 Kasîde-i Lâmiyye: Şeyhu'l-İslâm İbn-i Teymiyye'ye nispet edilen, akîde konusunda yazılmış 16 beyitlik manzûm eserdir. Ehl-i Sünnet ve'l Cemâat'in üzerinde icmâ edilen i'tikâdını içermesi yönüyle önemlidir. Ayrıca özlü ve vecîz olduğu için ezberlenilmesi de kolaydır.  "TEVESSÜL VE KABR-İ NEBÎ'Yİ ZİYÂRET" adlı kitabımızda; tevessül kavramı ile Kur'ân ve Sünnetten delilleriyle tevessülün kısımlarının izahı, türbe ve kabirleri ziyâretin bid'at olan tevessülle ilişkisi, Peygamberimizin kabrini ziyâret meselesi, Kabr-i Nebî'ye turlar düzenlemenin ve orada Sünnette yeri olmayan bid'at ve şirk nevinden bazı davranışlar sergilemenin hükmü, Peygamberimizin kabrini meşrû şekilde ziyâret etmenin nasıl olduğunun izahı, türbecilik ve kabirperestlik fitnesi, ziyâret maksadıyla yola revân olmanın meşrû olduğu üç mescid meselesi, meşrû olmayan bir seyahat esnasında seferî hükmünde olunup olunmayacağının, dolayısıyla da namazları kısaltmanın (kasr-ı salâtın) câiz olup olmadığının beyanı, kabirdekilerle ve gâiplerle tevessül ve istiğâse hakkında zikredilen bazı asılsız, mevzû ve zayıf Hadîslerin ilmî yönden kritiğinin yapılması, Hz. Ömer'in hilâfeti devrinde baş gösteren ve toprak kuraklıktan dolayı kül hâline geldiği için de tarihte “Kül Yılı” olarak bilinen o kıtlık senesinde -perişanlıktan dolayı- bir adamın Rasûlullah'ın kabrine giderek o anda vukû bulmuş olan kuraklıktan şikâyet edip istiskâda bulunması hakkında vârid olan rivâyetin sened ve metin bakımından incelenmesi ve bu rivâyet sebebiyle kabirlerdekiler ile tevessül edilemeyeceğinin ispatı ve bu rivâyeti yersiz bir şekilde kabirdekilerle ve gâiplerle tevessül edilebileceğine delil gösteren kimselerin bu yanlış düşüncelerinin reddi ve bu rivâyetin bu bahiste delil hükmünde olmadığının açık şekilde ortaya konulması, ölmek üzere olan kimselere Tevhîd'i telkîn etmenin müstehab olması ama ölüler için Kur'ân'dan Yâsîn ve diğer sûreleri okuma hususunda vârid olan Hadîslerin çoğunun uydurma, bazılarının da zayıf olduğunun ortaya konularak, ölü için Kur'ân okumanın câiz olup olmadığı hakkında fakîhlerin ihtilâfının izahı, sahîh olan görüşe göre Kur'ân okuma karşılığında ücret almanın câiz olmadığı ama rukye yani Kur'ân okuma ile tedavi karşılığında ücret alınabileceğinin beyanı, kabir azâbının ve kabirde sorgunun hak olduğu, dirilerin hangi amellerinin sevabının ölüye ulaşacağı ve hangilerinin ulaşmayacağı meselesi hakkında özlü açıklamalar, Mu'tezile'nin inancının aksine, dirilerin yaptığı duanın sevabının ölüye -ittifâkla- ulaşacağı, kabirde yatan kimsenin, kabri başında ağlayan veya bağırıp çağıran kimseler sebebiyle kabrinde azap olunduğu hakkındaki Hadîslerin anlamı, bu kötü âkıbetten sakınmanın yolu ve bu konuda Hz. Âişe'nin aksi yöndeki yaklaşımının beyanı, sadaka-i câriyenin önemi, kabir yüksekliğinin Şer'î ölçüsünün ne olduğu, kabirlere taş dikmenin câiz olup olmadığı ve kabir taşlarına isim, vefat tarihi, Âyetler, Esmâ-i Hüsnâ veya şiirler/mâniler yazmanın câiz olup olmadığının açıklaması ve bu konudaki ruhsatın ölçüsünün ne olduğunun tesbiti, kabir ve türbe ziyâretlerinde meşrû ve gayrimeşrû davranışların neler olduğu, kabir ziyâretinin amacı ve Sünnete uygun şekli gibi daha pek çok önemli ve her dâim güncelliğini koruyan konular işlenmiştir. Hayırlara vesîle olmasını dileriz.  ÇIKAN KİTAPLARIMIZ HAKKINDA BİLGİLENDİRME:
1- PUTPEREST ÇAĞLARDA MÜSLÜMAN OLMAK, 2- HAYATIN İÇİNDEN ÖZLÜ SÖZLER İBRETLER, HİKMETLER, ÖĞÜTLER, 3- HZ. YÛSUF'UN MISIR'DAKİ KONUMU.  "Putperest Çağlarda Müslüman Olmak" adlı Akâid eserimiz, 5 Haziran 2014 Perşembe tarihi itibariyle piyasaya çıkmıştır. Her evde hatta herkeste olması gerektiğini düşündüğümüz eserimizi alıp okumanızı ve başkalarına da okutmanızı tavsiye ederiz. Akâid kitabımızın gözden geçirilmesi ve genişletilmesiyle birlikte inşâAllah ikinci baskısı ilkinin iki katı olacaktır. İlk baskısını bulamayanlar ikinci baskısını beklesinler. İkinci baskısı, ikmâl edilmiş son şekli olması hasebiyle, ilk baskısını alan ya da alamayan herkese tavsiye ediyoruz. Selâm ve dua ile...  Kendisinden başka ma’bûd olmayan, kullarının her halinden haberdar, onlara şah damarlarından daha yakın, dua edenin duasına icâbet eden, fayda ve zarar ancak kendisinden olan, hiçbir ortağı bulunmayan ve kendi sıfatlarına ortaklar kabul etmeyen, eşsiz ve benzersiz, her şeyin yaratıcısı, insanların Rabbi, mürebbi’si, rızık vereni, hayat vereni ve öldürüp hesaba çekecek olan, noksanlıklardan münezzeh, her şey kudret elinde olan O âlemlerin Rabbi Allah Azze ve Celle’ye hamd-ü senâlar olsun.
Söze, Rabbimizin bize gönderip de her gün defalarca düşünerek, anlayarak ve iman ederek okumamızı irâde buyurduğu sahih itikâdın ana esası olan herkesin bildiği bir Ayet-i Kerime ile başlayalım: "Yalnız Sana ibâdet ederiz ve yalnızca Senden yardım dileriz." (Fâtiha: 5)
Bu Ayet’in okunduğu her yerde, Allah ile kullar arasına yerleştirilen aracılar, şürekâ (şerikler, ortaklar), şüfeâ (şefi’ler, şefaatçiler) ve gayrimeşru olan tevessül bahislerinin nefyi, reddedilmesi de mutlaka gündeme gelmektedir.  Noksan sıfatlardan münezzeh ve kemâl sıfatlarıyla muttasıf olan, eşi ve benzeri bulunmayan, yüceler yücesi, ezelî, ebedî, evvel, âhir, göklerde ve yerde izni ve ilmi dışında tek bir yaprak dahi düşmeyen, kullarının her halinden haberdar olan, her şeyi gören, bilen, her şeye gücü yeten, herkesin kendisine muhtaç olduğu, zâtıyla kâim, vâcibu’l vucûd, göklerde ve yerde tek ve yegâne ma’bûd olan Allah Sübhânehu ve Teâlâ’ya hamd-u senâlar olsun.
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“…O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, her şeyi işitendir, bilendir.” (Şûrâ: 11)
Bu Ayete göre; Allah’ın hem zâtı hem de sıfatları bakımından hiçbir benzeri yoktur. Mahlûkâttan hiçbir şey, Allah’ın zâtına ve O’nun sıfatlarına benzemez. İnsanın aklı ne Allah’ın zâtını kavrayabilir ne de Allah’ın zâtı ile sıfatlarının münasebetini tam olarak algılayabilir. Zaten Allah, kullarını bu konuda sorumlu tutmamıştır. Yüce Allah, kullarına, yalnızca kendisine iman etmelerini emretmiştir. Sıfatlarını bir mahlûkâta vererek kendisine şirk koşmamalarını, isim ve sıfatları istikametinde kendisini hakkıyla takdir etmelerini, isimleri konusunda ilhâd (sapmak)dan sakınmalarını emretmiştir.
“En güzel isimler O’nundur. O halde O’na bunlarla dua edin. O’nun isimlerinde eğriliğe sapanları terk edin. Onlar yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.” (A’râf: 180)
Bu Ayette de Rabbimiz, isimleri hususunda yanlış yollara sapılmamasını emretmektedir. Demek ki, bazı insanlar, mü’minlerin yolundan ayrılarak (Nisâ: 115), Allah’ın isim ve sıfatları meselesinde, Allah’ın irâdesine ve Selef’in akidesine aykırı olan eğri yollara sapacaklar, dosdoğru yolu terk edeceklerdir. Bu Ayetten şöyle bir anlam çıkarmak da mümkündür. Allah’ın kullarının önünde iki yol bulunmaktadır: Sırât-ı Müstakîm [dosdoğru yol] (Fâtiha: 5) ve dalâlet (sapıklık) yolu.
Bu mukaddimeden sonra meselemize geçebiliriz.  Müteşâbih sıfatları, Allah’ın ilmine havale etmek gerekir:
Meselâ; Allah’ın iki el (Sâd: 75), yüz (Rahmân: 27), nefs (Mâide: 116), uluvv (Mülk: 16), istivâ (Tâ-Hâ: 5) gibi sıfatları vardır. Rabbimiz, bu türden sıfatlarını Kur’an’da zikretmiştir. O halde biz de, “bunlar, O’nun sıfatlarıdır” deriz. Gerek Kur’an ve gerekse Hadislerdeki bu türden müteşâbih sıfatlara keyfiyetsiz (nasıllığını sorgulamadan), teşbih (benzetme), temsil (misallendirme), tecsîm (cisimlendirme), ta’tîl (anlamını işlevsiz kılma) ve tahrif (bozup değiştirme)’ye gitmeden inanırız.
İstivâ konusunda fazla detaylara girmeden, bazı rivâyetleri naklederek birkaç meseleyi açıklamak istiyoruz. Ama ondan önce, bu kelimenin anlamını ve Kur’an’da nasıl kullanıldığını ifade edelim. Sözlükte, istivâ; eşit olmak, yönelmek, istikrar bulmak, hükmetmek, hâkim olmak, yükselmek, yüksek ve yüce olmak ve kurulmak gibi anlamlara gelir.
Bu kelime “istevâ: istivâ etti” şekliyle, Kur’an-ı Kerim’de dokuz yerde kullanılmıştır. Bunlardan ikisinde (Bakara: 29, Fussilet: 41) ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء “sonra semâya yöneldi” şeklinde “ilâ: …e doğru” edatı kullanılmıştır; altı tanesinde (A’râf: 54, Yûnus: 3, Ra’d: 2, Furkân: 59, Secde: 4, Hadîd: 4) ise, ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ “sonra arşa istivâ etti” şeklinde “alâ: …üzerine, üzerinde” edatı kullanılmıştır. Bir yerde de الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى “Rahmân arşa istivâ etti” (Tâ-Hâ: 5) şeklinde geçmektedir. İstivâ kelimesinin Kur’an’da başka Ayetlerde de mâzi ve muzâri kipleriyle kullanımları vardır. Bu Ayetlerde de, “eşit ve denk olmak, oturmak, kurulmak ve binmek” gibi anlamlar ifade etmektedir. Tabi ki bu anlamların varlıklarla ilişkili olduğunu unutmayalım. Yani bu verdiğimiz anlamlar, istivâ’nın kelime anlamlarıdır. Bu fiili, Allah’a nispet ettiğimiz zaman, mahlûkâta ait olan bu anlamları veremeyeceğimizi, Allah’ı yaratılmış varlıklara benzetmenin asla câiz olmadığını unutmayalım…  Rahmân ve Rahîm olan Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"En güzel isimler (el-Esmâu'l Husnâ) Allah'ındır. O halde O'na bunlarla dua edin. O'nun isimlerinde eğriliğe sapanları terk edin. Onlar yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir." (A'râf: 180)
"O Allah'tır ki, Hâlık'tır, Bârî'dir, Musavvir'dir. En güzel isimler yalnız O'nundur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nu tesbîh eder. O, Azîz'dir, Hakîm'dir." (Haşr: 24)
"De ki: 'İster Allah diye çağırın, ister Rahmân diye çağırın. Hangisi ile çağırırsanız çağırın, esasen en güzel isimler O'nundur.' Namazında sesini ne pek yükselt ne de pek kıs, ikisi ortası bir yol tut." (İsrâ: 110)
İnsanlığın Tevhîd muallimi olan son Rasûl Hz. Muhammed aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
إِنَّ لِلَّهِ تِسْعَةً وَتِسْعِينَ اسْمَا مِائَةً إِلاَّ وَاحِدًا مَنْ أَحْصَاهَا دَخَلَ الْجَنَّةَ
"Muhakkak Allah'ın doksan dokuz -bir eksiği ile yüz- ismi vardır. Kim bu isimleri ihsâ ederse (anlamını bilerek sayarsa, ezberlerse ve iman ederek gereklerine uygun olarak amel ederse) cennete girer." (Buhârî, Şurût, 18, [2736]; Tevhîd, 12, [7392]; Müslim, Zikr, 6; İbn-i Mâce, Duâ, 10, [3860]; Bkz: Buhârî, Deavât, 68, [6410]; Müslim, Zikr, 5; Tirmizî, Deavât, 83, [3506-3508])
Allah'ın güzel isimleri, doksan dokuz ile sınırlı değildir. Allah'ın, Kur’ân ve Sünnette bize bildirdiği ya da bize bildirmeyip katında saklı tuttuğu isimleri çoktur. Zikrettiğimiz anlamdaki Hadîsler, Allah'ın isimlerinden doksan dokuz tanesinin anlamını öğrenen, bunları ezberleyen, Allah'ın bu isimlerine gerektiği gibi iman eden ve bu imanlarını hayatlarına yansıtarak bir hayat yaşayan, bu hâl ve i’tikâd üzere Allah'ın huzuruna vasıl olanların cennete gireceği konusundaki bir müjdedir. Yani bu kadarını gerçekleştirmek, cennete girmek için kifâyet etmektedir, demektir. Allah'ın isimlerinin doksan dokuz rakamı ile ifade edilmesinin çok hikmetleri vardır. Bir tanesi, bu sayı, çokluktan kinâyedir; yani Allah'ın isimlerinin çokluğuna delâlet eder. Allah'ın isim ve sıfatlarını gerçek anlamda bir sayı ile tahdîd etmek (sınırlandırmak) mümkün değildir. İkincisi de, doksan dokuz sayısı, tekliğe yani Allah'ın isim, sıfat ve fiillerinde vahdâniyyetine (tekliğine) delâlet etmektedir. Allah'ın isimlerini ezberlemenin anlamı, mücerred ezber değil, o isimleri hıfz ederek yani koruyarak, o isimlere iman bakımından hakkını vererek bir ezberleme şeklidir. Allah'ı Tevhîd etmeyen yani Tevhîd akîdesine i’tikâd etmeyen kimse, değil bu isimleri ezberlese, Kur’ân'ın tamamını ezberlese dahi ebedi cehenneme gider. Bu Hadîslerle vurgulanan asıl konu, Allah'ın kullarının, başkalarına değil, ancak Allah'a ibâdet etmeleri hakikatidir. Allah'ın doksan dokuz ismini ezberlemeye teşvik açık şekilde Tevhîd akîdesine teslimiyete davettir. Zira Tevhîd akîdesine teslimiyet ancak Allah'ın isim ve sıfatlarını sahih bir şekilde öğrenmekle mümkün olur.
Uyarı: Arapça'da, Allah'ın güzel isimleri ifadesi, "el-Esmâul Husnâ" şeklinde söylenir. Bu bir sıfat tamlamasıdır. Günümüzde halk bunu genelde "Esmâul Husnâ" şeklinde söylemektedir ki, bu ifadenin anlamı -hâşâ- (en güzel kadının isimleri) şeklindedir. Bu ifade şeklinden şiddetle sakınmak gerekir. Bu son söylediğimiz yanlış telaffuzlu terkip, isim tamlamasıdır. el-Esmâu'l Husnâ ifadesi Arapçadır; bu ifade ya aslı üzerinde aynen böyle telaffuz edilmelidir ya da Farsça terkip olarak Esma-i Husnâ şeklinde söylenmelidir. Yani Arapça bilmeyenler, "Esmâu’l" yerine "Esmâ-i" şeklinde söyleyebilir. Fakat en doğrusu, "el-Esmâu'l Husnâ" demektir.
Ayrıca, "Allah'ın en güzel isimleri" anlamında, أسماء الله الحسنى "Esmâullâhi'l Husnâ" diye de söylenebilir.  İnsanların en mutlusu, Tevhid ehli kimselerdir. Allah onlara rahmetini, rızasını, lütuf ve ikramlarını tahsis etmiştir. Onlar ahirette bu nimetlerden asla mahrum kalmayacaklardır. Allah’ın izin vermesiyle, Rasûlullah’ın şefaat edebileceği kimseler sadece Tevhid akidesi üzere vefat edenler olacaktır. Şirk koşanlara, Peygamberimiz bile şefaat edemeyecek ve onlar ebedî olan cehennem azabına giriftar olacaklardır.
Bu konuda bir Hadis-i Şerif ile başlayalım.
Ebû Hureyre radıyallâhu anh şöyle demiştir: (Bir kere) “Yâ Rasûlallah! Kıyamet gününde senin şefaatin en ziyade kime olacak?” diye sordum. Rasûlullah aleyhisselâm: “Yâ Ebâ Hureyre! Hadis (bellemek) için sende gördüğüm hırsa göre, bu Hadisi senden evvel kimsenin bana sormayacağını tahmin ediyordum. Kıyamet gününde halk içinde şefaatime en ziyade mazhar olacak kimse, kalbinden ve gönlünden hâlis ve samimi olarak ‘Lâ İlâhe İllâllah’ diyendir.” (Buhârî, Rikâk, 51; İlm, 34)  Rabbimiz, sahih imanın gerçekleşmenin temel şartının el-küfrü bi’t tâğût yani tâğûtu inkâr, red ve tanımamak olduğunu bildirmiştir: “Dinde zorlama yoktur. Muhakkak iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tâğûtu inkâr eder ve Allah’a iman ederse o gerçekten, kopması olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara: 256)
Bütün Peygamberler aleyhimüsselâm’ın gönderiliş amacı; TEVHİD akidesini insanlara açıklamak ve herkesi bu inanca davet etmektir.
|
Son Yorumlar
Mahmut
Selamünaleykum Yusuf peygamberin Şeyma
Bu nadide soru ve cevapları için Ahmet
Doyurucu bir yorum
Teşekkürler Baraa
Bence çoooook güzel bir site ali
İlmî Arapça Sayfası
http://www ali
Faydalı Bir Maksud Programı
http ali
Faydalı Bir Emsile Programı
http Medine
Cenetin kapısın geçmek istiyom Yusuf
Allah razı olsun hocam çok anlaşı Meryem
Verdiğiniz bu bilgiler için çok t metin
hadiste gecen Gölge Arsin gölgesi
|