إِنَّ سِلْعَةَ اللّٰهِ غَالِيَةٌ أَلاَ إِنَّ سِلْعَةَ اللّٰهِ الْجَنَّةُ “Korkan kimse, gece karanlığında yol alır. Gece yol alan, menzile ulaşır. Dikkat edin! Allah’ın metâı (ticâret için ortaya koyduğu mal) çok pahalıdır. Dikkat edin! Allah’ın malı cennettir.” (Tirmizî, Kıyâmet, 18, No: 2450; Sahîhu Süneni’t Tirmizî, Mektebetü’l Meârif, 2/587) 27 Ocak 2020 - Pazartesi __________________________________ 73- Saptırıcı İmamlar! Sevbân radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا أَخَافُ عَلَى أُمَّتِى الأَئِمَّةَ الْمُضِلِّينَ “Ben ümmetim hakkında ancak saptırıcı imamlardan (yoldan çıkartıp bid’atleri emreden dînî ve siyâsî liderlerden, önderlerden) korkarım.” (Tirmizî, Fiten, 51, No: 2229; Ebû Dâvûd, Fiten, 1, No: 4252) 27 Ocak 2020 - Pazartesi __________________________________ 72- Taklîdî İman Sahîhtir: Şeyh Ebû Amr b. es-Salâh rahımehullâh şöyle demiştir: وَفِيهِ دَلَالَةٌ لِصِحَّةِ مَا ذَهَبَ إِلَيْهِ أَئِمَّةُ الْعُلَمَاءِ مِنْ أَنَّ الْعَوَامَّ الْمُقَلِّدِينَ مُؤْمِنُونَ وَأَنَّهُ يُكْتَفَى مِنْهُمْ بِمُجَرَّدِ اعْتِقَادِ الْحَقِّ جَزْمًا مِنْ غَيْرِ شَكٍّ وَتَزَلْزُلٍ خِلَافًا لِمَنْ أَنْكَرَ ذَلِكَ مِنَ الْمُعْتَزِلَةِ “Bu Hadîs’te (Müslim, 12) ulemânın imamlarının, -Mu’tezile’den bunu inkâr edenlerin kanâatinin aksine- kabul ettiği, mukallid avâmın mü’min oldukları ve herhangi bir şüphe ve sarsıntı olmaksızın kesin olarak yalnızca hak olana i’tikâd etmelerinin onlar için yeterli olacağı şeklindeki kanâatlerinin doğru olduğuna delil bulunmaktadır.” (el-Minhâc, İmam Nevevî, 1/171) 26 Ocak 2020 - Pazar __________________________________ 71- Altına Neden “Zeheb” (ذَهَبٌ) Denir? Neftaveyh (نفطويه) şöyle demiştir: سُمِّيَ الذَّهَبُ ذَهَبًا لِأَنَّهُ يَذْهَبُ وَلاَ يَبْقَى “Altına ‘zeheb’ denmesinin sebebi, onun kalmayıp gitmesinden dolayıdır.” (el-Minhâc, en-Nevevî, 1/157) 26 Ocak 2020 - Pazar __________________________________ 70- Bir Âyeti Düşünerek Okumak, Tüm Kur’ân’ı Düşünmeden Hatmetmekten Daha Hayırlıdır: İbn-i Kayyım el-Cevziyye rahımehullâh şöyle demiştir: فَقِرَاءَةُ اٰيَةٍ بِتَفَكُّرٍ وَتَفَهُّمٍ خَيْرٌ مِنْ قِرَاءَةِ خَتْمَةٍ بِغَيْرِ تَدَبُّرٍ وَتَفَهُّمٍ Tefekkür ederek ve anlayarak bir Âyet okumak, düşünmeden ve anlamadan tüm Kur’ân’ı okumaktan daha hayırlıdır.” (Miftâhu Dâri’s Saâde, Thk: Abdurrahman b. Hasen b. Kâid, Mecmeu’l Fıkhi’l İslâmî, Cidde, 1/535) 26 Ocak 2020 - Pazar __________________________________ 69- Âlimin ve Âbidin Ölümü! Hz. Ömer radıyallâhu anh şöyle demiştir: مَوْتُ أَلْفِ عَابِدٍ أَهْوَنُ مِنْ مَوْتِ عَالِمٍ بَصِيرٍ بِحَلاَلِ اللّٰهِ وَحَرَامِهِ "(Geceyi kıyâm, gündüzü sıyâm'la geçiren) bin âbidin ölümü, helâl ve haramı bilen bir âlimin ölümünden daha ehvendir." (Miftâhu Dâri's Saâde, 1/341, 402) 26 Ocak 2020 - Pazar __________________________________ 68- Yan Gelip Yatarak İlim Öğrenilmez! Abdullah b. Yahyâ b. Ebû Kesîr rahımehullâh, babasının şöyle dediğini işitmiştir: لاَ يُسْتَطَاعُ الْعِلْمُ بِرَاحَةِ الْجِسْمِ "Beden rahatlığı ile (yorulmadan) ilim elde edilemez." (Müslim, Mesâcid, 175, No: 612f) 26 Ocak 2020 - Pazar __________________________________ 67- “Sakin Ol! Ben Kureyş’ten Kuru Et Yiyen Bir Kadının Oğluyum!” Ebû Mes’ûd radıyallâhu anh’tan rivâyete göre o şöyle demiştir: Bir gün (Fetih günü) bir adam, Rasûlullah aleyhisselâm’ın yanına geldi ve onunla konuştu. Konuşma esnasında (korkudan ve heyecandan, ferîsaları yani omuzları ile yanları arası) titremeye başladı. Bunun üzerine Nebî aleyhisselâm, adama: هَوِّنْ عَلَيْكَ فَإِنِّى لَسْتُ بِمَلِكٍ إِنَّمَا أَنَا ابْنُ امْرَأَةٍ تَأْكُلُ الْقَدِيدَ “Kendine gel! (Korkma, sakin ol!) Çünkü ben kral değilim. Ben ancak (Kureyşli) kuru et (tuzlanıp güneşte kurutulmuş et) yiyen bir kadının oğluyum” dedi. (İbn-i Mâce, Et’ıme, 30, No: 3312; el-Mu’cemu’l Evsât, Taberânî, Dâru’l Harameyn, Kâhire, No: 1260, 2/64; Müstedrek, Hâkim, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, Beyrût, No: 3733, 2/506; No: 4366, 3/50; Mecmeu’z Zevâid, Heysemî, Mektebetü’l Kudsî, Kâhire, No: 14220, 9/20; Sahîhu Süneni İbn-i Mâce, Mektebetü’l Meârif, Riyâd, 3/128, Hadîs sahîhtir. İmam Hâkim de, bu Hadîs’in, -kitaplarına almamış olsalar da- İmam Buhârî ve İmam Müslim’in şartlarına göre sahîh olduğunu söylemiştir.) Not: Tevâzuyu görüyor musunuz? Görüp de örnek alıyor musunuz? Nebî'nin güzel örnekliği nerede, bugün az biraz yetki sahibi olduğunda gurur, kibir, hırs ve ihtirâstan başı dönüp kendilerini kral sananlar ya da mürîdlerine kibir ve gurur içinde hitap edenler, onları karşılarında hizaya dizenler, huzurlarında konuşulmasını saygısızlık sanacak kadar kendilerini yükseklerde görenler nerede?! İtaatten uzak, kuru bir lafla Ümmet-i Muhammed olunamaz! Gerçek anlamda onun ümmeti olabilmek, onun Sünnetine ittibâ ile mümkündür. 26 Ocak 2020 - Pazar __________________________________ 66- Sadece Kitap Okumakla ve Kulaktan Dolma Bilgilerle Fetvâ Vermek! İbn-i Kayyım el-Cevziyye rahımehullâh şöyle demiştir: وَمَنْ أَفْتَى النَّاسَ بِمُجَرَّدِ الْمَنْقُولِ فِي الْكُتُبِ عَلَى اخْتِلَافِ عُرْفِهِمْ وَعَوَائِدِهِمْ وَأَزْمِنَتِهِمْ وَأَمْكِنَتِهِمْ وَأَحْوَالِهِمْ وَقَرَائِنِ أَحْوَالِهِمْ فَقَدْ ضَلَّ وَأَضَلَّ، وَكَانَتْ جِنَايَتُهُ عَلَى الدِّينِ أَعْظَمَ مِنْ جِنَايَةِ مَنْ طَبَّبَ النَّاسَ كُلَّهُمْ عَلَى اخْتِلَافِ بِلَادِهِمْ وَعَوَائِدِهِمْ وَأَزْمِنَتِهِمْ وَطَبَائِعِهِمْ بِمَا فِى كِتَابٍ مِنْ كُتُبِ الطِّبِّ عَلَى أَبْدَانِهِمْ، بَلْ هَذَا الطَّبِيبُ الْجَاهِلُ وَهَذَا الْمُفْتِى الْجَاهِلُ أَضَرُّ مَا عَلَى أَدْيَانِ النَّاسِ وَأَبْدَانِهِمْ وَاَللَّهُ الْمُسْتَعَانُ “Her kim, insanların örflerinin, âdetlerinin, zamanlarının, mekânlarının, hallerinin ve hallerinin karînelerinin/delillerinin farklılığına rağmen, mücerret olarak kitaplardaki nakillere göre fetvâ verirse; hem sapmış, hem de (insanları) saptırmış olur. Böyle yapan birinin dine karşı işlediği cinâyet; insanların yaşadıkları memleketlerinin, âdetlerinin, zamanlarının ve tabiatlarının farklılığına itibar etmeden, soyut olarak tıp kitaplarında nakledilen şeylerle insanları tedavi etmeye çalışan bir doktorun, insanların bedenlerine karşı işlediği cinâyetinden daha büyük bir cinâyettir. Bu câhil doktor ile bu câhil müftü, insanların dinlerine ve bedenlerine karşı en çok zararı dokunan kimselerdir. Bunlara karşı ancak Allah’tan yardım istenir.” (İ’lâmu’l Muvakkıîn, Thk: Muhammed Abdüsselâm İbrâhîm, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, Beyrût, 3/66) 4 Aralık 2019 - Çarşamba __________________________________ 65- Eğitimli Köpek Bile Eğitimsiz Köpekten Üstündür: İbn-i Kayyım el-Cevziyye rahmetüllâhi aleyh şöyle demiştir: إن الله سبحانه جعل صيد الكلب الجاهِل ميتة يحرم اكلها وأباح صيد الكلب المعلم وهذا أيضا من شرف العلم إنه لا يباح إلا صيد الكلب العالم وأما الكلب الجاهل فلا يحل أكل صيده فدل على شرف العلم وفضله قَالَ اللّٰهُ تَعَالٰى: ﴿يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا أُحِلَّ لَهُمْ قُلْ أُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُ وَمَا عَلَّمْتُمْ مِنَ الْجَوَارِحِ مُكَلِّبِينَ تُعَلِّمُونَهُنَّ مِمَّا عَلَّمَكُمُ اللّٰهُ فَكُلُوا مِمَّا أَمْسَكْنَ عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُوا اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَاتَّقُوا اللّٰهَ إِنَّ اللّٰهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ﴾ ولولا مزية العلم والتعليم وشرفهما كان صيد الكلب المعلم والجاهل سواء “Allah Sübhânehu, eğitimsiz köpeğin avını, yenilmesi haram olan bir leş saymış, eğitimli bir köpeğin yakaladığı avı ise helâl saymıştır. Bu da, ilmin üstün oluşu (şerefi) sebebiyledir. O yüzden sadece eğitimli köpeğin avı mubâh kılınmıştır. Eğitimsiz köpeğin yakaladığı avı yemek ise helâl olmaz. İşte bu durum, ilmin üstün oluşuna ve faziletine delâlet etmektedir. Allah Teâlâ buyurdu: ‘Senden kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: ‘Size bütün iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Allah’ın size öğrettikleri ile alıştırıp öğrettiğiniz avcı hayvanların avları da. Artık onların sizin için tuttuklarından yeyin. Üzerine Allah’ın adını anın ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah hesabı pek çabuk görendir.’’ (Mâide: 4) Eğer ilim ve eğitimin (ta’lîmin) meziyet ve üstünlüğü olmasaydı, eğitimli ile eğitimsiz köpeğin tuttukları avın hükmü eşit olurdu.” (Miftâhu Dâri’s Saâde, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, Beyrût, 1/55) 4 Aralık 2019 - Çarşamba __________________________________ 64- Şeytanlardan, Zehirli Haşerelerden ve Kem Gözlerden Korunmak İçin Okunacak Dua: a) İbn-i Abbâs radıyallâhu anhumâ’dan rivâyete göre o şöyle demiştir: Nebî aleyhisselâm, (torunları) Hasan ve Hüseyin radıyallâhu anhumâ’nın korunmaları için şu duayı okur ve şöyle buyururdu: Şüphesiz babanız (İbrâhîm aleyhisselâm), (oğulları) İsmâîl ve İshâk aleyhimesselâm’a bu dua ile okuyup üflerdi: أَعُوذُ بِكَلِمَاتِ اللّٰهِ التَّامَّةِ مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ وَهَامَّةٍ وَمِنْ كُلِّ عَيْنٍ لاَمَّةٍ “Her bir şeytandan ve her bir zehirli haşereden, insana zarar ve musibet veren her bir gözden Allah’ın tam (noksansız) kelimelerine sığınırım.” (Buhârî, 3371; İbn-i Mâce, 3525) b) İbn-i Abbâs radıyallâhu anhumâ’dan rivâyete göre o şöyle demiştir: Rasûlullah aleyhisselâm, (torunları) Hasan ve Hüseyin radıyallâhu anhumâ’yı korunmaları için şu şekilde okuyarak tedavi ederdi: أُعِيذُكُمَا بِكَلِمَاتِ اللّٰهِ التَّامَّةِ مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ وَهَامَّةٍ وَمِنْ كُلِّ عَيْنٍ لاَمَّةٍ “Her ikinizi de, her bir şeytandan ve her bir zehirli haşereden, insana zarar ve musibet veren her bir gözden Allah’ın tam kelimelerine sığındırırım.” Nebî aleyhisselâm yine şöyle derdi: “(Büyük babanız) İbrâhîm aleyhisselâm da, (oğulları) İshâk ve İsmâîl aleyhimesselâm’ı bu dua ile okuyup tedavi ederdi.” (Tirmizî, 2060) Ebû Dâvûd rahımehullâh şöyle demiştir: هٰذَا دَلِيلٌ عَلَى أَنَّ الْقُرْاٰنَ لَيْسَ بِمَخْلُوقٍ
“Bu (Hadîs), Kur’ân’ın mahlûk olmadığına bir delildir.” (Ebû Dâvûd, 4737) 1 Aralık 2019 - Pazar __________________________________ 63- Rasûlullah’ın En Çok Okuduğu Dua: a) Enes b. Mâlik’ten, Şehr b. Havşeb (شَهْرُ بْنُ حَوْشَبٍ)’den, Kuleyb el-Cermî’nin babasından ve dedesinden rivâyetlerine göre, Rasûlullah aleyhisselâm en çok şöyle dua ederdi: يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْبِى عَلَى دِينِكَ “Ey kalpleri halden hâle çeviren (Allah’ım), kalbimi dinin üzere sâbit kıl!” (Tirmizî, 2140, 3522, 3587) b) Abdullah b. Amr b. Âs’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle derdi: اللَّهُمَّ مُصَرِّفَ الْقُلُوبِ صَرِّفْ قُلُوبَنَا عَلَى طَاعَتِكَ “Kalpleri evirip çeviren Allah’ım, kalplerimizi sana itaate çevir!” (Müslim, 2655) c) en-Nevvâs b. Sem’ân el-Kılâbî’den (النَّوَّاسُ بْنُ سَمْعَانَ الْكِلاَبِيُّ) rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle dua ederdi: يَا مُثَبِّتَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قُلُوبَنَا عَلَى دِينِكَ “Ey kalpleri sâbit kılan (Allah’ım), kalplerimizi dinin üzere sâbit kıl!” (İbn-i Mâce, 199) d) Enes b. Mâlik radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şu duayı çok söylerdi: اللَّهُمَّ ثَبِّتْ قَلْبِى عَلَى دِينِكَ 21 Ağustos 2019 - Çarşamba __________________________________ 62- Asıl Sıla-i Rahm Nedir? Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmaktadır: لَيْسَ الْوَاصِلُ بِالْمُكَافِئِ، وَلَكِنِ الْوَاصِلُ الَّذِى إِذَا قَطَعَتْ رَحِمُهُ وَصَلَهَا “Akrabalık bağını gözeten, (yapılan iyiliğe karşılık vererek) mükâfâtlandıran kimse değildir. (Sıla-i rahm yapan, kendisine yapılan ziyâretin karşılığını yapan değildir.) Ama asıl akrabalık bağını gözeten (sıla-i rahm yapan) kimse, akrabalık bağı koparıldığı halde kendisi onu gözeten kimsedir. (Asıl sıla-i rahm yapan kimse, kendisiyle ilgiyi kesip ziyâret etmeyenlerle ilgiyi kesmeyen ve ziyârete devam edendir.)” (Buhârî, 5991; Tirmizî, 1908; Ebû Dâvûd, 1697) Asıl sıla-i rahm, sormayanı sormak, aramayanı aramak, gelmeyene gitmektir. Zira asıl fazilet, yalnızca iyiliğe karşı iyilik etmek yani iyiliğini gördüklerimize iyilik yapmak değildir. Mü’min âlicenap olmalıdır ve iyiliğini görmediklerine hatta kötülük edenlere bile iyilik edebilmelidir. 15 Ağustos 2019 - Perşembe __________________________________ 61- Çok Et Yemek: Hz. Ömer radıyallâhu anh şöyle demiştir: وَحَدَّثَنِى عَنْ مَالِكٍ عَنْ يَحْيَى بْنِ سَعِيدٍ أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ قَالَ إِيَّاكُمْ وَاللَّحْمَ فَإِنَّ لَهُ ضَرَاوَةً كَضَرَاوَةِ الْخَمْرِ “Etten sakının! Çünkü onun hamr (şarap) tiryakiliği gibi bir tiryakiliği vardır.” (Muvatta’, Sıfatü’n Nebî, 36) Açıklama: Hz. Ömer, bu sözüyle, et yemenin haram olduğunu söylemek istememiştir. Aksine bu sözüyle, nefsin arzuladığı her şeyi yemekten ve nefsin arzularının peşine düşüp kanaati ve iktisâdı terk etmekten sakındırmak istemiştir. Zira fazla et yenirse, et yemek alışkanlık hâline gelir ve insan hep et yemek ister. Dolayısıyla da ucuz yemekleri, mütevâzı ikrâmları ve sofraları beğenmez ve şükretmez olur. Genel olarak her şeyde, hatta yeme içme alışkanlığında, özelde de et yeme hususunda dahi iktisâdlı (ölçülü) olmak gerekir. Nefsin arzularının peşine düşmek ve her hususta olduğu gibi, yeme içmede de ölçüsüzlük ve taşkınlıklar küfür ehlinin bir vasfıdır. Yüce Rabbimiz, onların bu özelliklerine temasla şöyle buyurur: وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذِينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ أَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ فِى حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُمْ بِهَا فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِى الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَفْسُقُونَ “Kâfir olanların ateşe arzolunacakları o günde (onlara denir ki): ‘Siz, dünya hayatınızda hoşlandığınız her şeyinizi bitirdiniz ve onlardan yararlanıp durdunuz. Bugün, yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz ve fâsıklık etmeniz sebebiyle, aşağılanmak azâbı ile cezalandırılacaksınız.” (Ahkâf: 20) Kâfirler arzularınca yiyip içip, yoksul ve fakir mü’minlerle alay ederler. Onlar mallarıyla ve zenginlikleriyle övünerek, o mal ve imkânlar sebebiyle izzetli ve şerefli olduklarını sanırlar. Servet ve dünya imkânları ve makamları bakımından kendilerinden düşük gördükleri mü’minlerin de zelîl olduklarını söyleyerek, İslâm’a ve onlara karşı büyüklük taslarlar ve iman etmezler! İslâm’a göre mendûb olan, bol bol yemek değil, kanaat ve şükür ile ölçülü yemektir. Bu bakımdan, bol bol yeme davranışı övünülecek bir şey değildir! 15 Ağustos 2019 - Perşembe __________________________________ 60- Arefe ve Âşûrâ Günleri Oruç Tutmanın Fazileti: Ebû Katâde el-Ensârî radıyallâhu anh’tan rivâyet edildiğine göre o dedi ki: قَالَ وَسُئِلَ عَنْ صَوْمِ يَوْمِ عَرَفَةَ فَقَالَ: يُكَفِّرُ السَّنَةَ الْمَاضِيَةَ وَالْبَاقِيَةَ قَالَ وَسُئِلَ عَنْ صَوْمِ يَوْمِ عَاشُورَاءَ فَقَالَ: يُكَفِّرُ السَّنَةَ الْمَاضِيَةَ Rasûlullah aleyhisselâm’a arefe gününün orucu hakkında soruldu, o: “Geçen senenin ve gelecek senenin günahlarına keffârettir” buyurdu. Ona âşûrâ günü orucu hakkında soru soruldu. Allah Rasûlü: “Geçen senenin günahına keffâret olur” buyurdu. (Müslim, 1162) 10 Ağustos 2019 - Cumartesi [9 Zilhicce 1440] __________________________________ 59- Çok Yemenin Mekrûhluğu! Mikdâm b. Ma’dîkerib radıyallâhu anh şöyle demiştir: Ben, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: مَا مَلأَ اٰدَمِيٌّ وِعَاءً شَرًّا مِنْ بَطْنٍ بِحَسْبِ ابْنِ اٰدَمَ أُكُلاَتٌ يُقِمْنَ صُلْبَهُ فَإِنْ كَانَ لاَ مَحَالَةَ فَثُلُثٌ لِطَعَامِهِ وَثُلُثٌ لِشَرَابِهِ وَثُلُثٌ لِنَفَسِهِ “Âdemoğlu karın (mide)den daha kötü bir kap doldurmamıştır. Âdemoğluna, belini doğrultacak (kendisini ayakta tutacak) kadar (birkaç lokma) yemesi yeter. Şayet bu miktardan fazla yiyecek ise, (midesini üç kısma ayırsın); üçte biri yemek, üçte biri içecek ve üçte biri de nefes içindir.” (Tirmizî, Zühd, 47, No: 2380) İbn-i Mâce’nin rivâyeti ise şöyledir: Mikdâm b. Ma’dîkerib radıyallâhu anh şöyle demiştir: Ben, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: مَا مَلأَ اٰدَمِيٌّ وِعَاءً شَرًّا مِنْ بَطْنٍ حَسْبُ الْاٰدَمِيِّ لُقَيْمَاتٌ يُقِمْنَ صُلْبَهُ فَإِنْ غَلَبَتِ الْاٰدَمِيَّ نَفْسُهُ فَثُلُثٌ لِلطَّعَامِ وَثُلُثٌ لِلشَّرَابِ وَثُلُثٌ لِلنَّفَسِ “Âdemoğlu karın (mide)den daha kötü bir kap doldurmamıştır. Âdemoğluna, belini doğrultacak birkaç lokma yeter. Şayet Âdemoğluna nefsi galebe çalarsa, karnın (midenin) üçte biri yemek, üçte biri içecek ve üçte biri de nefes içindir." (İbn-i Mâce, Et’ıme, 50, No: 3349) 4 Ağustos 2019 - Pazar __________________________________ 58- Dinin Aslı Tevhîd’dir: Şeyhu’l-İslâm İbn-i Teymiyye rahımehullâh şöyle demiştir: وَعِبَادَةُ اللّٰهِ وَحْدَهُ: هِيَ أَصْلُ الدِّينِ وَهُوَ التَّوْحِيدُ الَّذِى بَعَثَ اللّٰهُ بِهِ الرُّسُلَ وَأَنْزَلَ بِهِ الْكُتُبَ فَقَالَ تَعَالٰى: "وَسْـَٔلْ مَنْ أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَا أَجَعَلْنَا مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ اٰلِهَةً يُعْبَدُونَ" وَقَالَ تَعَالٰى: "وَوَلَقَدْ بَعَثْنَا فِى كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا أَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ" وَقَالَ تَعَالٰى: "وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا نُوحِى إِلَيْهِ أَنَّهُ لَا إِلٰهَ اِلَّا أَنَا فَاعْبُدُونِ" “Yalnız Allah’a ibâdet etmek dinin aslıdır. O asıl, Allah’ın kendisiyle peygamberleri gönderdiği ve kitapları indirdiği Tevhîd’dir. Nitekim Allah Teâlâ: ‘Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor! Rahmân’dan başka ibâdet edilecek ilâhlar kılmış mıyız?’ (Zuhruf: 45), ‘Andolsun ki Biz her ümmete ‘Allah’a ibâdet edin ve tâğûttan kaçının’ diye (teblîğât yapması için) bir peygamber gönderdik’ (Nahl: 36), ‘Senden önce gönderdiğimiz her bir peygambere mutlaka: ‘Benden başka (gerçek) ilâh yoktur. O halde yalnız Bana ibâdet edin’ diye vahyederdik.’ (Enbîyâ: 25) buyurmaktadır.” (Mecmûu’l Fetâvâ, 3/397) 15 Haziran 2019 - Cumartesi __________________________________ 57- Mü’min ile Fâcirin Ölümü!.. Rasûlullah aleyhisselâm buyurdu: الْعَبْدُ الْمُؤْمِنُ يَسْتَرِيحُ مِنْ نَصَبِ الدُّنْيَا وَأَذَاهَا إِلَى رَحْمَةِ اللّٰهِ، وَالْعَبْدُ الْفَاجِرُ يَسْتَرِيحُ مِنْهُ الْعِبَادُ وَالْبِلاَدُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ “Mü’min olan kul (öldüğünde), dünyanın yorgunluklarından ve ezâlarından Allah’ın rahmetine gidip istirâhat eder. Fâcir olan kula gelince, ondan da diğer kullar, şehirler, ağaçlar ve hayvanlar kurtulup istirâhat ederler!” (Buhârî, Rikâk, 42, No: 6512; Nesâî, Cenâiz, 48, No: 1930; Ayrıca Bkz: Buhârî, Rikâk, 42, No: 6513; Müslim, Cenâiz, 21, No: 950; Nesâî, Cenâiz, 49, No: 1931) 9 Haziran 2019 - Pazar __________________________________ 56- Sıkıntı Esnasında Okunacak Dua: Rasûlullah aleyhisselâm, sıkıntıya düşenin duası şudur buyurdu: اللّٰهُمَّ رَحْمَتَكَ أَرْجُو فَلاَ تَكِلْنِى إِلَى نَفْسِى طَرْفَةَ عَيْنٍ وَأَصْلِحْ لِى شَأْنِى كُلَّهُ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ Okunuşu: ‘Allahümme rahmeteke ercû, felâ tekilnî ilâ nefsî tarfete áynin ve eslih lî şe’nî küllehû, lâ ilâhe illâ ente.’ Anlamı: “Allah’ım, Senin rahmetini umuyorum, beni göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsime bırakma, hâlimi tümüyle düzelt. Senden başka (hak/gerçek) ilâh yoktur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 110, H. No: 5090) 2 Haziran 2019 - Pazar (28 Ramazan 1440) __________________________________ 55- İftâr Duası: ⒜ Rasûlullah aleyhisselâm iftâr açtığı zaman şöyle dua ederdi: ذَهَبَ الظَّمَأُ وَابْتَلَّتِ الْعُرُوقُ وَثَبَتَ الْأَجْرُ إِنْ شَاءَ اللّٰهُ “Susuzluk gitti, damarlar ıslandı ve Allah’ın izniyle ecir sâbit oldu.” (Ebû Dâvûd, 2357, Hadîs Hasen’dir.) ⒝ Abdullah b. Amr b. el-Âs radıyallâhu anhumâ’dan rivâyete göre Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: إِنَّ لِلصَّائِمِ عِنْدَ فِطْرِهِ لَدَعْوَةً مَا تُرَدُّ “Şüphesiz her oruçlu için orucunu açtığında reddedilmeyen bir dua vardır.” İbn-i Ebî Müleyke şöyle demiştir: Abdullah b. Amr b. el-Âs radıyallâhu anhumâ’yı orucunu açtığı zaman şöyle derken işittim: اللّٰهُمَّ إِنِّى أَسْأَلُكَ بِرَحْمَتِكَ الَّتِى وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ أَنْ تَغْفِرَ لِى “Allah’ım! Her şeyi kaplayan rahmetinle beni mağfiret etmeni dilerim.” (İbn-i Mâce, 1753, Hadîs Hasen’dir.) 29 Mayıs 2019 - Çarşamba (24 Ramazan 1440) __________________________________ 54- Oruçlunun, İftâr Yemeği Veren Kimse İçin Yapacağı Dua: Rasûlullah aleyhisselâm Sa’d b. Ubâde’nin ve Sa’d b. Muâz’ın yanında iftârını açtı. Sonra şöyle dua etti: أَفْطَرَ عِنْدَكُمُ الصَّائِمُونَ وَأَكَـلَ طَعَـامَكُمُ الْأَبْرَارُ وَصَلَّتْ عَلَيْكُمُ الْمَلٰئِكَةُ “Oruçlular yanınızda iftâr etsin, yemeğinizi iyiler yesin ve melekler sizin için rahmet dilesin.” (Ebû Dâvûd, 3854; İbn-i Mâce, 1747, Hadîs Sahîh’tir.) 29 Mayıs 2019 - Çarşamba (24 Ramazan 1440) __________________________________ 53- Mü’min Bir Delikten İki Defa Isırılmaz! Bir mü’min, inandığı, güvendiği ve hüsn-ü zan yaptığı bir kimseye iyi niyeti ve yumuşak huyu sebebiyle bir kez kanabilir. Yani o kimse tarafından bir kez aldatılabilir. Ama mü’min, o kişiye ikinci kez kanmaz, kanmamalıdır. Çünkü böylesi bir tedbirsizlik ve yaşanandan ibret almamak, Nasslardaki ikaz, uyarı ve yasaklara da aykırıdır. Mü'min, prensipli, kararlı, tedbirli ve müteyakkız olmalıdır. Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: لاَ يُلْدَغُ الْمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ وَاحِدٍ مَرَّتَيْنِ “Mü’min, bir delikten iki defa ısırılmaz (sokulmaz).” (Buhârî, 6133; Müslim, 2998; Ebû Dâvûd, 4862, İbn-i Mâce, 3982, 3983) Hadîs, mü’min, önemli işlerde tökezlemeden, gerekli tedbirleri alarak ve ibretleri çıkartarak, hatalı yerleri de görerek ve hatadan sakınarak hareket eder anlamına da gelir. Mü’min, gerek dünya ve gerekse de âhiret işlerinde gafletten sakınan insandır. Akıllı ve olgun mü’min, “gâfil” değildir ve “gaflet” mü’minin sıfatı olamaz! Diğer taraftan, dirâyetli ve tedbirli olmak, yumuşak huylu olmaya münâfî/zıt değildir; bilakis bu ikisi birbirini tamamlar. Çoğunluğun anladığı bir anlam olarak, bu Hadîs, bir mü’min, herhangi bir sıkıntıyla karşılaşacak olursa, bir daha o sıkıntıya dönmez, yani ikinci defa o sıkıntıya maruz kalmaz, o sıkıntıdan ve o sıkıntıya neden olan sebepten uzak durur demektir. 24 Mayıs 2019 - Cuma (19 Ramazan 1440) __________________________________ 52- “Komşuyu Komşuya Mirasçı Kılacak Sandım!” ① Âişe, İbn-i Ömer, Abdullah b. Amr ve Ebû Hüreyre radıyallâhu anhum’dan yapılan rivâyetlere göre Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur. مَا زَالَ جِبْرِيلُ يُوصِينِى بِالْجَارِ حَتَّى ظَنَنْتُ أَنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ “Cibrîl/Cebrâîl bana komşuyu o kadar tavsiye edip durdu ki, sonunda onu (komşuyu komşuya) mirasçı kılacak sandım.” (Buhârî, 6014, 6015; Müslim, 2625a; Tirmizî, 1942,1943; Ebû Dâvûd, 5152; İbn-i Mâce, 3673, 3674) ② İmam Müslim’in kaydettiği Âişe radıyallâhu anhâ’nın diğer rivâyetinde Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: مَا زَالَ جِبْرِيلُ يُوصِينِي بِالْجَارِ حَتَّى ظَنَنْتُ أَنَّهُ لَيُوَرِّثَنَّهُ “Cibrîl bana komşuyu (komşu haklarını) öyle ısrârla tavsiye etti ki, onu mutlaka mirasçı kılacak sandım.” (Müslim, 2624) ③ Ebû Dâvûd’un kaydettiği Hz. Âişe’nin rivâyeti olan bir diğer Hadîs-i Şerîf’te Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: مَا زَالَ جِبْرِيلُ يُوصِينِي بِالْجَارِ حَتَّى قُلْتُ لَيُوَرِّثَنَّهُ “Cibrîl komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, sonunda (kendi kendime) onu kesinlikle mirasçı kılacak dedim.” (Ebû Dâvûd, 5151) Açıklama: Taberânî’nin kaydettiği Merfû’ bir Hadîs’te, Câbir radıyallâhu anh, Nebî aleyhisselâm’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: الْجِيرَانُ ثَلَاثَةٌ جَارٌ لَهُ حَقٌّ وَهُوَ الْمُشْرِكُ لَهُ حَقُّ الْجِوَارِ وَجَارٌ لَهُ حَقَّانِ وَهُوَ الْمُسْلِمُ لَهُ حَقُّ الْجِوَارِ وَحَقُّ الْإِسْلَامِ وَجَارٌ لَهُ ثَلَاثَةُ حُقُوقٍ مُسْلِمٌ لَهُ رَحِمٌ لَهُ حَقُّ الْجِوَارِ وَالْإِسْلَامِ وَالرَّحِمِ “Komşular üç kısımdır: Bir komşu vardır ki, onun tek bir hakkı vardır, o müşrik olandır. Onun yalnızca komşuluk hakkı vardır. Bir komşu da vardır ki, onun iki hakkı vardır. O da, komşuluk hakkı ile İslâm (İslâmî kardeşlik) hakkı olan Müslümandır. Bir komşu da vardır ki, onun üç hakkı vardır. O da, akrabalık bağı bulunan Müslümandır. Onun da, komşuluk, İslâm ve akrabalık hakları bulunmaktadır.” (Fethu’l Bârî, Mektebetü Mısr, 10/623) Buna göre, komşular üç kısımdır: Birinci kısım; akraba olan Müslüman komşular: Bunların üç hakkı vardır: İslâm (î kardeşlik) hakkı, komşuluk hakkı ve akrabalık (sıla-i rahim) hakkı. İkinci kısım; akraba olmayan Müslüman komşular: Bunların iki hakkı vardır: İslâm hakkı ve komşuluk hakkı. Üçüncü kısım; Müslüman olmayan komşular: Bunların da bir hakkı vardır: Komşuluk hakkı. 18 Mayıs 2019 - Cumartesi (13 Ramazan 1440) __________________________________ 51- Allah’ım, İnfâk Edene Halef, İmsâk Edene Telef Ver! Ebû Hüreyre’den rivâyete göre, Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: مَا مِنْ يَوْمٍ يُصْبِحُ الْعِبَادُ فِيهِ إِلاَّ مَلَكَانِ يَنْزِلاَنِ فَيَقُولُ أَحَدُهُمَا اللّٰهُمَّ أَعْطِ مُنْفِقًا خَلَفًا، وَيَقُولُ الْاٰخَرُ اللّٰهُمَّ أَعْطِ مُمْسِكًا تَلَفًا "Kulların sabahladığı her bir günde muhakkak iki melek iner. Birisi, 'Allah'ım! Malını infâk edene halef ver (yerini doldur)' der. Diğeri de: 'Allah'ım! Malını vermeyene telef ver (malını yok et)' der." (Buhârî, 1442; Müslim, 1010) Açıklama: İnfâk edene halef verilmesinin anlamı; infâk edene âhirette sevap, dünyada da infâk ettiği şeyin yerine başka bir mal verilmesidir. Cimrilik edene telef verilmesi ise, cimrinin hayır yolunda vermeyip elinde tuttuğu malın telef olacağı veya cimrinin bizzat kendisinin telef olacağı ve âhirette de iyi amelde bulunmanın sevabından mahrûm kalacağı şeklinde açıklanmıştır. Cömert kimseye halef verilmesi, sadaka vermenin ya da hayatında karşılaşacağı zorlukların kendisi için kolaylaştırılması anlamına gelebilir. Bu durumda cimri olana da telef verilmesi, sadaka vermenin ona zorlaştırılması ve hayatında da zorluklarla ve sıkıntılarla karşılaşması anlamında olur. 17 Mayıs 2019 - Cuma (12 Ramazan 1440) __________________________________ 50- Kâfirin, Müslüman Olmadan Önceki İyi Amelinin Hükmü: Hakîm b. Hızâm radıyallâhu anh şöyle anlatır: Rasûlullah aleyhisselâm’a: “Ey Allah’ın Rasûlü! Câhiliyye dönemimde iken yaptığım sadaka, köle âzâdı ve akrabayı gözetme gibi hayırlardan mükâfât alabilir miyim, ne dersiniz?” diye sordum. Nebî aleyhisselâm: أَسْلَمْتَ عَلَى مَا أَسْلَفْتَ مِنْ خَيْرٍ “Geçmişte yaptığın hayırlar sayesinde (hayırlarla) Müslüman oldun” buyurdu. (Buhârî, 1436, 2220, 2538, 5992; Müslim, 123) Açıklama: Bir gayrimüslimde insânî yönden bazı iyi ameller gördüğümde hep bu Hadîs-i Şerîf’i hatırlarım… İbn-i Hızâm, İslâm öncesinde yüz köle âzâd etmiş ve âzâd ettiği o kimseleri yüz deveye bindirmişti. Câhiliyye döneminde sadaka veren, köle âzâd eden ve akrabalık bağını gözeten kimse, daha sonra Müslüman olduğunda câhiliyyede yaptığı bu iyiliklerden dolayı sevap kazanıp kazanamayacağı ihtilâflıdır. Bu nedenle, İmam Buhârî rahımehullâh, bu konunun hükmünü belirtici bir bâb başlığı kullanmamıştır. Bu Hadîsin anlamının, câhiliyye döneminde iyi amellerle güzel bir karakter kazanan kimsenin İslâm’a girmesinin kolaylaştığı ya da İslâm’a girdikten sonra bu amellerin kendisine kolaylaştırıldığı yahut da İslâm’a girdikten sonra bu amellerden dolayı ecrinin çoğaltıldığı anlamlarına gelebilir. Câhiliyye devrinde bazı güzel amellerle nâm salan bir kimsenin, Müslüman olduktan sonra da bu güzel nâmının devam edeceği anlamına da gelebilir. Kâdî Iyâd rahımehullâh, bu Hadîs’in, kâfir iken yapılan hayırların bereketiyle o kimseye hidâyet verilmesi anlamına gelebileceğini de nakletmiştir. Allah en iyi bilendir. 16 Mayıs 2019 - Perşembe (11 Ramazan 1440) __________________________________ 49- Namazda Teşehhüdden Sonra, Selâmdan Önce Okunması Meşrû Olan Dua: Abdullah İbn-i Mes’ûd radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm namazda teşehhüdden sonra, selâmdan önce okunmak üzere -teşehhüdü öğrettiği gibi itinalı öğretmese de- şu duayı öğretmiştir. اللَّهُمَّ أَلِّفْ بَيْنَ قُلُوبِنَا وَأَصْلِحْ ذَاتَ بَيْنِنَا وَاهْدِنَا سُبُلَ السَّلاَمِ وَنَجِّنَا مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَجَنِّبْنَا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَبَارِكْ لَنَا فِى أَسْمَاعِنَا وَأَبْصَارِنَا وَقُلُوبِنَا وَأَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا وَتُبْ عَلَيْنَا إِنَّكَ أَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ وَاجْعَلْنَا شَاكِرِينَ لِنِعْمَتِكَ مُثْنِينَ بِهَا قَابِلِيهَا وَأَتِمَّهَا عَلَيْنَا “Allah’ım, bizim kalplerimizi birleştir. Aramızdaki halleri düzelt ve bize kurtuluş yollarını göster. Bizi karanlıklardan kurtarıp, aydınlığa çıkar ve bütün günahların görüneninden ve görünmeyeninden bizi uzaklaştır. Kulaklarımız, gözlerimiz, kalplerimiz, eşlerimiz ve zürriyetlerimiz/çocuklarımız hususunda bize bereket (bol hayır) ver. Tevbelerimizi de kabul buyur. Çünkü Sen tevbeleri çok kabul edensin, çok merhametlisin. Bizi, nimetlerine şükredenlerden, onları itiraf edenlerden ve râzı olanlardan eyle. Ve bize nimetlerini tamamla!” (Ebû Dâvûd, 969; Sahîhu Süneni Ebî Dâvûd, Mektebetü’l Meârif, Riyâd, 1/270) Not: Bu duaya teşehhüd kadar itina gösterilmemesinden anlaşılıyor ki, teşehhüd bu duadan daha önemlidir ve vâciptir. Ama namazda selâmdan önce bu duayı okumak vâcip değildir; meşrûdur ve müstehabdır. 2 Mayıs 2019 - Perşembe __________________________________ 48- Her Kötü Söz Söyleyene Ağzının Payını Vermek Zorunda Değilsin! Saîd b. el-Müseyyeb radıyallâhu anh’tan rivâyete göre o şöyle demiştir: بَيْنَمَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جَالِسٌ وَمَعَهُ أَصْحَابُهُ وَقَعَ رَجُلٌ بِأَبِي بَكْرٍ فَآذَاهُ فَصَمَتَ عنه أَبُو بَكْرٍ ثُمَّ آذَاهُ الثَّانِيَةَ فَصَمَتَ عَنْهُ أَبُو بَكْرٍ ثُمَّ آذَاهُ الثَّالِثَةَ فَانْتَصَرَ مِنْهُ أَبُو بَكْرٍ فَقَامَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ انْتَصَرَ أَبُو بَكْرٍ فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ أَوَجَدْتَ عَلَىَّ يَا رَسُولَ اللّٰهِ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: نَزَلَ مَلَكٌ مِنَ السَّمَاءِ يُكَذِّبُهُ بِمَا قَالَ لَكَ فَلَمَّا انْتَصَرْتَ وَقَعَ الشَّيْطَانُ فَلَمْ أَكُنْ لأَجْلِسَ إِذْ وَقَعَ الشَّيْطَانُ “(Bir gün) Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ashâbıyla birlikte otururken bir adam Ebû Bekr radıyallâhu anh’a diliyle sataşıp onu incitti. Hz. Ebû Bekr ise ona karşılık vermedi. Biraz sonra adam onu ikinci defa incitti. Hz. Ebû Bekr (yine) sessiz kaldı. Sonra adam Hz. Ebû Bekr’i üçüncü kez rahatsız etti. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekr de (adama hak ettiği cevabı vermek sûretiyle) ondan intikâm aldı. Hz. Ebû Bekr intikâm alınca Rasûlullah (gitmek üzere) ayağa kalktı. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekr: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, bana kızdın mı?’ dedi. Rasûlullah da: ‘(O adam sana atıp tutmaya başlayınca senin adına ona cevap vermek üzere) semâdan bir melek inip, onun sana karşı söylediklerini yalanlıyordu. Sen ona karşılık vermeye başlayınca, bir şeytan çıkıp geldi. Ben ise şeytanın geldiği yerde oturmam’ buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 49, No: 4896, 4897; Sahîhu Süneni Ebî Dâvûd, Mektebetü’l Meârif, 3/200, 201, Hadîs Hasen’dir.) Açıklama: Rabbimiz buyurdu: وَجَزٰؤُا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَا فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ “Bir kötülüğün cezası onun gibi bir kötülüktür. Kim affedip, düzeltirse, artık onun mükâfâtını vermek, Allah’a aittir. Şüphe yok ki O, zâlimleri sevmez.” (Şûrâ: 40) Bir kötülük karşısında iki türlü davranış biçimi vardır: Bunlardan birincisi, kötülüğe misliyle karşılık vermek, yani intikâm almaktır. İntikâm almanın temel ilkesi, zarar gören kimsenin zarar gördüğü kadar karşılık vermesidir. Verilen karşılık, zararı geçerse, zulüm olur. Bir kötülük karşısında ikinci davranış biçimi ise, bu durumda intikâm almak câiz olsa da, makbûl olan, intikâm almaktan vazgeçip affetmektir. Bu af, o kimsenin ıslâhına neden olabilir; bu da daha hayırlıdır. Affeden kimsenin mükâfâtı ise Allah’a aittir. Kendisine revâ görülen eziyetin ızdırabına rağmen, kötülüğe misliyle karşılık vermeyip, Allah için sabreden kimseye ecrini Yüce Allah verir. 8 Nisan 2019 - Pazartesi __________________________________ 47- Hâkimde Bulunması Gereken Özellikler: Muzâhım b. Züfer şöyle demiştir: Ömer b. Abdülazîz bize dedi ki: خَمْسٌ إِذَا أَخْطَأَ الْقَاضِى مِنْهُنَّ خَصْلَةً كَانَتْ فِيهِ وَصْمَةٌ أَنْ يَكُونَ فَهِمًا، حَلِيمًا، عَفِيفًا، صَلِيبًا، عَالِمًا سَئُولاً عَنِ الْعِلْمِ “Beş özellik vardır ki, kâdî/hâkim onlardan bir özelliği eksik bıraktığında kendisinde bir kusur meydana gelmiş olur: Kâdî anlayışlı (فَهِمٌ), ağırbaşlı/yumuşak huylu (حَلِيمٌ), iffetli (عَفِيفٌ), ta’vîzsiz/katı (صَلِيبٌ), âlim ve ilmi araştırıcı olmalıdır.” Kısaca söylemek gerekirse, kâdîda şu beş özellik bulunmalıdır: İlm, hılm, fehm, iffet ve salâbet. 28 Mart 2019 - Perşembe __________________________________ 46- Allah’ın Sıfatları Hususunda Selef’in Mezhebi: Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybânî (İmam Muhammed) rahımehullâh şöyle demiştir: اتَّفَقَ الْفُقَهَاءُ كُلُّهُمْ مِنَ الْمَشْرِقِ إِلَى الْمَغْرِبِ عَلَى الْإِيمَانِ بِالْقُرْاٰنِ وَالْأَحَادِيثِ الَّتِى جَاءَ بِهَا الثِّقَاتُ عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اَللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِى صِفَةِ الرَّبِّ عَزَّ وَجَلَّ مِنْ غَيْرِ تَفْسِيرٍ وَلَا وَصْفٍ وَلَا تَشْبِيهٍ، فَمَنْ فَسَّرَ شَيْئًا مِنْ ذٰلِكَ فَقَدْ خَرَجَ مِمَّا كَانَ عَلَيْهِ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَفَارَقَ الْجَمَاعَةَ “Şarktan garba kadar bütün fakîhler, Rabb Azze ve Celle’nin sıfatı hakkında Kur’ân’da ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den sika (güvenilir) râvîlerle nakledilen Hadîslerde gelen Nasslara mâhiyet ve keyfiyetini tefsîr, keyfiyetlendirme ve teşbîhte bulunmaksızın iman etme hususunda ittifâk etmişlerdir. Kim bunlardan bir şeyi tefsîr eder (ve Cehm’in görüşünü dile getirirse), muhakkak ki, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem (ve sahâbîler) in üzerinde bulundukları durumdan (yoldan, menhecden) çıkmış ve (Ehl-i Sünnet ve’l) Cemâat’ten ayrılmış olur.” (Şerhu Usûli İ'tikâdi Ehli's Sünneti ve’l Cemâa, İmam el-Lalekâî eş-Şâfiî, Tahrîc: M. Abdüsselâm Şâhîn, Dâru'l Kütübü'l İlmiyye, Beyrût, No: 740, 1/233; Zemmu’t Te’vîl, Dâru’l Basîre, Mısır, Muvaffakuddîn İbn-i Kudâme el-Hanbelî, S: 16, 17) 28 Mart 2019 - Perşembe __________________________________ 45- Ödememek Niyetiyle Borçlanmak! Suheybu’l Hayr radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu: أَيُّمَا رَجُلٍ تَدَيَّنَ دَيْنًا، وَهُوَ مُجْمِعٌ أَنْ لَا يُوَفِّيَهُ إِيَّاهُ، لَقِيَ اللَّهَ سَارِقًا “Herhangi bir kişi (geri) vermemek niyetiyle bir borç alırsa, Allah’ın huzuruna hırsız olarak çıkar.” (İbn-i Mâce, Sadakât, 11, No: 2410, Hadîsin isnâdı Hasen-Sahîh’tir.) Rabbimiz Teâlâ buyurdu: وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ “Onlar (o mü’minler) emânetlerine ve ahitlerine riâyet ederler.” 28 Mart 2019 - Perşembe __________________________________ 44- Sabah ve Akşam Okunacak Dualar: Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’tan rivâyet edildiğine göre, Nebî aleyhisselâm sabahladığı zaman şöyle dua derdi: اللّٰهُمَّ بِكَ أَصْبَحْنَا وَبِكَ أَمْسَيْنَا وَبِكَ نَحْيَا وَبِكَ نَمُوتُ وَإِلَيْكَ النُّشُورُ “Allah’ım, ancak Senin izin ve yardımınla sabaha çıktık ve Senin izin ve yardımınla akşama ulaştık. Ancak Senin yardımınla yaşar, Senin yardımınla ölürüz. (Diriliş sonrası) dönüş de ancak Sanadır.” Akşamladığı zaman ise şöyle derdi: اللّٰهُمَّ بِكَ أَمْسَيْنَا وَبِكَ نَحْيَا وَبِكَ نَمُوتُ وَإِلَيْكَ النُّشُورُ “Allah’ım, ancak Senin yardımınla akşamladık. Yalnızca Senin yardımınla yaşar, Senin yardımınla ölürüz. Dönüş de ancak Sanadır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 110, No: 5068; Riyâdu’s Sâlihîn, İmam Nevevî, No: 1453; el-Ezkâr, İmam Nevevî, Dâru’l Mellâh, S: 63; Bkz: Tirmizî, Deavât, 13, No: 3391; İbn-i Mâce, Duâ, 14, No: 3868; el-Edebu’l Müfred, No: 1199; Amelü’l Yevm ve’l Leyle, Nesâî, Müessesetü’r Risâle, S: 138, 378-379) Not: Sabaha çıkınca okunacak dua: اللّٰهُمَّ بِكَ أَصْبَحْنَا وَبِكَ أَمْسَيْنَا وَبِكَ نَحْيَا وَبِكَ نَمُوتُ وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ (Tirmizî, 3391) biçiminde de gelmiştir. Akşama erişince okunacak dua ise:
اللّٰهُمَّ بِكَ أَمْسَيْنَا، وَبِكَ أَصْبَحْنَا، وَبِكَ نَحْيَا، وَبِكَ نَمُوتُ، وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ (İbn-i Mâce, 3868; el-Edebu’l Müfred, 1199) ve اللّٰهُمَّ بِكَ أَمْسَيْنَا وَبِكَ أَصْبَحْنَا وَبِكَ نَحْيَا وَبِكَ نَمُوتُ وَإِلَيْكَ النُّشُورُ (Tirmizî, 3391; Amelü’l Yevm ve’l Leyle, S: 378) biçimlerinde de gelmiştir. 2 Ocak 2019 - Çarşamba __________________________________ 43- Sahâbenin Rasûlullah’a Bey’ati ve Nasihatin Önemi: a) Cerîr radıyallâhu anh şöyle demiştir: بَايَعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى إِقَامِ الصَّلاَةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ وَالنُّصْحِ لِكُلِّ مُسْلِمٍ “Rasûlullah aleyhisselâm’a, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek ve her Müslüman’a (samimi alarak) nasihat etmek şartı ile bey’at ettim.” (Müslim, Îmân, 97, No: 56; Tirmizî, Birr, 17, No: 1925; Nesâî, Bey’at, 17, No: 4175, 4176; Dârimî, Buyû’, 9; Hadîsin anlamı Müslim’e göredir. Nesâî’de dördüncü bir şart olarak “müşrikleri terk etmek” ifadesi yer almaktadır.) b) Cerir radıyallâhu anh şöyle demiştir: Rasûlullah aleyhisselâm bey’at alırken onun yanına geldim ve şöyle dedim: “Ey Allah'ın Rasûlü! Uzat elini sana bey’at edeceğim, gereken şartları da söyle ona göre bey’at edeyim. Sen bunu daha iyi bilirsin.” Bunun üzerine şöyle buyurdu: أُبَايِعُكَ عَلَى أَنْ تَعْبُدَ اللّٰهَ وَتُقِيمَ الصَّلاَةَ وَتُؤْتِيَ الزَّكَاةَ وَتُنَاصِحَ الْمُسْلِمِينَ وَتُفَارِقَ الْمُشْرِكِينَ “Allah’a ibâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Müslümanlara karşı (samimiyetle) nasihat etmen ve müşrikleri terk etmen hususunda seninle bey’at ediyorum (bey’atini kabul ediyorum).” (Nesâî, Bey’at, 17, No: 4177) c) Ubâde b. Sâmit radıyallâhu anh’tan rivâyete göre şöyle demiştir: Ben (Akabe gecesinde bey’at eden) bir topluluğun içinde Rasûlullah aleyhisselâm ile bey’at ettim. Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurdu: أُبَايِعُكُمْ عَلَى أَنْ لاَ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ شَيْئًا، وَلاَ تَسْرِقُوا، وَلاَ تَزْنُوا، وَلاَ تَقْتُلُوا أَوْلاَدَكُمْ، وَلاَ تَأْتُوا بِبُهْتَانٍ تَفْتَرُونَهُ بَيْنَ أَيْدِيكُمْ وَأَرْجُلِكُمْ وَلاَ تَعْصُونِى فِى مَعْرُوفٍ، فَمَنْ وَفَى مِنْكُمْ فَأَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِ، وَمَنْ أَصَابَ مِنْ ذَلِكَ شَيْئًا فَأُخِذَ بِهِ فِى الدُّنْيَا فَهْوَ لَهُ كَفَّارَةٌ وَطَهُورٌ، وَمَنْ سَتَرَهُ اللّٰهُ فَذَلِكَ إِلَى اللّٰهِ إِنْ شَاءَ عَذَّبَهُ وَإِنْ شَاءَ غَفَرَ لَهُ “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamanız, hırsızlık yapmamanız, zinâ etmemeniz, çocuklarınızı öldürmemeniz, elleriniz ve ayaklarınız arasında (kendiliğinizden) bir iftirâ uydurup getirmemeniz, hiçbir ma’rûf işte bana isyân etmemeniz şartları üzerinde sizlerle bey’at ediyorum. Sizden kim bunları tam olarak yerine getirirse (ahdine vefâ gösterirse), onun ecrini vermek Allah’a aittir. Kim de bu suçlardan birini yapar da, ondan dolayı dünyada yakalanıp, cezalandırılacak olursa, bu ceza onun için bir keffârettir ve günah temizleyicidir. Kim de bunlardan birini yapıp da yaptığı fiili Allah Teâlâ gizlerse, onun bu işi Allah’a kalmıştır. Allah dilerse onu azap eder, dilerse onu mağfiret eder.” (Buhârî, Tevhîd, 31, No: 7468; Müslim, Hudûd, 10, No: 1709; Nesâî, Bey’at, 17, No: 4178; Dârimî, Siyer, 17; Hadîsin anlamı Buhârî’ye göredir.) 1 Ocak 2019 - Salı __________________________________ 42- Âh Âh! Muâz b. Cebel radıyallâhu anh'ın rivâyetine göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: "İnsanları yüzüstü ve burunları yerde sürünerek cehenneme sürükleyen şey dillerinin kazandıklarından başkası değildir!" (Tirmizî, Îmân, 8, No: 2616; İbn-i Mâce, Fiten, 12, No: 3973, Sahîhu Süneni't Tirmizî, 3/42, 43; Sahîhu Süneni İbn-i Mâce, 3/301, 302; Hadîs sahîhtir.) Rasûlullah aleyhisselâm'ın en çok sakındırdığı şeylerin başında dil ve onun âfetleri, en çok teşvîk ettiği şeylerin başında da güzel ahlâk ve onun kazandırdıkları geliyor. Ama gelin görün ki, bugün insanlar "Ehl-i Sünnet" olduklarını iddia ettikleri halde, Peygamberi örnek aldıklarını söyledikleri halde, sanki Allah Rasûlünün sözünü tersten anlamış gibi hareket ediyorlar... Neler var neler!... Sert, katı, kaba, kırıcı, yıkıcı sözler, boş ve hikmetsiz konuşmalar, tartışmalar, gıybetler almış başını gitmiş. İnsanlar güzel ahlâk için değil, bedevîce (câhilce, görgüsüzce) davranışlarda ve konuşmalarda birbirlerine benzemek için yarışıyorlar! Hani mü'minin örneği, Âlemlere rahmet olarak gönderilen, âhir zaman Nebî'si Ahmed-i Mahmûd-u Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem idi?! 31 Aralık 2018 - Pazartesi __________________________________ 41- “Bir Mü’minde Cimrilik ve Kötü Ahlâk Hasletleri Bir Arada Bulunmaz” Hadîsinin Tahrîc ve Tahkîk Yönünden İncelemesi: Ebû Saîd el-Hudrî radıyallâhu anh’tan rivâyete göre Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: خَصْلَتَانِ لاَ تَجْتَمِعَانِ فِى مُؤْمِنٍ الْبُخْلُ وَسُوءُ الْخُلُقِ “İki haslet vardır ki, mü’min bir kimsede bir arada bulunmaz: Cimrilik ve kötü ahlâk.” TAHRÎC: el-Edebu’l Müfred, İmam Buhârî, el-Matbaatü’s Selefiyye, Kâhire, 1375, No: 282, S: 80; Tirmizî, Birr, 41, No: 1962; Daîfu Süneni’t Tirmizî, el-Elbânî, Mektebetü’l Meârif, Riyâd, 1420/2000, S: 186; Silsiletü’l Ehâdîsi’d Daîfe, el-Elbânî, Mektebetü’l Meârif, Riyâd, 1408/1988, No: 1119, 3/245; Hadîsin senedi zayıftır. TAHKÎK: Hadîsin râvîlerinden olan Sadaka b. Mûsâ (صدقة بن موسى) seyyiu’l-hıfz’dır, yani hıfzı, ezberi kötüdür. O sû-i hıfzı yani unutma sonucu sık sık yanılan bir kimse olması sebebiyle rivâyeti zayıftır. Münâvî Feydu’l Kadîr’inde onun zayıf olduğunu söylemiştir. Yahyâ b. Maîn ve Hâfız el-Münzirî de onun zayıf olduğunu ifade etmişlerdir. İbn-i Hacer de Takrîbu’t Tehzîb’inde Sadaka b. Mûsâ’nun “sadûk” (son derece doğru) ama “evhâmları olan biri” olduğunu söylemiştir. Bu tür râvîler için “sâdıktır ama bir takım evhamları vardır” anlamında “sadûkun lehu evhâm” (صدوق له أوهام) veya “sâdıktır ama fıfzı/ezberi/hâfızası kötüdür” anlamında “sadûkun seyyiu’l-hıfz” (صدوق سيئ الحفظ) tabirleri kullanılır. Hadîs Usûlü açısından bu tür kimseler normalde güvenilirdirler, adâlet vasfına sahiptirler ama zapt yönünden kusurlu oldukları için rivâyetleri zayıf kabul edilir. 31 Aralık 2018 - Pazartesi __________________________________ 40- Çocuğu Olanı Tebrîk Etmek ve Tebrîğe Karşılık Vermek: Çocuğu doğan bir adamı tebrîk etmek müstehabdır. Hz. Hüseyin radıyallâhu anh’ın bir adama öğrettiği tebrîk ile tebrîkte bulunmak müstehabdır. Adama demişti ki: Tebrîğinde şöyle söyle: بَارَكَ اللّٰهُ لَكَ فِى الْمَوْهُوبِ لَكَ، وَشَكَرْتَ الْوَاهِبَ، وَبَلَغَ أَشُدَّهُ وَرُزِقْتَ بِرَّهُ “Sana bağışlanan (bu çocuğu) Allah sana mübârek kılsın. Onu veren (Allah’a) şükredesin. (Çocuğun) erginlik çağına ulaşsın ve onun iyiliğiyle rızıklandırılasın.” Böyle tebrîkte bulunana şöyle karşılık vermek müstehabdır: بَارَكَ اللّٰهُ لَكَ، وَبَارَكَ عَلَيْكَ، وَجَزَاكَ اللّٰهُ خَيْرًا، وَرَزَقَكَ اللّٰهُ مِثْلَهُ، وَأَجْزَلَ ثَوَابَكَ “Allah sana da bereket versin. Üzerine bereket indirsin. Allah seni hayırla mükâfâtlandırsın. Allah seni de bunun bir benzeri ile rızıklandırsın ve sevabını çoğaltsın.” (el-Ezkâr, en-Nevevî, Dâru İbn-i Kesîr, S: 453; Tuhfetü’l Mevlûd, İbn-i Kayyım el-Cevziyye, Dâru Âlemi’l Fevâid, S: 34, 35; Şerhu Hısni’l Müslim, Saîd el-Kahtânî, Şerh: Mecdî Abdülvehhâb el-Ahmed, Matbaatü Sefîr, Riyâd, S: 233) Açıklamalar: Rabbimiz meâlen şöyle buyurmaktadır: “Bir de onlar Allah’a kızlar isnâd ederler. Hâşâ, O münezzehtir. Hâlbuki candan arzuladıklarını (erkek çocuklarını) da kendileri için isterler. Onlardan birine kız çocuğu müjdesi verilince, kendisi pek öfkeli olarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü müjdeden ötürü kavminden gizlenir. Aşağılanmayı göze alarak onu (o doğan kız çocuğunu) alıkoysun mu, yoksa onu diri diri toprağa mı gömsün? (Şaşırıp kalır). Bak, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!” (Nahl: 57-59) Câhiliyye döneminde müşrikler sadece erkek çocuğu dünyaya geldiği zaman tebrîk ederler, kız çocukları sebebiyle tebrîkleşmezlerdi. Tam aksine kız çocukları doğduğunda değil, onlar vefât ettiğinde ve -rızık endişesiyle- onları toprağa gömdüklerinde tebrîkleşirlerdi. Müşrikler öyle bir kafa yapısına sahiptirler ki, kendileri için kız çocuklarını aşağılık bir durum kabul etmelerine rağmen, Allah’a kızlar isnâd etmekte hiç tereddüt etmezler. Onların “Allah’a kızlar isnâd etme şirkleri” Allah’a ne kadar az değer verdiklerini göstermektedir. İslâm’a göre ise, kız evlat ile erkek evlat arasında fark yoktur. İkisi de göz aydınlığıdır. Her ikisi için de tebrîkte bulunulur ve dua edilir. Bir kimsenin ister kızı olsun, isterse de oğlu olsun, cinsiyetinin hiç önemi yoktur, önemli olan, ebeveynine hayırlı bir evlat, Allah’a teslim olmuş bir kul, Rasûle lâyık bir ümmet ve insanlığa faydalı bir kimse olmasıdır. Duada geçtiği gibi, önemli olan, -maddiyat değil- evladın -Şer’î anlamda- iyiliği ile rızıklanmaktır. Çocuk berekettir ve yeryüzündeki her canlının rızkı ayrıdır ve Allah’a aittir. Dolayısıyla ekonomik kaygılarla kız olsun, erkek olsun, çocukların kürtaj vb. yöntemlerle öldürülmeleri ilk câhiliyyedeki müşriklerin âdet ve amellerindendir! Kıyâmet gününde insanlar arasında görülecek ilk dava, kan davaları olacaktır. Allah’ın verdiği bir cana kıymak, kulun kula karşı işleyebileceği en büyük kul hakkıdır. Âyette geçtiği gibi, haksız yere bir nefsi katletmek bütün insanları katletmek gibidir. (Bkz: Mâide: 32) Kim de kasden bir mü’mini öldürürse, onun cezası içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir, Allah ona gazap etmiştir, lânet etmiştir ve o kimse için büyük bir azap hazırlamıştır. (Bkz: Nisâ: 93) Her kim haksız yere yeryüzünde kan dökmeyi helâl sayarak öldürürse, kâfir olarak ebedî cehenneme gider. Helâl saymadan bir mü’mini öldürürse de cehennemde tek başına azap görmesi için kendisine ayırılmış bir hücrede çok uzun zamanlar azap görür. Allah’ın bu kimseler için hazırladığı azâbın büyüklüğünün yanında, Allah’ın gazabına ve lânetine uğramış kimselerin hâli nasıl olur? Gerek Nisâ Sûresinin 93. Âyetinin ve gerekse de Mâide Sûresinin 32. Âyetinin tefsîrini iyi kavramak gerekir. Bu Âyetleri güzelce anlayan ve iman eden bir kimse, öldürmenin değil, yaşatmanın amaç olması gerektiğini anlar! 22 Aralık 2018 - Cumartesi ___________________________________ 39- Mükâfâtı Çok Büyük Olan Zikir: a) Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’tan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Kim günde yüz defa: لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ، وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ ‘Lâ İlâhe İllallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l mülkü ve lehü’l hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr’ (Allah’tan başka hak ilâh yoktur. O tektir, ortağı yoktur. Mülk ancak O’nundur, hamd de O’na mahsustur. O her şeye kadîrdir) derse, on köle âzâd etmiş gibi sevap kazanır. Kendisine yüz sevap yazılır, yüz günahı silinir ve o gün akşama kadar (bu zikir) onun için şeytana karşı bir sığınak olur. Bu zikri daha fazla yapanlar hâriç, hiç kimse ondan daha faziletli bir amel yapmış olmaz.’ Ve yine buyurdu ki: Her kim de günde yüz defa: سُبْحَانَ اللّٰهِ وَبِحَمْدِهِ (SübhânAllâhi ve-bihamdih: Allah’ı hamdi ile noksanlıklardan tenzîh ederim) derse, günahları -denizin köpükleri kadar bile olsa- bağışlanır.” (Buhârî, Bed’u’l Halk, 11, No: 3293; Deavât, 64, No: 6403; Müslim, Zikr, 28, No: 2691; Tirmizî, Deavât, 60, No: 3468; İbn-i Mâce, Edeb, 54, No: 3798; Muvatta’, Kur’ân, 20, No: 492) b) Ebû Eyyûb el-Ensârî radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Kim günde on defa: ‘Lâ İlâhe İllallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l mülkü ve lehü’l hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr’ derse, Hz. İsmâîl’in evlâdından (soyundan) dört kişiyi özgürlüğüne kavuşturmuş gibi sevap kazanır.” (Buhârî, Deavât, 64, No: 6404; Müslim, Zikr, 29, No: 2693; Tirmizî, Deavât, 103, No: 3553) Açıklamalar: Bu tehlîl ne zaman okunabilir? 1- Her farz namazdan sonra 1 kere, 2- Her namazdan sonra 3 kere, 3- Sabah namazından sonra diz çökmüş halde kimseyle konuşmadan 10 kere, 4- Sabah namazından sonra veya gün boyu akşama kadar 100 kere. 5- Güneş battıktan sonra 10 kere, 6- Çarşıya girerken 1 kere. Bu tehlîl, İmam Nevevî rahımehullâh'ın da belirttiği gibi, 10’dan ve 100’den daha fazla söylenirse, Hadîslerde va’dedilen ecirlerden başka, ayrıca mükâfât elde edilir. Hepsini bir anda söyleme zorunluluğu yoktur; bir kısmını günün evvelinde bir kısmını günün sonunda, bir kısmını bir yerde bir kısmını da başka bir yerde söylemek câizdir. Ama efdal olan, sabah namazından sonra hepsini bir anda söylemektir. Çünkü bu durumda okunan bu zikirler, okuyan için şeytana karşı o gün bir koruma ve İlâhî bir himâye olur. Her gün yüz kere okumayanlar, hiç değilse on kere okumalıdır. Bu zor değildir, çünkü zaten her gün beş vakit namazın ardından bu zikri birer kere yapmaktayız (Buhârî, 844, 6330, 6615, 7292). Bu sayıyı gün içinde ona tamamlamak hiç de zor değildir. Rasûlullah’ın namazlardan sonra bu duayı üç kez (Buhârî, 6473) söylediğine dair sahîh rivâyet olduğunu da düşünürsek, sadece namazlardan sonra okumakla bile 10 sayısına ulaşılır, hatta bu sayı geçilir. Bu zikrin, bildirilen adedini geçmek, namazların rek’at sayılarını aşmakla amelin bâtıl olduğu türden bir sınırı aşma değildir. Yani burada sayı aşılınca va’dedilen ecirden mahrûm olunmaz. Bilakis bu tür Hadîslerde Allah’ı daha çok zikretmeye teşvîk vardır. Fazladan olan her zikrin ayrıca bir ecri ve fazileti bulunmaktadır. Fakat gün içinde okunacak bu duayı en az 10 sayısına ya da 100 sayısına tamamlama konusunda Hadîslerde va’dedilen ecirlerin حَتَّى يُمْسِيَ “akşama kadar” kaydına bağlı olduğunu unutmayalım. Ama bu durum, akşamdan sonra bu zikre devam edilmeyeceği anlamına gelmez. Bu kayd sadece mezkûr Hadîste va’dedilen ecirlerle alâkalıdır. Bu tehlîl’i güneş battıktan sonra on defa okuyan kimse için; Yüce Allah’ın o kimseyi sabaha kadar şeytandan koruyacak silahlı koruyucular göndereceği, kendisine on sevap yazılıp, on günahının silineceği ve okuduğu bu zikrin on mü’min köleyi özgürlüğüne kavuşturma sevabına denk olacağı müjdesini veren Hasen Hadîs de bulunmaktadır. (Tirmizî, Deavât, 98, No: 3534) Ayrıca başka bir Hasen Hadîste; bu tehlîl’i, - لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُifadesinden sonra يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَيٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ ziyâdesiyle- çarşıya girince okuyan kimseye bir milyon sevap yazılacağı, bir milyon günahının silineceği, derecesinin bir milyon kere yükseltileceği, [diğer rivâyette ise, üçüncü mükâfât olarak] Allah’ın kendisine cennette bir köşk inşâ edeceği bildirilmiştir. (Tirmizî, Deavât, 36, No: 3428, 3429; İbn-i Mâce, Ticârât, 40, No: 2235; Dârimî, No: 2896, S: 646; el-Müstedrek, Hâkim, No: 1974-1976, S: 722, 723; Sahîhu Süneni’t Tirmizî, 3/411; Sahîhu Sünen-i İbn-i Mâce, 2/231, 232) 21 Aralık 2018 - Cuma ___________________________________ 38- Münâkaşayı Terk Etmenin Fazileti ve Güzel Ahlâk: Ebû Umâme el-Bâhilî radıyallâhu anh’tan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: أَنَا زَعِيمٌ بِبَيْتٍ فِى رَبَضِ الْجَنَّةِ لِمَنْ تَرَكَ الْمِرَاءَ وَإِنْ كَانَ مُحِقًّا وَبِبَيْتٍ فِى وَسَطِ الْجَنَّةِ لِمَنْ تَرَكَ الْكَذِبَ وَإِنْ كَانَ مَازِحًا وَبِبَيْتٍ فِى أَعْلَى الْجَنَّةِ لِمَنْ حَسَّنَ خُلُقَهُ “Ben, haklıyken bile münâkaşayı terk eden kimse için cennetin kenarında bir köşk verileceğine, şakayla bile olsa yalan söylemeyen kimse için cennetin ortasında bir köşk verileceğine, ahlâkını güzelleştiren kimse için de cennetin en yüksek yerinde bir köşk verileceğine kefîlim.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 7, No: 4800; Bkz: Tirmizî, Birr, 58, No: 1993; İbn-i Mâce, Mukaddime, 7, No: 51) 19 Aralık 2018 - Çarşamba ___________________________________ 37- Borcun Ödenmesi İçin Yapılacak Dua: a) Ali radıyallâhu anh’tan rivâyete göre; (bir gün) kendisine bedelini ödediğinde özgürlüğüne kavuşmak üzere anlaşmalı (mükâteb) bir köle gelip: Ben borcumu ödemekten âciz kaldım, bana yardım et, dedi. Hz. Ali şu karşılığı verdi: Rasûlullah aleyhisselâm’ın bana öğrettiği bazı kelimeleri sana öğreteyim mi? (Bu duayı okumaya devam edersen,) Sebîr (ya da Sabîr) dağı kadar bile borcun olsa, Allah Teâlâ o borcu ödemeni kolaylaştırır: اللّٰهُمَّ اكْفِنِى بِحَلاَلِكَ عَنْ حَرَامِكَ وَأَغْنِنِى بِفَضْلِكَ عَمَّنْ سِوَاكَ “Allah’ım, bana helâlinle yetinip haram(lar)ından uzaklaşmayı, verdiklerinle yetinip başkalarına muhtaç olmamayı nasip eyle” diye dua et, demiştir. (Tirmizî, Deavât,11, No: 3563, Hadîs Hasen’dir.) b) Yahyâ b. Saîd rahımehullâh’dan rivâyetle, ona ulaştığına göre Rasûlullah aleyhisselâm şöyle dua ederdi: اللّٰهُمَّ فَالِقَ الْإِصْبَاحِ وَجَاعِلَ اللَّيْلِ سَكَنًا وَالشَّمْسِ وَالْقَمَرِ حُسْبَانًا اقْضِ عَنِّى الدَّيْنَ وَأَغْنِنِى مِنَ الْفَقْرِ وَأَمْتِعْنِى بِسَمْعِى وَبَصَرِى وَقُوَّتِى فِى سَبِيلِكَ “Ey sabahı ortaya çıkarıp aydınlatan, geceyi istirâhate tahsîs eden, güneşi ve ayı belli bir hesâba göre idare eden Allah’ım! Borcumu ödeme imkânı ver, beni fakirlikten kurtar, kulağımı, gözümü ve kuvvetimi Senin yolunda faydalandır.” (Muvatta’, Kur’ân, 27, No: 499, Hadîs Mürsel’dir.)13 Aralık 2018 - Perşembe ___________________________________ 36- “Biz, Kur’ân’ı Öğrenmeden Önce İmanı Öğrendik.” Cündüb b. Abdullah radıyallâhu anh’tan rivâyete göre o şöyle demiştir: كُنَّا مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَنَحْنُ فِتْيَانٌ حَزَاوِرَةٌ فَتَعَلَّمْنَا الْإِيمَانَ قَبْلَ أَنْ نَتَعَلَّمَ الْقُرْاٰنَ ثُمَّ تَعَلَّمْنَا الْقُرْاٰنَ فَازْدَدْنَا بِهِ إِيمَانًا “Biz ergenlik çağında gençler iken Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ile beraber bulunduk. Biz, Kur’ân’ı öğrenmeden önce imanı öğrendik. Ondan sonra Kur'ân'ı öğrendik. Bu sayede de imanımız arttı.” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 9, No: 61; İbn-i Mâce bu Hadîsi, بَابٌ فِى الْإِيمَانِ “İman Hakkında Bâb” [İman Bâbı] başlığı altında getirmiştir; el-Mu’cemu’l Kebîr, Taberânî, Thk: Hamdî b. Abdülmecîd es-Selefî, Mektebetü İbn-i Teymiyye, Kâhire, No: 1678, 2/165; el-Îmân, İbn-i Mende, Thk: Ali b. Muhammed b. Nâsır el-Fakîhî, Müessesetü’r Risâle, Beyrût, 1406, No: 208, 2/370; Şuabu’l Îmân, Beyhakî, Thk: Abdü’l-Alî Abdülhamîd Hâmid, Mektebetü’r Rüşd, Riyâd, 1423, No: 50, 1/152; Şerhu Usûli İ’tikâdi Ehli’s Sünneti ve’l Cemâa, el-Lâlekâî, Tahrîc: M. Abdüsselâm Şâhîn, Dâru'l Kütübü'l İlmiyye, Beyrût, 1423, No: 1715, 2/40) Taberânî’nin ve Beyhakî’nin rivâyetinde, فَإِنَّكُمُ الْيَوْمَ تَعَلَّمُونَ الْقُرْاٰنَ قَبْلَ الْإِيمَانِ “Oysa siz bugün imandan önce Kur’ân’ı öğreniyorsunuz” ziyâdesi vardır. (el-Mu’cemu’l Kebîr, 2/165; Şuabu’l Îmân, Beyhakî, 1/152) Açıklamalar:
Bu Hadîs açık şekilde ta’lîm ve terbiyede önceliğin iman olması gerektiğine delildir. Özellikle günümüzde bazı hocaların ve grupların sahîh i’tikâdı öğrenmeden önce Kur’ân ve Hadîs meâlleri okunmasını tavsiye ettiklerini görmekteyiz. Bazı kimseler de beğendikleri yazarların kitaplarını okuyup tavsiye etmektedirler. Oysa İslâm akîdesinden habersiz kimse ister Kur’ân, ister Hadîs, isterse de herhangi bir kitap okusun; o okuduklarını kendi aklına, fikrine, düşüncesine, hevâ ve arzusuna yani bozuk akîdesine göre anlayacak ve yorumlayacaktır. Fakat metod olarak önce sahîh iman öğrenilse ve o imana uygun bir terbiyeye öncelik verilse, bu durumda Âyetler ve Hadîsler sahîh olarak kavranacaktır. Ashâbın ilim öğrenme yöntemi sahîh ve sağlam i’tikâda öncelik vermek, Âyetleri ve Hadîsleri de Allah Rasûlünün ta’lîm ve terbiyesi ile öğrenmektir. Ashâb, Rasûlün vefâtından sonra da bilmedikleri bir meseleyi ashâbın fakîhlerine yani Ehl-i Zikr’e sorup öğrenmişlerdir. Sonraki hayırlı iki nesil de bu minvâl üzere hareket etmiştir. Gerek ilk üç nesil, gerekse müctehidler, âlimler ve Ehl-i İslâm Âyetlere ve Hadîslere -günümüzde yaygın olduğu gibi- kafalarına göre zoraki felsefî anlamlar verme yoluna gitmemişlerdir. O halde Kur’ân ve Hadîs meâlciliği yapıp, nefsin arzularına uygun ama Allah ve Rasûlünün murâdına aykırı zoraki anlamlar uydurup Ümmet-i Muhammed’in dosdoğru yolundan sapmak yerine, Tevhîd akîdesini öğrenmeyi öncelemek, Kur’ân ve Sünneti de ehlinin tefsîr ve te’vîlleri ile anlamak gerekir. Yani Kur’ân ve Hadîs meâlciliği yerine, Kur’ân ve Sünneti ders hâline getirmeliyiz. Bu ders de sahîh akîdenin ta’lîm ve terbiyesi üzerine binâ edilmelidir. Unutmayalım, Tevhîd akîdesinden yüz çevrilerek Âyet okumak Allah’ı zikretmek değil, Allah’ın zikrinden gâfil olmaktır! Özellikle, Hadîste geçtiği gibi küçük yaştaki çocuklara ya da yaşı ne olursa olsun sahîh imanı bilmeyen kimselere Tevhîd’in öğretilmesi öncelenmelidir. Bu hassâsiyet, Âyet, Hadîs, ilmî mütâlaa vs. okumaları da bereketlendirecek, istifadeyi ve imanı artıracaktır. Aksi takdirde Kur’ân ve Hadîs okusa da, sahîh imanı bilmeyen ve Allah’a şirk koşan nesiller türeyecektir. Çoğu zaman görürsünüz; kimileri hâfız olmuştur, kimileri Kur’ân’ı birkaç kez okumuştur, kimileri Buhârî’yi, Müslim’i, Tirmizî’yi, hatta Kütüb-ü Sitte’nin bile tamamını okumuştur veya en azından Riyâzü’s Sâlihîn’i okumuştur ama maalesef ki İslâm akîdesinden habersizdir. Bu örneklerin çok olmasının nedeni, imanı öğrenmeden önce bilgilenmeye önem verilmesi ve insanları ilk olarak Tevhîd’e davet etme şuurunun zayıflamasıdır! İnsan ne çabuk unutuyor; bütün peygamberlerin kavimlerini Allah’a imana ve ibâdete çağırıp, tâğûttan ve şirkten sakındırmak üzere gönderildiklerini… (Bkz: A'râf: 59, 65, 73, 85, Hûd: 50, 61, 84, Nahl: 36, Mü'minûn: 23) Bütün insanlara gönderilen Muhammed aleyhisselâm, insanların hidâyetlerini öylesine önemsiyor ve dert ediniyordu ki, nerede bir topluluk görse hemen yanlarına gidip: أَيُّهَا النَّاسُ قُولُوا: لاَ إِلٰهَ إِلاَّ اللّٰهُ تُفْلِحُوا “Ey insanlar! Lâ İlâhe İllallâh deyin, kurtulun!” diyordu. (Müsned-i İbn-i Ebî Şeybe [159/776-235/849], Thk: Ahmed b. Ferîd e-Mezîdî, Dâru’l Vatan, Riyâd, 1997, No: 822, 2/322; Müsned-i Ahmed b. Hanbel [164/780-241/855], Thk: Şuayb el-Arnaût, Müessesetü’r Risâle, No: 16023, 25/404, 405; el-Mefârîd an Rasûlillâh, Ebû Ya’lâ el-Mavsılî [210/826-307/919], Thk: Abdullah b. Yûsuf el-Cedî’, Mektebetü Dâri’l Aksâ, Kuveyt, 1405, No: 109, 1/108; el-Mu’cemu’l Kebîr, Taberânî [260/873-360/971], No: 4582, 5/61; el-İhsân fî Takrîbi Sahîh-i İbn-i Hıbbân [277/890-354/965], İbn-i Balabân'ın tertîbiyle, Thk: Şuayb el-Arnaût, Müessesetü’r Risâle, Beyrût, 1414, No: 6562, 14/517; el-Müstedrek, Hâkim [321/933-405/1014], Thk: Mustafa Abdülkâdir Atâ, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, Beyrût, 1411, No: 4219, 2/668; es-Sünenü’l Kübrâ, Beyhakî [384/994-458/1066], Thk: Mustafa Abdülkâdir Atâ, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, Beyrût, 1424, No: 11096, 6/34; Mecmeu’z Zevâid, Heysemî [735/1335-807/1405], Thk: Husâmüddîn el-Kudsî, Mektebetü’l Kudsî, Kâhire, 1414, No: 9831, 6/22) Bilelim ki, Tevhîd yani sahîh iman olmadan hiçbir şeyin önemi yoktur! Allah’ın rızâsı, rahmeti, mağfireti, keremi ve lütfu Tevhîd’e bağlıdır. Bir kimse Tevhîd üzere ölürse Allah onu önünde veya sonunda mağfiret eder ve cennete girdirir. Ama her kim de şirk üzere ölürse o kimseyi ebediyyen cehennem azâbına mahkûm eder! Şirkten, küfürden, Allah’ın azâbından ve gazabından Rabbimizin rahmet ve mağfiretine sığınırız… İşte bu nedenle önce Tevhîd! 12 Aralık 2018 - Çarşamba ___________________________________ 35- Kulak Çınlaması Hakkında Vârid Olan Hadîs Sahîh Midir? Ebû Râfi’e dayandırılan bir rivâyette Rasûlullah aleyhisselâm’ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir: إِذَا طَنَّتْ أُذُنُ أَحَدِكُمْ فَلْيُصَلِّ عَلَيَّ وَلْيَقُلْ: ذَكَرَ اللّٰهُ بِخَيْرٍ مَنْ ذَكَرَنِى “Sizden birinizin kulağı çınladığı zaman bana salât-ü selâm getirsin ve: ‘Beni hayırla ananı Allah da hayır ile ansın’ desin.” Bu rivâyet şu lafızla da gelmiştir: إِذَا طَنَّتْ أُذُنُ أَحَدِكُمْ فَلْيَذْكُرْنِى وَلْيُصَلِّ عَلَيَّ وَلْيَقُلْ: اللّٰهُمَّ اذْكُرْ بِخَيْرٍ مَنْ ذَكَرَنِى “Birinizin kulağı çınladığı zaman beni ansın ve bana salât-ü selâm getirsin. Sonra da: ‘Allah’ım, beni hayırla yâd edeni hayırla yâd et’ desin” İbnü’l Cevzî bu rivâyetin Rasûlullah hakkında uydurulmuş “mevdû’” bir söz olduğunu belirtir. (el-Mevdûât, Thk: Abdurrahman Muhammed Osman, el-Mektebetü’s Selefiyye, Riyâd, 3/76) el-Aclûnî ise bu rivâyet hakkında; Taberânî, İbnü’s Sünnî, el-Harâitî ve diğerlerinin Ebû Râfi’den merfû’ olarak yaptıkları bu rivâyetin senedinin zayıf olduğunu, hatta el-Ukaylî’nin bu rivâyet hakkında “bunun aslı yoktur” (لَا أَصْلَ لَهُ) dediğini kaydeder (ed-Duafâu’l Kebîr, el-Ukaylî, Thk: Abdü’l-Mun’im Emîn Kal’acî, el-Mektebetü’l İlmiyye, Beyrût, 4/104). Daha sonra da ez-Zürkânî’nin, Taberânî’nin el-Mu’cemu’l Kebîr’indeki (Mektebetü İbn-i Teymiyye, Kâhire, 1/321, 322, No: 958) rivâyetinin isnâdının “Hasen” olduğunu söylediğini, İbn-i Huzeyme’nin de onu Sahîh’inde Ebû Râfi’den rivâyet ettiğini, bu rivâyetin “mevdû’/uydurma” olduğu görüşünden dolayı da İbnü’l Cevzî’nin tenkîd edildiğini ifade eder. (Bkz: Keşfu’l Hafâ, Mektebetü’l Kudsî, Kâhire, S: 103) İmam Taberânî’nin rivâyet ettiği sözün senedinde Hıbbân b. Ali ve Muhammed b. Ubeydullah b. Ebî Râfi’ varken isnâdı nasıl Hasen olabilir?! İmam Heysemî, Mecmeu’z Zevâid’inde Hıbbân b. Ali’nin “zayıf” olduğunu söylemiştir. Nesâî ve başkalarına göre de Hıbbân b. Ali “zayıf” bir râvîdir (Mîzânü’l İ’tidâl, İmam Zehebî, Thk: Ali Muhammed el-Becâvî, Dârü’l Ma’rife, Beyrût, No: 1682, 1/449) Bazıları onun güvenilir olduğunu söylemiş, diğer bazıları da onu zayıf kabul etmiştir. (el-Câmi’ li-Şuabi’l Îmân, Beyhakî, Thk: Muhtâr Ahmed en-Nedvî, Mektebetü’r Rüşd, -Kitabın tahkîk kısmında-, 13/522) İmam Zehebî, İmam Taberânî’nin rivâyet ettiği sözün senedinde bulunan diğer râvî olan Muhammed b. Ubeydullah b. Ebî Râfi’ hakkında Yahya b. Maîn’in “onun hadîsi muteber değildir” dediğini, Ebû Hâtim’in ise onun hakkında “Münkeru’l-Hadîs” dediğini ifade ettikten sonra, bu isnâdla da söz konusu hadîsin bâtıl olduğunu kaydetmiştir. (Bkz: Mîzânü’i İ’tidâl, No: 7904, 3/634, 635) İmam Taberânî’nin rivâyeti olan hadîste birçok âlimin cerh ettiği bu iki râvînin aynı anda bulunduğuna dikkat edelim! İmam Suyûtî yukarıdaki rivâyetin “uydurma” olduğunu söylemiştir. (el-Leâliu’l Mesnûa fi'l Ehâdîsi’l Mevdûa, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, Beyrût, 2/242) İmam Şevkânî rahımehullâh da bu rivâyet hakkında “mevdû’” (uydurma) denildiğini kaydetmiştir. (el-Fevâidü’l Mecmûa fi’l Ehâdîsi’l Mevdûa, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, Lübnân, S: 224) Molla Aliyyü’l Kârî ise, kulak çınlaması hakkında vârid olan bütün hadîslerin uydurma olduğunu söylemiştir. (el-Esrâru’l Merfûa fi’l Ahbâri’l Mevdûa -el-Ma’rûf bi’l Mevdûati’l Kübrâ- Thk: Muhammed Sabbâğ, Müessesetü’r Risâle, Beyrût, S: 441) 10 Aralık 2018 - Pazartesi ___________________________________ 34- Seyyidü'l İstiğfâr: Şeddâd b. Evs’in rivâyeti ile İbn-i Büreyde’nin babasından rivâyetine göre, Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Seyyidu’l istiğfâr (istiğfâr dualarının seyyidi/efendisi, en üstünü, en faziletlisi) şöyle demendir: اللّٰهُمَّ أَنْتَ رَبِّى، لاَ إِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ، خَلَقْتَنِى وَأَنَا عَبْدُكَ، وَأَنَا عَلَى عَهْدِكَ وَوَعْدِكَ مَا اسْتَطَعْتُ، أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ مَا صَنَعْتُ، أَبُوءُ لَكَ بِنِعْمَتِكَ عَلَىَّ وَأَبُوءُ لَكَ بِذَنْبِى، فَاغْفِرْ لِى، فَإِنَّهُ لاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ أَنْتَ Okunuşu: Allâhumme ente Rabbî lâ ilâhe illâ ente ĥalagtenî ve ene abduke ve ene alâ ahdike ve va’dike me’stetağtü. Eûzü bike min şerri mâ sana’tü. Ebû-u leke bi-ni’metike aleyye ve ebû-u leke bi-zenbî, fağfirlî, fe innehû lâ yağfiru’z-zünûbe illâ ente. Anlamı: “Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka (hak) ilâh yoktur. Beni Sen yarattın ve ben Senin kulunum. Ben gücüm yettiğince ahdin ve va’din üzereyim (Seninle yaptığımız ahde sâdık kalacağım ve va’dine ulaşmaya çalışacağım). Yaptıklarımın şerrinden Sana sığınırım. Bana ihsân ettiğin nimetlerini itiraf ederim, günahlarımı da itiraf ederim. Beni mağfiret eyle (bağışla), Şüphesiz günahları Senden başka mağfiret edecek kimse yoktur.” Peygamberimiz buyurdu: “Her kim, bu seyyidü’l istiğfâr’ı içeriğine gerçekten inanarak gündüz söyler de o gün akşam olmadan önce ölürse, o kimse cennet ehlinden olur. Her kim de, bu istiğfârı içeriğine iman ederek gece söyler de sabah olmadan önce ölürse, o kimse de cennet ehlinden olur.” (Buhârî, Deavât, 2, [6306]; Deavât, 16, [6323]; Tirmizî, Deavât, 15, [3393]; Ebû Dâvûd, Edeb, 110, [5070]; İbn-i Mâce, Duâ, 14, [3872]; Nesâî, İstiâze, 57, [5522]) 22 Kasım 2018 - Perşembe ___________________________________ 33- Âhir Zamanda Doğru Menhec İşlenen Bazı Amellerden Daha Hayırlıdır: İbn-i Mes’ûd radıyallâhu anh’ın şöyle dediği işitilmiştir: إِنَّكُمْ فِى زَمَانٍ: كَثِيرٌ فُقَهَاؤُهُ، قَلِيلٌ خُطَبَاؤُهُ، قَلِيلٌ سُؤَّالُهُ، كَثِيرٌ مُعْطُوهُ، الْعَمَلُ فِيهِ قَائِدٌ لِلْهَوَى. وَسَيَأْتِى مِنْ بَعْدِكُمْ زَمَانٌ: قَلِيلٌ فُقَهَاؤُهُ، كَثِيرٌ خُطَبَاؤُهُ، كَثِيرٌ سُؤَّالُهُ، قَلِيلٌ مُعْطُوهُ، الْهَوَى فِيهِ قَائِدٌ لِلْعَمَلِ، اعْلَمُوا أَنَّ حُسْنَ الْهَدْيِ، فِى اٰخِرِ الزَّمَانِ، خَيْرٌ مِنْ بَعْضِ الْعَمَلِ “Siz öyle bir zamandasınız ki; fakîhleri (âlimleri) çok, hatipleri (hutbe okuyanları, konuşanları) az [kısa hutbe okur, uzun namaz kılarlar ve az konuşurlar], dilencileri az, (Allah yolunda) mal verenleri çoktur; bu zamanda işler nefis arzularını (hevâyı) idare eder (onlara hâkim olur). Fakat sizden sonra öyle bir zaman gelecek ki; fakîhleri (âlimleri) az, hatipleri (hutbe okuyanları, konuşanları) çok [kısa namaz kılar, hutbeyi çok uzatırlar ve çok konuşurlar], dilencileri çok, vericileri azdır; bu zamanda nefis arzusu (hevâ) işleri kumanda eder. Biliniz ki, âhir zamanda iyi hâl (doğru menhec) bazı amellerden (bir kısım ibâdetten) daha hayırlıdır.” (el-Edebu’l Müfred, İmam Buhârî, Kitâbu’l Akvâl, 341, بَابُ الْهَدْيِ وَالسَّمْتِ الْحَسَنِ “İyi Hâl ve Güzel Gidişat Bâbı”, H. No: 789) İbn-i Mes’ûd’un, bizim açımızdan tüylerimizi diken diken eden bu uyarıcı sözünü daha iyi kavramak için kısaca şöyle de tercüme edebiliriz: “Siz, fakîhleri çok-hatipleri az, dilencileri az-mal verenleri (infâk edenleri) çok olan bir zamandasınız. Bu zamanda amel (yapılan işler) hevâyı idâre eder. Fakat sizden sonra, fakîhleri az-hatipleri çok, dilencileri çok-mal verenleri az olan bir zaman gelecektir. O zamanda hevâ (nefsin arzuları) işleri kumanda eder. Biliniz ki, âhir zamanda güzel yol/doğru menhec bazı amellerden daha hayırlıdır.” (el-Edebu’l Müfred, No: 789) 21 Kasım 2018 - Çarşamba ___________________________________ 32- Komşusu Açken Tok Yatan Bizden Değildir! 1- Enes b. Mâlik radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: مَا اٰمَنَ بِى مَنْ بَاتَ شَبْعَانَ وَجَارُهُ جَائِعٌ إِلٰى جَنْبِهِ وَهُوَ يَعْلَمُ بِهِ “Yanı başındaki komşusunun aç olduğunu bildiği halde tok olarak geceleyen kimse bana (kâmilen) iman etmemiştir.” (Müsned-i Ahmed, Thk: Şuayb el-Arnaût, Müessesetü’r Risâle, 8/486; el-Mu’cemu’l Kebîr, Taberânî, Mektebetü İbn-i Teymiyye, Kâhire, No: 751, 1/259; el-Müstedrek, Hâkim, Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, Beyrût, 2/15; Mecmeu’z Zevâid, el-Heysemî, Dâru’l Kitâbi’l Arabî, Beyrût, 8/167; Feydu’l Kadîr, el-Münâvî, el-Mektebetü’t Ticâriyyetü’l Kübrâ, Mısır, No: 7771, 5/407; Silsiletü’l Ehâdîsi’s Sahîha, el-Elbânî, Mektebetü'l Meârif, 1/279; Sahîhu’l Câmii’s Sağîr ve Ziyâdetüh, el-Elbânî, el-Mektebü’l İslâmî, No: 5505, 2/967) 2- İbn-i Abbâs radıyallâhu anhumâ’dan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: لَيْسَ الْمُؤْمِنُ الَّذِى يَشْبَعُ وَجَارُهُ جَائِعٌ “Komşusu açken doyan/tok olan (kâmil) mü’min değildir.” (el-Edebü’l Müfred, İmam Buhârî, No: 112, S: 39; Müsned-i Ahmed, 8/486; Mecmeu’z Zevâid, el-Heysemî, 8/167; Silsiletü’l Ehâdîsi’s Sahîha, No: 149, 1/278) 3- Kesin rivâyete delâlet etmeyen zayıf Hadîslerin edâsında kullanılan temrîd (التمريض) sıygası [رُوِيَ mechûl fiil kalıbı] ile Peygamberimizin şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: لَيْسَ مِنَّا مَنْ بَاتَ بَطِينًا وَجَارُهُ خَمِيصٌ وَمَنْ غَشَّنَا فَلَيْسَ مِنَّا “Komşusu açken tok yatan/geceleyen bizden değildir. Bizi aldatan bizden (Sünnetimizden, ahlâkımızdan) değildir.” (Temhîdü’l Evâil fî Telhîsı’d Delâil, Ebû Bekr el-Bakıllânî el-Mâlikî v.403 h, Thk: Imâdüddîn Ahmed Haydar, Müessesetü’l Kütübi’s Sekâfiyye, Lübnân, 1/422) Açıklama: Komşusu aç, muhtâç ve bî-ilâç iken, bu durumlara aldırmadan, kendisi tıka basa yiyen, karnı tok ve sırtı pek olarak geceleyen ve gezip dolaşan kimse imanı kâmil bir mü’min değildir! 20 Kasım 2018 - Salı ___________________________________ 31- Son Teşehhüdden Sonra Allah’a Sığınılacak Dört Şey Nedir? Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz teşehhüd getirdikten sonra şöyle diyerek dört husustan Allah’a sığınsın: اللّٰهُمَّ إِنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ جَهَنَّمَ وَمِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَمِنْ فِتْنَةِ الْمَحْيَا وَالْمَمَاتِ وَمِنْ شَرِّ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ ‘Allah’ım, cehennem azâbından, kabir azâbından, hayatın ve ölümün fitnesinden ve Mesîh Deccâl’in fitnesinin şerrinden Sana sığınırım’ desin.” (Müslim, Mesâcid, 128, H. No: 588a; Bkz: Buhârî, Cenâiz, 87, H. No: 1377; Müslim, Mesâcid, 130-133, H. No: 588; Ebû Dâvûd, 186, H. No: 983; İbn-i Mâce, İkâmetü’s Salât, 26, H. No: 909; Nesâî, Sehv, 64, H. No: 1309) İbn-i Abbâs’tan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah aleyhisselâm kendilerine Kur’ân’dan bir sûreyi öğretir gibi şu duayı öğretip şöyle derdi: اللّٰهُمَّ إِنَّا نَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ جَهَنَّمَ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الْمَحْيَا وَالْمَمَاتِ “Allah’ım, biz cehennem azâbından Sana sığınırız. Ben kabir azâbından Sana sığınırım. Ben Mesîh Deccâl’in fitnesinden Sana sığınırım. Ben hayatın ve ölümün fitnesinden Sana sığınırım, deyiniz.” Müslim b. el-Haccâc dedi ki: Bana ulaştığına göre; Tâvûs, oğluna şöyle dedi: Namazında bu duaları yaptın mı? Oğlu: Hayır, dedi. Babası: O halde namazını iâde et, dedi. Çünkü Tâvûs bu Hadîsi üç ya da dört kişiden rivâyet etmiştir -yahut dediği gibidir-. (Müslim, Mesâcid, 134, H. No: 590; Bkz: Nesâî, 2063, 5512) İbn-i Abbâs’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm, ashâbına Kur’ân’dan bir sûre öğretir gibi şu duayı öğretirdi: اللّٰهُمَّ إِنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ جَهَنَّمَ وَمِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الْمَحْيَا وَالْمَمَاتِ “Allah’ım, cehennem azâbından ve kabir azâbından Sana sığınırım. Mesîh Deccâl’in fitnesinden Sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnesinden Sana sığınırım.” (Tirmizî, Deavât, 27, H. No: 3494; Bkz: Ebû Dâvûd, Salât, 32, H. No: 1542; Nesâî, Cenâiz, 115, H. No: 2063; İstiâze, 50, H. No: 5512) Açıklama: Allah’ın bu duayı, Kur’ân’dan bir sûre öğretir gibi öğretmesi ve Tâvûs’un da, bu duayı namazında okumayan oğluna, namazını iâde etmesini emretmesi, bu dua ile Allah’a sığınmanın te’kîd edildiğine ve son teşehhüdden sonra bu duayı okumanın çokça teşvîk edildiğine delildir. Tâvûs’un sözlerinin zâhirinden anlaşıldığına göre, o bu konudaki emrin vucûb (farziyyet) ifade ettiğini kabul etmiştir. Bu nedenle oğluna namazını iâde etmesini emretmiştir. Âlimlerin cumhûruna göre ise, namazda son teşehhüdden sonra bu duayı okumak vâcib (farz) değil, müstehabdır. Belki de Tâvûs bu duayı okumanın vâcib olduğuna inandığından dolayı değil de, böyle yaparak oğlunu terbiye etmek ve bu duanın onun kalbinde daha sağlam şekilde yer etmesini sağlamak maksadıyla böyle yapmış olabilir. 19 Kasım 2018 - Pazartesi ___________________________________ 30- Allah’a Sığınılması Gereken Dört Şey Nedir? Abdullah b. Ömer radıyallâhu anhumâ’dan rivâyete göre, o şöyle demiştir: Rasûlullah aleyhisselâm şöyle dua ederdi: اللّٰهُمَّ إِنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنْ قَلْبٍ لاَ يَخْشَعُ وَ [مِنْ] دُعَاءٍ لاَ يُسْمَعُ وَمِنْ نَفْسٍ لاَ تَشْبَعُ وَمِنْ عِلْمٍ لاَ يَنْفَعُ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هٰؤُلاَءِ الْأَرْبَعِ “Allah’ım, huşû duymayan (korkmayan) kalpten, kabul olunmayan duadan, doymayan (aç gözlü) nefisten ve faydasız ilimden Sana sığınırım. Bu dört şeyden Sana sığınırım.”
(Tirmizî, Deavât, 69, H. No: 3482, Lafız Tirmizî’nindir, Köşeli parantez içindeki harf-i cerr Tirmizî’nin metninde yoktur; Hadîsin farklı rivâyetleri, takdîm ve te’hîrleri için Bkz: Müslim, Zikr, 73, H. No: 2722; Ebû Dâvûd, Vitr, 32, H. No: 1548; İbn-i Mâce, Mukaddime, 23, H. No: 250; Duâ, 2, H. No: 3837; Nesâî, İstiâze, 13, H. No: 5458; İstiâze, 18, H. No: 5467; İstiâze, 21, H. No: 5470; İstiâze, 64, H. No: 5536, 5537; İstiâze, 65, H. No: 5538) 18 Kasım 2018 - Pazar ___________________________________ 29- Âcizlikten, Tembellikten ve Başka Şeylerden Allah’a Sığınma Duası: Enes b. Mâlik radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle dua ederdi: اللّٰهُمَّ إنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنَ العَجْزِ وَالكَسَلِ وَالجُبْنِ والهَرَمِ والبُخْلِ وأعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ القَبْرِ وأعوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ المَحْيَا وَالمَمَاتِ “Allah’ım, âcizlikten, tembellikten, bunaklık derecesinde ihtiyarlıktan ve cimrilikten Sana sığınırım. Kabir azâbından Sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnesinden Sana sığınırım.” Bir rivâyette de şu ziyâde vardır: وَضَلَعِ الدَّيْنِ وَغَلَبَةِ الرِّجَالِ “Borç altında ezilmekten ve (kötü) insanların tasallutundan (Sana sığınırım).” (Riyâdu’s Sâlihîn, 1474; Hadîsin farklı lafızlarla rivâyetleri için Bkz: Buhârî, 2823, 2893, 5425, 6363, 6367, 6369; Müslim, 2706; Tirmizî, 3484; Ebû Dâvûd, 1540; Nesâî, 5448, 5449, 5450, 5452, 5453, 5459, 5476, 5489, 5503) 12 Kasım 2018 - Pazartesi ___________________________________ 28- Şirke Düşmekten Korkulduğunda Yapılan Dua: Ma’kıl b. Yesâr radıyallâhu anh şöyle demiştir: Ebû Bekr es-Sıddîk radıyallâhu anh ile birlikte Rasûlullah aleyhisselâm’ın yanına gittim. O şöyle buyurdu: يَا أَبَا بَكْرٍ، لَلشِّرْكُ فِيكُمْ أَخْفَى مِنْ دَبِيبِ النَّمْلِ “Ey Ebû Bekr! Şirk, sizin aranızda karıncanın kımıldamasından daha gizlidir.” Ebû Bekr radıyallâhu anh: “Şirk, Allah’la beraber başka bir ilâha ibâdet edeninki değil midir?” diye sordu da, Nebî aleyhisselâm: وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ، لَلشِّرْكُ أَخْفَى مِنْ دَبِيبِ النَّمْلِ، أَلاَ أَدُلُّكَ عَلَى شَيْءٍ إِذَا قُلْتَهُ ذَهَبَ عَنْكَ قَلِيلُهُ وَكَثِيرُهُ؟ “Nefsim elinde olan (Allah)’a kasem ederim ki, şirk karıncanın kımıldamasından daha gizlidir. Sana, söylediğinde senden küçüğünü de büyüğünü de giderecek bir şeyi göstereyim mi?” dedikten sonra şöyle buyurdu: اللّٰهُمَّ إِنِّى أَعُوذُ بِكَ أَنْ أُشْرِكَ بِكَ وَأَنَا أَعْلَمُ، وَأَسْتَغْفِرُكَ لِمَا لاَ أَعْلَمُ "’Allah'ım, bilerek Sana şirk koşmaktan Sana sığınırım. Bilmediğim şeylerden dolayı Sen’den mağfiret dilerim’ de.” (el-Edebu’l Müfred, İmam Buhârî, Thk: Muhammed Fuâd Abdulbâkî, el-Matbaatü’s Selefiyye, Kâhire, No: 716, S: 186; Bkz: Sahîhu'l Edebi'l Müfred, el-Elbânî, Mektebetü'd Delîl, No: 551, S: 266; Sahîhu’l Câmii’s Sağîr ve Ziyâdetüh, el-Elbânî, el-Mektebü’l İslâmî, Beyrût-Dimeşk, No: 3730, 3731, C: 1, S: 693, 694) 11 Kasım 2018 - Pazar ___________________________________ 27- İnsanları Güldürmek İçin Yalan Söyleyen Kimseye Yazıklar Olsun! Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu: وَيْلٌ لِلَّذِى يُحَدِّثُ فَيَكْذِبُ لِيُضْحِكَ بِهِ الْقَوْمَ وَيْلٌ لَهُ وَيْلٌ لَهُ “Yazıklar olsun, sözleriyle bir toplumu güldürmek için konuşup da yalan söyleyen kimseye! Yazıklar olsun ona, yazıklar olsun ona!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 88, H. No: 4990) Hadîs-i Şerîf, Tirmizî’de ise şöyle geçmektedir: وَيْلٌ لِلَّذِى يُحَدِّثُ بِالْحَدِيثِ لِيُضْحِكَ بِهِ الْقَوْمَ فَيَكْذِبُ وَيْلٌ لَهُ وَيْلٌ لَهُ “Yazıklar olsun, insanları güldürmek için söz söyleyip de yalan söyleyen kimseye! Yazıklar olsun ona, yazıklar olsun ona!” (Tirmizî, Zühd, 10, H. No: 2315) Açıklama: Bu Hadîs-i Şerîf, insanları güldürmek maksadıyla yalan söylemenin günahının diğer yalanların günahından daha büyük olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü Hadîsin metninde geçen “veyl” (وَيْلٌ) kelimesi âkıbeti son derece korkunç olan hâdiseler hakkında kullanılır. 8 Kasım 2018 - Perşembe ___________________________________ 26- Sadakaların Kabul Edilmeyeceği Zaman Gelmeden Önce Sadaka Veriniz! Hârise b. Vehb radıyallâhu anh şöyle demiştir: Rasûlullah aleyhisselâm’ı şöyle buyururken işittim: تَصَدَّقُوا فَإِنَّهُ يَأْتِى عَلَيْكُمْ زَمَانٌ يَمْشِى الرَّجُلُ بِصَدَقَتِهِ، فَلاَ يَجِدُ مَنْ يَقْبَلُهَا يَقُولُ الرَّجُلُ لَوْ جِئْتَ بِهَا بِالْأَمْسِ لَقَبِلْتُهَا، فَأَمَّا الْيَوْمَ فَلاَ حَاجَةَ لِى بِهَا “Sadaka veriniz. Çünkü öyle bir zaman gelecek ki, kişi elinde sadakasıyla dolaşacak, fakat sadakasını kabul edecek kimse bulamayacaktır. Sadaka vermek istediği kişi: ‘Eğer bunu dün getirseydin kabul ederdim, fakat bugün ona ihtiyacım yok’ diyecektir.” (Buhârî, Zekât, 9, H. No: 1411; Zekât, 16, H. No: 1424; Fiten, 25, H. No: 7120; Müslim, Zekât, 58, H. No: 1011; Nesâî, Zekât, 64, H. No: 2555) Ebû Mûsâ radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Nebî aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: لَيَأْتِيَنَّ عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ يَطُوفُ الرَّجُلُ فِيهِ بِالصَّدَقَةِ مِنَ الذَّهَبِ ثُمَّ لاَ يَجِدُ أَحَدًا يَأْخُذُهَا مِنْهُ وَيُرَى الرَّجُلُ الْوَاحِدُ يَتْبَعُهُ أَرْبَعُونَ امْرَأَةً يَلُذْنَ بِهِ مِنْ قِلَّةِ الرِّجَالِ وَكَثْرَةِ النِّسَاءِ “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zamanda adam (vermek için) altın sadaka ile dolaşacak, sonra da o sadakayı kendisinden alacak bir kimseyi bulamayacaktır. Diğer yandan erkeklerin azlığı ve kadınların çokluğu sebebiyle kırk kadının, bir erkeğin himayesine girdiği görülecektir." (Buhârî, Zekât, 9, H. No: 1414; Müslim, Zekât, 59, H. No: 1012) Açıklama: İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, mallar çoğalıp taşacak, yeryüzü hazinelerini çıkaracak, yağmurlar yağacak, ırmaklar akacak ve araziler ekilmeyip ihmal edildiği ve su kaynaklarından sulanmadığı için yeryüzü çayır çimen hâline dönüşecektir. Yeryüzüne bereket verilecek, içindeki hazinelerini çıkaracak, sadaka ve zekât kabul edilmeyecektir. Bu hâdise, Hz. Îsâ’nın inmesinden ve Ye’cûc ve Me’cûc’ün helâkinden sonra olacaktır. O esnada insanların geleceğe dair emel ve umutları azalacak, kıyâmet yakınlaşmış olduğu için insanlar mal biriktirmeyecekler ve dünya işlerine aldırış etmeyeceklerdir. Mal çokluğu ve ihtiyaçsızlık nedeniyle zekât ve sadakalar ellerde kalacak, kimse kabul etmeyecektir. Hadîste geçen “dolaşacak” (يَطُوفُ) tabiri, sadaka verecek kimsenin, sadakayı kabul edecek bir adam bulabilmek için insanlar arasında gidip geleceği anlamına gelmektedir. Evet, bir kimse sadaka/zekât kabul edecek birini arıyor, kimse kabul etmediği için de, insanlar arasında dolaşıp duruyor, ama kendisine sadaka teklif edilen kimseler, ona ihtiyaçları olmadığını söylüyorlar. Hadîste zekât malı olarak altının zikredilmiş olması, mânâyı te’kîd içindir. Bu ifade şekli, o esnada değerli malların çok olacağı hususunda mübâlağa ifade eder. Normal şartlarda, daha doğrusu dar ve zor zamanlarda ihtiyaç sahiplerine acınır ama bu tabloda sadakası kabul edilmeyene acınıyor değil mi? Aslında bu Hadîsler bizlere sadakaları geciktirmememiz gerektiğini öğütlemektedir. Hadîste, وَيُرَى الرَّجُلُ الْوَاحِدُ يَتْبَعُهُ أَرْبَعُونَ امْرَأَةً يَلُذْنَ بِهِ مِنْ قِلَّةِ الرِّجَالِ وَكَثْرَةِ النِّسَاءِ “Erkeklerin azlığı ve kadınların da çokluğu nedeniyle bir tek erkeğin arkasından kırk kadının gittiği ve ona sığındığı görülecektir” buyurulmaktadır. Erkeklerin azalıp kadınların çoğalmasının sebebi, o dönemde çokça fitnelerin, savaşların, mücâdelelerin ve ölümlerin meydana gelecek olmasıdır. Nebî aleyhisselâm: وَيَكْثُرُ الْهَرْجُ “Ve herc (öldürmek) çoğalacak” buyurmaktadır. (Buhârî, 85, 1036, 6037, 7061; Müslim, 157d; Ebû Dâvûd, 4255; İbn-i Mâce, 4047, 4052) Bu hengâmede kadın nüfusu artacaktır. Kadınların bir tek erkeğe sığınması ise, erkeğin onların ihtiyaçlarını görüp, onları koruyup gözetmesi anlamındadır. Bu da, bir kabilenin tek erkek dışında bütün erkeklerinin ölüp de geriye sadece kadınların kalması durumuna benzer. İşte o kadınların tamamı o erkeğe sığınırlar. Böylece kimse o kadınlara zarar veremez. Yahut da fitne ve savaşlarda daha ziyâde erkeklerin ölmesi neticesinde kadınların, yakınlarından bir erkeğin gözetimine girmesini ifade eder. Bu yorum şeklinden de, uzak veya yakın akrabalığın değerinin zor zamanlarda nasıl daha iyi anlaşıldığı ve önemsendiği gerçeğini görmekteyiz. Her türlü fitne, âfet, felâket ve helâketten Yüce Allah’a sığınırız. 7 Kasım 2018 - Çarşamba ___________________________________ 25- Kulağımın, Gözümün, Dilimin, Kalbimin ve Tenâsül Organımın Şerrinden Allah’a Sığınırım! Şekel b. Humeyd’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Nebî aleyhisselâm’a geldim ve şöyle dedim: Ey Allah’ın Rasûlü, bana bir sığınma duası öğret de onunla (Allah’a) sığınayım. Bunun üzerine Rasûlullah aleyhisselâm omzumdan tuttu ve şöyle dua et, buyurdu: اللّٰهُمَّ إِنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ سَمْعِى وَمِنْ شَرِّ بَصَرِى وَمِنْ شَرِّ لِسَانِى وَمِنْ شَرِّ قَلْبِى وَمِنْ شَرِّ مَنِيِّى -Allahümme innî eûzü bike min şerri sem’î ve min şerri basarî ve min şerri lisânî ve min şerri kalbî ve min şerri meniyyî- “Allah’ım! Kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve tenâsül organımın şerrinden Sana sığınırım.” (Tirmizî, Deavât, 75, H. No: 3492; Ebû Dâvûd, Vitr, 32, H. No: 1551; Bkz: Nesâî, İstiâze, 4, H. No: 5444; İstiâze, 10, H. No: 5455; İstiâze, 11, H. No: 5456; İstiâze, 28, H. No: 5484) 6 Kasım 2018 - Salı ___________________________________ 24- Sabah-Akşam Üçer Defa Okumak Sünnet Olan Dua: Ca’fer b. Meymûn’dan rivâyet edildiğine göre, Abdurrahman b. Ebî Bekre, babasına: “Ey babacığım, her sabah seni: اللّٰهُمَّ عَافِنِى فِى بَدَنِى اللّٰهُمَّ عَافِنِى فِى سَمْعِى اللّٰهُمَّ عَافِنِى فِى بَصَرِى لاَ إِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ ‘Allahümme âfinî fî bedenî, Allahümme âfinî fî sem’î, Allahümme âfinî fî basarî, lâ ilâhe illâ ente’ (Allah’ım, bedenimde âfiyet ver, kulağıma âfiyet ver, gözüme âfiyet ver. Senden başka hiçbir ilâh yoktur) diye dua ederken duyuyorum. Sabahleyin ve akşamleyin bu duayı üçer defa okuyorsun” diyerek bunun hikmetini sorduğunda babası: “Çünkü ben, Rasûlullah aleyhisselâm’ı bu duayı okurken işittim. Ben onun Sünnetine uymayı seviyorum” diye cevap verdi. (Hadîsi Ebû Dâvûd’a nakleden iki hocasından biri olan) Abbâs b. Abdülazîm bu Hadîs-i Şerîfe şu sözleri de ilâve etmiştir: “Sen sabahleyin ve akşamleyin üçer defa: اللّٰهُمَّ إِنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْكُفْرِ وَالْفَقْرِ اللّٰهُمَّ إِنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ ‘Allahümme innî eûzü bike mine’l-küfri ve’l-fakri, Allahümme innî eûzü bike min azâbi’l-kabri, lâ ilâhe illâ ente’ (Allah’ım, küfürden ve fakirlikten Sana sığınırım. Allah’ım, kabir azâbından Sana sığınırım. Senden başka ilâh yoktur) diyorsun ve Yüce Allah’a bu kelimelerle dua ediyorsun, (bunun hikmeti nedir?) diye sordum da bana: ‘Ben onun Sünnetine uymayı seviyorum (onun için böyle yapıyorum)’ cevabını verdi ve (sözlerine devam ederek) şöyle dedi: Rasûlullah, sıkıntıya düşenin duası şudur buyurdu: اللّٰهُمَّ رَحْمَتَكَ أَرْجُو فَلاَ تَكِلْنِى إِلَى نَفْسِى طَرْفَةَ عَيْنٍ وَأَصْلِحْ لِى شَأْنِى كُلَّهُ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ ‘Allahümme rahmeteke ercû, felâ tekilnî ilâ nefsî tarfete aynin ve eslih lî şe’nî küllehû, lâ ilâhe illâ ente’ (Allah’ım, Senin rahmetini umuyorum, beni göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsime bırakma, hâlimi tümüyle düzelt. Senden başka ilâh yoktur.) Ebû Dâvûd dedi ki: Bu Hadîsi şeyhlerimden bazıları bana rivâyet ederlerken, arkadaşlarının rivâyetlerine daha başka kelimeler ekleyerek rivâyet ettiler. (Ebû Dâvûd, Edeb, 110, H. No: 5090; Amelü’l Yevmi ve’l Leyle, Nesâî, Müessesetü’r Risâle, No: 22, S: 146; Ayrıca Bkz: Tirmizî, Deavât, 67, H. No: 3480) 6 Kasım 2018 - Salı ___________________________________ 23- Sabah Namazından Sonra Okunacak Dua: Ümmü Seleme annemizden rivâyete göre, o şöyle demiştir: "Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, sabah namazını kılıp selâm verdiği zaman şöyle derdi: اللّٰهُمَّ إِنِّى أَسْأَلُكَ عِلْمًا نَافِعًا وَرِزْقًا طَيِّبًا وَعَمَلاً مُتَقَبَّلاً "Allah'ım! Senden faydalı ilim, temiz (helâl) rızık ve makbûl (kabul olunan) amel dilerim." (İbn Mâce, İkâmetu’s Salât, 32, H. No: 925; Müsned-i Ahmed b. Hanbel, Thk: Şuayb el-Arnaût, Âdil Mürşid vd., Müessesetü’r Risâle, 44/221) Açıklama: Faydalı ilimden maksat, amel edilen ilimdir. İlim, kendisiyle amel edildiğinde, muktezâsına uygun hareket edildiğinde “faydalı ilim” olacağı gibi; ilim sahibi de, ilmiyle amel ettiği sürece âlim sayılır. Faydalı ilim, dünya ve âhiret saâdetini temin eder. Dînî hayata gölge düşüren veya zarar veren dünyevî bilgiler ve entelektüel birikimler -Allah’ın rızâsına götürmediği veya mâni olduğu sürece- faydalı ilim sayılmaz! Faydalı ilme teşvîk ve fayda vermeyen ilimden sakındırma noktasında Allah Rasûlünden pek çok Hadîs vârid olmuştur. Bir tanesini zikredelim. Câbir’den rivâyet edilen Sahîh bir Hadîste Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: سَلُوا اللّٰهَ عِلْمًا نَافِعًا وَتَعَوَّذُوا بِاللّٰهِ مِنْ عِلْمٍ لاَ يَنْفَعُ “Allah’tan faydalı ilim isteyiniz ve fayda vermeyen ilimden Allah’a sığınınız.” (İbn-i Mâce, Duâ, 3, H. No: 3843)
Güzel rızıktan maksat, helâl rızıktır. Bu tabiri, dünyanın lezîz/lezzetli rızıklarına, yiyecek ve içeceklerine yorumlamak uzak ihtimâldir. Fakat burada dünya rızkı değil de âhiret rızkı kastedilmiş olursa o zaman rızk-ı tayyib ile lezzetli rızkın kastedilmiş olması mümkün olur. 31 Ekim 2018 - Çarşamba ___________________________________ 22- Okunması Sünnet Olan Bir Dua: Abdullah b. Mes’ûd radıyallâhu anh’tan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle dua ederdi: اللّٰهُمَّ إِنِّى أَسْأَلُكَ الْهُدَى وَالتُّقَى وَالْعَفَافَ وَالْغِنَى “Allah’ım, Sen’den hidâyet, takvâ, iffet ve zenginlik dilerim.” (Müslim, Zikr, 72, H. No: 2721; Tirmizî, Deavât, 73, H. No: 3489; İbn-i Mâce, Duâ, 2, H. No: 3832) Açıklama: İmam Nevevî rahımehullâh Hadîste geçen “afâf” (iffet) ve “ğınâ” (zenginlik) kelimeleri hakkında şöyle demiştir: أَمَّا الْعَفَافُ وَالْعِفَّةُ فَهُوَ التَّنَزُّهُ عَمَّا لَا يُبَاحُ وَالْكَفُّ عَنْهُ وَالْغِنَى هُنَا غِنَى النَّفْسِ وَالِاسْتِغْنَاءُ عَنِ النَّاسِ وَعَمَّا فِى أَيْدِيهِمْ “Afâf ve iffet, mubâh olmayan şeylerden uzak durmak ve onlardan vazgeçmek demektir. Buradaki zenginlikten kasıt, nefis (gönül) zenginliği, insanlardan ve onların ellerinde bulunan (dünyalık mal) lardan müstağnî olmak, onlara ihtiyaç eğilimi duymamak demektir.” (el-Minhâc fî Şerhi Sahîh-i Müslim, Dâru İhyâi’t Türâsi’l Arabî, Beyrût, 17/41) Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’tan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: لَيْسَ الْغِنَى عَنْ كَثْرَةِ الْعَرَضِ وَلَكِنَّ الْغِنَى غِنَى النَّفْسِ “Zenginlik mal çokluğundan (çokluğu ile) değildir. Fakat asıl zenginlik, nefis (gönül) zenginliğidir (kanaattir).” (Buhârî, Rikâk, 15, H. No: 6446; Müslim, Zekât, 120, H. No: 1051; Tirmizî, Zühd, 40, H. No: 2373; İbn-i Mâce, Zühd, 9, H. No: 4137) Zenginlik mal çokluğu ile değildir. Gerçek zenginlik gönül zenginliği, kanaatkârlık ve tok gözlülüktür. Varlıklı olanların çoğu, kendilerinden daha çok serveti bulunanlara bakıp, kendilerini hep fakir hissederler. Ve hırslıdırlar, cimridirler. Açgözlü kimseler daha çok zengin olmak için çalışırlarken, helâle ve harama dikkat etmezler. Onca varlıklarına rağmen, kalbi zengin olmayan kimselerin muhterisliği kendilerini -Allah'ın râzı olmadığı- âdî ve bayağı işlere düşürebilir. Haddizâtında bu, insanlar yanında da sevilmeyen, yerilen ve menfûr bir durumdur! Dolayısıyla asıl zengin, Allah’ın verdiği rızka kanaat edip hâline şükreden, başkalarının ellerindekine, yanlarındakine, kazandıklarına ve harcadıklarına göz dikmeyen, muhterislik ve hasetçilik yapmayan kimsedir. Bu aynı zamanda felâhtır, kurtuluştur. Abdullah b. Amr b. Âs radıyallâhu anhumâ’dan rivâyete göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: قَدْ أَفْلَحَ مَنْ هُدِيَ إِلَى الْإِسْلاَمِ وَرُزِقَ الْكَفَافَ وَقَنِعَ بِهِ “İslâm‘a hidâyet edilen, kendisine yetecek kadar rızık verilen ve buna kanaat eden kimse muhakkak felâh bulmuştur/kurtulmuştur.” (İbn-i Mâce, Zühd, 9, H. No: 4138) Bu Hadîs; İslâm dinine hidâyet edilerek Allah’a ibâdet eden, ihtiyacına yetecek kadar kendisine helâl rızık verilen ve kanaatkâr olan mü’minin felâh bulduğunu beyan etmektedir. Başarı ve zafer mi istiyorsun? İşte zafer! Ebû Hüreyre’nin rivâyetine göre, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: اللّٰهُمَّ اجْعَلْ رِزْقَ اٰلِ مُحَمَّدٍ قُوتًا “Allah’ım, Muhammed’in ev halkının rızkını geçinecek kadar kıl!” (Müslim, 1055; Tirmizî, 2361; İbn-i Mâce, 4139) Hadîs, اللّٰهُمَّ ارْزُقْ اٰلَ مُحَمَّدٍ قُوتًا “Allah’ım, Muhammed ailesine geçinecek kadar rızık ver!” (Buhârî, 6460; Müslim, 1055c) biçiminde de gelmiştir. Bu duadaki yetecek kadar rızkın anlamı; fakirlik sebebiyle dilencilik zilletine ve bolluk sebebiyle de şımarıklığa ve isyâna düşürmeyen rızık demektir. Bu durumdaki kimse ne fakir ne de zengin sayılır. İslâm’da zengin olmak yasak olmasa da, çok malın hesabının, yani nereden kazanılıp, nereye harcandığının veya harcanması gerekirken harcanmadığının yahut da harcanmaması gerekirken harcandığının hesabının büyük ve zor olacağı muhakkaktır. Tavsiye edilen ise, yeterli rızka kanaat edip; dünya serveti sebebiyle gönlü dünyaya bağlayıp da ölümü ve âhireti unutmamak ve Allah’a ibâdetten gâfil olmamaktır. Rasûlullah’ın ailesinin de ashâbının da nasıl sâde ve mütevâzı bir hayat yaşadıkları, dünya nimetlerinden yani onun lezzetlerinden nasıl uzak durdukları, takvâ yolunda nasıl yarıştıkları ve yardımlaştıkları ma’lûmdur… Bilelim ki, dünyalıklara kendisini kaptıranlarda, dünya ve mal sevgisi ile ölüm korkusu artar; âhiret bilinci ise zayıflar… Buna vehn hastalığı denir! (Bkz: Ebû Dâvûd, 4297) İnsan ölümü ve âhireti neden sevmez? Dünyasını imar edip, âhiretini harap ettiği için!.. Yüce Allah’tan hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği dileriz. 31 Ekim 2018 - Çarşamba ___________________________________ 21- Farz Namazlardan Sonra Okunacak Dua: Muâz b. Cebel radıyallâhu anh’tan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah aleyhisselâm onun elini tuttu (diğer rivâyette, ‘elimi tuttu’) ve: “Ey Muâz! Vallâhi, seni seviyorum” يَا مُعَاذُ وَاللّٰهِ إِنِّى لَأُحِبُّكَ dedi. [“Ben de seni seviyorum ey Allah’ın Rasûlü”, فَقُلْتُ وَأَنَا أُحِبُّكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ |