YENİ PAYLAŞIMIMIZ!
Arapça'da Test Çözümleri - Tesniye'nin İ'râbı... Emsile-i hamse şunlardır:
يَفْعَلاَنِ ـ تَفْعَلاَنِ ـ يَفْعَلُونَ ـ تَفْعَلُونَ ـ تَفْعَلِينَ
Mâzî ve hâl olmayıp istikbâle hâss olan fiile te'kîd için nûn-u hafîfe ve nûn-u sakîle dâhil olduğunda, emsile-i hamse (beş fiil)’de i’râb nûnu hazfedilir. Tıpkı cezm edatları dâhil olduğunda hazfedildiği gibi.
KÂİDE: Te’kîd nûnu dâhil olduğunda; يَفْعَلُونَ ve تَفْعَلُونَ fiillerinin vâv’ı ve تَفْعَلِينَ ‘nin yâ harfi hazfedilir. Ancak vâv ve yâ harflerinden önceki harf meftûh olursa müstesnâdır. Yani bu durumda vâv ve yâ harfleri hazfedilmez. Eğer vâv ve yâ harfleri hazfedilmiş olsa, bu harflerden önceki harfin harekesi fetha olduğu için, bu harflere delâlet eden bir şey kalmaz. Kâide: 1) İftiâl bâbından gelen fiilin fâ’sı; sâd (ص) veya dâd (ض) veya tı (ط) yahut da zı (ظ) harflerinden biri olduğu zaman, iftiâl bâbının te’si -tahfîf yani telaffuz ederken dilde bir hafifletme ve bir kolaylaştırma olsun diye- tı (ط) harfine kalbedilir (çevirilir). الْفِعْلُ الْمُضَارِعُ الَّذِى يَصْلُحُ لِلْحَالِ وَالإِسْتِقْبَالِ "Şimdiki ve gelecek zamana uygun olan muzâri' fiil" konusunu bazı misaller vererek açıklayalım. Arapça'da ذُو 'zû' ile صَاحِب 'sâhib' edatlarının anlam farkı hakkında es-Süheylî'nin konuyla ilgili açıklamaları, "el-İtkân fî Ulûmi'l-Kur'ân" adlı eserinde İmam Suyûtî tarafından nakledilmektedir. Biz de, Arapça metnin tercümesini yaptık. Zamir: İsmin yerini tutan, mütekellim, muhâtab ya da ğâibe delâlet eden kelimelere zamir denir.
أنَا، أنْتَ، هُوَ، هُمَا، أنْتُنَّ، إيَّاكَ، إيَّاكُمْ، كَ، كُمَا gibi.
Cümlede, isim zikredildikten sonra her seferinde tekrarlanması yerine zamir kullanılması daha uygun ve daha edebî bir üslup şeklidir.
Örnek:
“Zeyd’i gördüm ve Zeyd’e selâm verdim” cümlesini Arapça’ya çevirelim:
رَأيْتُ زَيْدًا وَسَلَّمْتُ عَلَى زَيدٍ
Görüleceği gibi, iki cümlede de “Zeyd” ismi tekrar edilmektedir. İkinci cümledeki “Zeyd” kelimesi yerine –tekrar etmektense- zamir kullanmak daha uygundur. رَأيْتُ زَيْدًا وَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ şeklinde…
Istılâh’ta zamir, mütekellim, muhâtab veya ğâibi göstermek için vaz’ olunmuş câmid bir isimdir. Zamiri, bir cümle içinde zâhir ismin yerinde kullanalım.
هُوَ عَالِمٌ cümlesinde cümlenin ilk öğesi olan هُوَ mübtedadır ve mahallen (yeri itibariyle) merfû’dur. عَالِمٌ ise haberidir. İnsanları çok yakından ilgilendiren bir edat olan إمَّعٌ “imme’” ya da إمَّعَةٌ “immea” kelimeleri ne anlama gelmektedir? Önemine binâen bu kavram üzerinde biraz durmak istiyoruz. KLASİK DENEME SINAVI: Emsile kitabını bitirenler ve bu düzeyde olanlar için klasik tarzda hazırlanmış 80 sorudan oluşan deneme sınavıdır. Test usûlü yerine klasik usûlün tercih edilmesinin nedeni, analitik düşünmeyi ve sağlıklı fikir yürütmeyi sağlamak ve bilgiyi ön plana çıkarmaktır. Bu tür sınavlar, bilginin öneminin kavranmasını sağlar. Zira insan, soruyla yüz yüzedir; bilgi dağarcığı, düşüncesi ve mantığı ile soruyu çözmek zorundadır. Test yönteminde olduğu gibi, aralarından seçim yapılacak seçenekler yoktur. Doğru seçim ya da doğru cevap, zihindeki bilgiler arasından olmak durumundadır. Klasik yöntemdeki bu tür tecrübeler, okumanın ve öğrenmenin öneminin daha iyi anlaşılmasını sağlar. Çoğu zaman test usûlünde seçeneklere güvenilir ve onların içerisinden doğrunun tahmin edilebileceği ya da hatırlanabileceği düşünülür. Bu düşünce de, insanı tembelliğe itebilir... Soruların cevapları PDF formatında en sonda yer almaktadır. Sınavdan sonra, "sorular ve cevapları" indirilerek/okunarak başarı seviyesi -mevcut puanlamaya göre- "not olarak" tespit edilebilir. Başarılar dileriz... Bazı araştırmacıların dediğine göre, Türk insanı günde yaklaşık olarak 400 kelime ile konuşmaktadır. İngiltere’de bu ortalamanın 2000’i bulduğu iddia ediliyor.
Biz de, eğer bir insan ortalama 400 kelime ile iletişim sağlayabiliyorsa, bu ortalama seviyeyi, Arapça dili üzerinden ilk basamak kabul etmek şartıyla bir çalışma yapmak istedik. Bir kimse günde 400 farklı kelime ile konuşup bu kelimelerle oluşturduğu cümlelerle konuşursa, o kimse haftada 400x7=2800 kelime kullanıyor demektir. Fakat toplumun geneli itibariyle, günlük kullandığımız kelimelerin çoğunun aynı veya benzer olduğunu düşünürsek, halkın ekserisinin haftada ortalama 2800 kelime ile konuşmadığı kabul edilecektir. İnsan alışkanlıklarını iletişim açısından değiştirmek de maalesef mümkün olamamaktadır. Yani insanlar genellikle aynı ifade tarzlarını tercih etmektedirler. Oysa kişinin, merâmını anlatabileceği çok sayıda cümleler bulunmaktadır; ama genelde o alternatif cümleler bilinmez ya da kullanılmaz.
Günlük konuştuğumuz kelimeler arasında standart ve sâbit kelimeleri bir kenara koyarsak, 400 kelime ortalamasının pratikte çok azalacağı görülecektir. Konuştuklarımızın içinden deyimleri, atasözlerini, argo ifadeleri, yanlış olmasına rağmen kullanılmakta ısrâr edilen yaygın yanlış denen tabirleri, zamirleri, işâret isimlerini, kişi ve yer adlarını, sayıları, klişeleşmiş tabir, yüklem vb. sözcükleri de çıkarırsak, bu ortalamadan geriye çok az kelime kalacaktır. Aslında insanın bir günde veya bir haftada yahut da bir ay zarfında kullandığı ve toplumda halkın çoğunun ağzında yer etmiş kelime ve cümleleri çıkardığımızda, o insanın bilgi, kültür ve okumuşluğunu ortaya koyan ve kendisine hâs diye nitelenebilecek kaç kelime kalır geriye dersiniz? Emin olun, birkaç tane! O birkaç kelime, standart ve sâbit kelimelerle şişirilmekte ve muhatapların konuşurken ifade ettikleri farklı kelimeler de dillerimizde günlük ya da haftalık konuştuğumuz birkaç tane farklı sözcük ve söz olarak yerini almaktadır. Hepsi bu kadar! Oysa konuşurken ve kendimizi ifade ederken, bir kelimeyi ya da cümleyi alternatif olarak çok sayıda ifade tarzlarıyla, daha etkili ve daha anlamlı konuşma imkânımız olduğu halde, bu yapılamamaktadır. Bu durum, esef verici bir tablonun bir yönüdür!
Pratik Arapça yani Arapça konuşabilmekle alâkalı çalışma konusunda; bugün, Türkçe dili itibâriyle halkın konuştuğu günlük ortalama kelime adedi ve o kelimelerle oluşturulan cümleler baz alınarak ilk merhale çalışması hedeflenebilir.
Yani ilk gün için 400 kelime, ikinci gün kullanılan farklı kelime sayısında azalma olacağını farz edersek 350 kelime, üçüncü gün 300 kelime, dördüncü gün 250 kelime, beşinci gün 200 kelime, altıncı gün 150 kelime ve yedinci gün ise 100 kelime. Toplam 1750 kelime eder. Yaklaşık hesaplar yaptığımız için dileyen bu sayıyı ilk aşama için 2000 ile sâbitleyebilir. Arapça dilini konuşabilmenin ikinci merhalesinde, günlük 400 farklı kelime konuşulursa, haftada 2800 kelime edeceği için, ikinci basamakta 2800 veya ortalama 3000 kelime ile konuşabilmek hedeflenebilir.
Biz Arapça olarak maksadımızı ifade ederken alternatif cümlelere yer vermeye çalıştık. Ama alternatif cümleler onlardan ibâret değildir. Diğer alternatifleri de Arapça öğrenen kimsenin kendisi geliştirmeye çalışmalıdır. Böylece kelime ve cümle bilgimiz oldukça artacaktır, inşâAllah. Konuya zaman zaman yeni eklemeler olmaktadır... Ashâb devrinde Fıkıh ilmi dendiği zaman, Kur'ân ve Sünnet'i doğru anlamak kastedilirdi. Günümüzde ise Fıkıh ilmi âdeta; delâleti zannî, ictihâdî ve ihtilâfî meselelere hasredilmiştir. Tevhîd'i fıkhetmemiş, Allah'ın kesin haramlarını, farzlarını ve helallerini bilmeyen bir kimse sadece müctehidlerin farklı ve teferruatlı olan fetvâlarını ezberlese ne elde edebilir? Asıl ve öncelikli olan şey; Allah'ın hükümlerini, fetvâlarını, hudûdunu bilmektir; -âlimlerin ictihâdlarından kaynaklanan- ihtilâfları bilmek sonra gelir. İhtilâflı meselelerde de tercihler söyleyene göre değil, delile göre olmalıdır. Her şeyin bir önem sırası vardır. Önce olması gereken değer, ikinci plana ya da arka plana atılırsa; yapılan iş fâsid olur ve netice vermez.
Bir mesleğin ehli olan insanların da bildiği gibi, her san'at'ın bir icra usûlü vardır. Binâ yapan mimar, temel atmadan duvarları yükseltse, bu iş ma’kûl karşılanamaz ve o tüm zahmetler yıkılmaya mahkûm olur. İşte İslâmî ilimlerin de usûlleri vardır. Bu ilimler sahâbe zamanında müdevven (derli toplu, düzenli, tertîbli, kitap hâlinde) olmasa da, onlar ilmin kaynağından beslendikleri için, hükümlere ulaşmakta güçlük çekmiyorlardı. Fakat onlardan sonraki nesiller, bu dağınıklığın içinden çıkamayacakları için, ilimler tedvîn edilmiştir, branşlaşmıştır. Fakat ne yazık ki, sonraki asırlarda insanlar, o ilimlerin usûlünü, mukaddimesini, hedefini ve muhtevâsını dikkate almadan, ictihâdların delillerine inmek yerine görüşleri ezberlemeye, insanların kitaplarını ve şerhlerini hıfzedip onlar üzerinde dersler yapmaya başlamışlar ve neticede bu tutum, sonraki nesilleri, Kur'ân ve Sünnet ilimleri üzerinde yoğunlaşılması gerektiği gerçeğinden fiiliyatta uzaklaştırmıştır.
Bir mesleğin ehli olan insanların da bildiği gibi, her san'at'ın bir icra usûlü vardır. Binâ yapan mimar, temel atmadan duvarları yükseltse, bu iş ma’kûl karşılanamaz ve o tüm zahmetler yıkılmaya mahkûm olur. İşte İslâmî ilimlerin de usûlleri vardır. Bu ilimler sahâbe zamanında müdevven (derli toplu, düzenli, tertîbli, kitap hâlinde) olmasa da, onlar ilmin kaynağından beslendikleri için, hükümlere ulaşmakta güçlük çekmiyorlardı. Fakat onlardan sonraki nesiller, bu dağınıklığın içinden çıkamayacakları için, ilimler tedvîn edilmiştir, branşlaşmıştır. Fakat ne yazık ki, sonraki asırlarda insanlar, o ilimlerin usûlünü, mukaddimesini, hedefini ve muhtevâsını dikkate almadan, ictihâdların delillerine inmek yerine görüşleri ezberlemeye, insanların kitaplarını ve şerhlerini hıfzedip onlar üzerinde dersler yapmaya başlamışlar ve neticede bu tutum, sonraki nesilleri, Kur'ân ve Sünnet ilimleri üzerinde yoğunlaşılması gerektiği gerçeğinden fiiliyatta uzaklaştırmıştır.Bir mesleğin ehli olan insanların da bildiği gibi, her san'at'ın bir icra usûlü vardır. Bina yapan mimar, temel atmadan duvarları yükseltse, bu iş makul karşılanamaz ve o tüm zahmetler yıkılmaya mahkum olur. İşte İslâmî ilimlerin de usûlleri vardır. Bu ilimler sahabe zamanında müdevven (derli toplu, düzenli, tertibli, kitap halinde) olmasa da, onlar ilmin kaynağından beslendikleri için, hükümlere ulaşmakta güçlük çekmiyorlardı. Fakat onlardan sonraki nesiller, bu dağınıklığın içinden çıkamayacakları için, ilimler tedvin edilmiştir, branşlaşmıştır. Fakat ne yazık ki, sonraki asırlarda insanlar, o ilimlerin usûlünü, mukaddimesini, hedefini ve muhtevasını dikkate almadan, ictihâdların delillerine inmek yerine görüşleri ezberlemeye, insanların kitaplarını ve şerhlerini hıfzedip onlar üzerinde dersler yapmaya başlamışlar ve netice de bu tutum, sonraki nesilleri, Kur'ân ve Sünnet ilimleri üzerinde yoğunlaşılması gerektiği gerçeğinden fiiliyatta uzaklaştırmıştır. |
KATEGORİLER
04.10.2024Cuma
Son Yorumlar
misafir Good blog post. I certainly appre Oğuzhan Admin çok teşekkürler. İsmail Yüce ALLAH cc razı olsun sizden h Yusuf Semmak Ve aleyküm selâm kardeşim. Tâbi Bekir Yetginbal Canım kardeşim selamualeykum GÜN Bekir Yetginbal Ey Rabbim bu kulunun gayretlerini Mahmut Selamünaleykum Yusuf peygamberin Ufuk Çok güzel Şeyma Bu nadide soru ve cevapları için Ahmet Doyurucu bir yorum Teşekkürler Yusuf Semmak Son mısralar/dizeler hep "Lâm" ha Baraa Bence çoooook güzel bir site ali İlmî Arapça Sayfası http://www ali Faydalı Bir Maksud Programı http ali Faydalı Bir Emsile Programı http Yusuf Semmak BU DERSTE İŞLENEN BAŞLICA MEVZULA Derya Atan Ağzınıza, yüreğinize sağlık hocam Firdevs Sevgi inş güzeldit. misafir ⭐⭐⭐⭐& mustafa Abi çook teşekküür ederim Medine Cenetin kapısın geçmek istiyom Yusuf Semmak Namazda Salli-Bârik okurken, Peyg Yusuf Allah razı olsun hocam çok anlaşı Yusuf Semmak Saçınızı erkeğe kestirmediğiniz, Meryem Verdiğiniz bu bilgiler için çok t Yusuf Semmak + Ayrıca Hadîs'in açıklamasında d Yusuf Semmak Güzel bir yorum. Fakat biraz açık metin hadiste gecen Gölge Arsin gölgesi Rüya Çok teşekkür ederim Şule Çok teşekkürler sadullah demircioğlu abdullah bin mesud (r.a.) ‘’sakın Yusuf Semmak Bir kardeşimiz, selâmdan sonra; “ Yusuf Semmak EVET, YİNE SİGARA! Bugün piyas |