NOT: Kur'ân'da, kadınlar için baş örtmek diye bir farz olmadığını söyleyen, "açık şekilde, saçın görünmesi haramdır, diye bir Âyet olmadıkça saçın örtülmesi, Allah'ın emri olamaz. İslam akıl dinidir" diyen birine verdiğimiz cevaptır.
MÜSLÜMAN KADINLARIN SAÇLARINI ÖRTMELERİ FARZ MIDIR?
Not: Kur'ân'da, kadınlar için baş örtmek diye bir farz olmadığını söyleyen, "açık şekilde, saçın görünmesi haramdır, diye bir Âyet olmadıkça saçın örtülmesi, Allah'ın emri olamaz. İslâm akıl dinidir" diyen birine verdiğimiz cevaptır.
Baş da dâhil tamamen örtünmek, tarih boyunca kadınların temel hakkı ve özgürlüğüydü. Özgürlük giyinmek değil, örtünmektir. Peygamberimiz döneminde bile, Mekke müşrikelerinin başı hatta yüzleri bile örtülüydü. Peygamberimiz yeni iman etmiş kadınlardan biat alırken yüzleri dahi kapalı olduğu için, kim oldukları belli olmuyordu. O dönemde örtülü olmak hür olmanın, açık-seçik giyinmek de câriyeliğin alâmetiydi.
Allah'ın dininden bir türlü razı olamayanlara belki fayda vermez ama örtünmek isteyen bacılarımızın kafasını karıştırmayın diye, kısa bir Âyet söyleyeceğim. Teslim olmak isteyenler, "âmennâ" desin, inkâr edenler ise delili göre göre, bile bile küfrü seçsin...
Rabbimiz şöyle buyuruyor:
وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ
Yüzde doksan dokuz, Arapça bilmediğiniz varsayımıyla mealini de verelim.
Âyetin manası: "Başörtülerini yakalarının (gerdanlarının) üzerine indirsinler." (Nûr: 31)
Humur kelimesi "hımâr" kelimesinin çoğuludur. Anlamı “başörtüsü” demektir. Ha, unutmadan "eşek" anlamına gelen Türkçe'den de bildiğimiz "Ha" sesiyle başlayan kelimeyle karıştırmayın; o kelime eşek, merkep demektir. Bakın bir "nokta" anlama ne kadar tesir ediyor! Siz de lütfen, noktasına kadar Kur'ân'ı bilmeden fikir yürütmeyin!
Cuyûb da "Ceyb" kelimesinin çoğuludur. Göğüs, gerdan, yaka gibi anlamlara gelir.
Yani, bu açıklamalardan sonra, Âyetin anlamı açık şekilde şöyle olur: "O kadınlar başörtülerini göğüslerinin (gerdanlarının) üzerine indirsinler (baş ve saçlarını örten başörtüleri, gerdanlarını ve boyunlarını da kapatsın.)"
Bu Âyet; kadınların baş, saç, göğüs ve gerdanlarının örtülmesini, dolayısıyla saçlarının örtülmesini emreden ve şeffaf giysilerle vücut hatlarının belli olmasını yasaklayan açık bir Âyettir.
"Bu Âyet, baş örtmeyi emretmiyor, gerdanı kapatmayı emrediyor" diyene de sorarız. Neden, başörtüsüyle, boyun ya da göğüs kapatılıyor? Başörtüsü başı ve saçı örter. Kuşak bele sarılır, pantolon bacaklara giyilir. Giysilerin kullanış amaçlarını bildiğinizi sanıyorum.
Âyet, başörtüsüyle gerdan, yaka, boyun ve göğsü kapatmayı emrediyorsa; burada câhil, yeni iman etmiş ya da dikkatsiz kadınlara karşı bir uyarı vardır. "Başınızı gelişigüzel örtmekle yetinmeyin, bu sayılan bölgeleri de kapatın. Bunun için de büyük bir başörtüsü kullanın" anlamındadır.
Bu Âyet, "Kur'ân'da baş örtmek yok" diyen münkirlerin, İslâm aleyhinde konuşmalarına İlâhî bir cevap olsun isteriz!
Siz, İslâm'a uygun şekildeki başörtülerine "türban" adı altında saldırıp da "benim büyük annem de ya da bizim yaşlı annelerimizin de başı örtülü" diyenlerin kastettikleri başörtüsünü, Allah'ın emrettiği baş örtme şekli sanmayın!
O kastedilen başörtüleri nasıl örtü ki, saçları bile kapatmaktan âciz kalıyor? Benim pek çok akrabam, yaşadıkları bölgelerin âdetlerine göre baş örterler. Ama saçları, boyunları ya da göğüs hatları tam olarak örtülmez. Mutlaka bir kısmı açıkta kalır, hatları belirgindir. Allah böyle bir örtünmeyi yasaklamak, doğrusunu öğretmek için zikrettiğimiz Âyeti indirmiştir. Ve çok açık bir ifade kullanmıştır.
Âyetin açıklamasına devam edelim...
Yukarıdaki ifadelerimizden de anlaşılacağı gibi, kadınların sadece başlarını örtmeleri yetmez; yakalarını, gerdanlarını, boyunlarını da tamamen örtmeleri gerekir. Yani sizin anladığınız anlamda, kadınlar, boyun ya da gerdan frikiği veremez; haramdır! Bu Âyet, az önce de dediğimiz gibi, saçları örtmekle yetinen ama boynu açık kalan, göğüsleri gözüken, gerdanı belli olan ya da ara sıra açılan yeni iman etmiş kadınlara ve bilmeyenlere doğru örtünme şeklini açıklamaktadır. Tesettür sadece giyinmekle olmaz. Tesettürün anlamı örtünmektir. İsterseniz Ahzâb: 59'a bakın. Orada da evden dışarıya çıkarken, tüm vücudun nasıl örtülmesi gerektiği anlatılır. Giyilecek elbisenin tepeden yani baştan aşağıya doğru indirilen başta boyun, göğüs olmak üzere diğer vücut hatlarını açıkta bırakmayan, hatlarını belli etmeyen elbise olduğu ortaya konulur.
Ayrıca size soruyoruz: Açıkladığımız Âyetin hemen öncesindeki Nûr: 30. Âyetin ilk cümlesi...
قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ
"Mü'min erkeklere de ki: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar."
Kadınların vücuduna bakmak haramsa, açıkta bırakılması helâl midir sizce?
Ayrıca Kur'ân'da, kadınlara karşı nikâh hârici şehvetli yaklaşımları Allah yasaklarken; erkekleri, kadınların fiziklerinin cazibesine bakarak günaha girmelerinden sakındırırken; kadınların yarı çıplak halde giyinmesine müsaade eder mi hiç?
Kadının, boynu, göğsü, gerdanı, kulakları, saçı vb. size göre -erkek bakışıyla- câzip (çekici) değil midir?
"Elbette câziptir", diyeceğiniz varsayımından hareketle, o halde, bunların açıkta bırakılması nasıl ma'kûl, tutarlı yani meşru olabilir?
İslâm'ı bilmeden rastgele konuşmaktan daha büyük bir zulüm olmaz, unutmayınız...
Böyle yapmanız, Allah'a, Allah'ın Âyetlerine ve Allah'ın dinine iftirâ ve bilgisiz insanlara da zulümdür.
Kur'ân'da açıkça: "Saçın görünmesi haramdır demedikçe saçın örtülmesi İlâhî bir emir olamaz" diyorsunuz! Bu nasıl sözdür. Allah bir şeyin haram olduğunu sizin istediğiniz üslupla mı belirtmek zorunda? Kur'ân'da sizin istediğiniz şekilde bir cümle göremediğinizde Allah'ın haramlarını helâlleştirecek misiniz? Örneğin, Kur'ân'da kesin haram olan şeyler sayılır ama zehirin haram olduğu belirtilmez. Şimdi siz, Kur'ân'da zehir açıkça haram kılınmamıştır diye zehire helâl mi diyeceksiniz! Kur'ân'ı anlamada bir metod vardır. İntihar haramsa, zehir de intihara müsebbiptir; dolayısıyla haramdır deriz. Nefse zulüm haramdır, zehirden daha etkili nefse zulüm olmaz deriz. Siz her şeyi, kendi istediğiniz cümlelerle Kur'ân'da ararken; yemek tariflerini de Kur'ân'a mı soruyorsunuz?
Kur'ân, bir meseleyi açıklamışsa, artık kabul etmemek için neden kendinizi zorluyorsunuz? "Aynen şöyle demiş mi, öyle dememişse haram olmaz" bu nasıl mantıktır? Bu din, ne senin demenle ne de ötekinin anlayışıyladır. Kıyâmete çok yaklaştığımız şu anımıza kadar, tüm İslâm ümmeti Âyeti yanlış anlamış da siz mi bunu fark ettiniz? Lütfen, iyice düşünün bu yaklaşım tarzı, inkârcı bir tavırdır. İslâm teslimiyet dinidir. Her ne zaman Allah'tan gelenleri, geldikleri şekliyle kabul eder ve Allah'ın iradesine boyun eğerseniz iman etmiş olursunuz. Aksi takdirde, sizin üzerinde düşünmeniz gereken şu iki ihtimal ortaya çıkmaktadır: Ya kıyâmete kadar gelmiş/geçmiş/gelecek Ashab'a ve müctehid âlimlere uyan trilyonlarca ümmet, Allah'ın helâlini haram kıldığı için kâfir olmuşlar ve tamamı da ebedi cehenneme gitmişlerdir ya da siz, Allah'ın haramına helâl dediğiniz için küfür içindesiniz ve bu itikad sizi ebedi cehennem azabına sürükler! Samimi duygularla, dikkat edin diyorum...
Aklını, mantığını, hevâ ve heveslerini kendisine ilâh ittihâz etmeyip, sözü dinlenilecek ilâh olarak sadece Allah'a kulluk eden ve her hususta vahyi dikkate alan tüm mü'min ve mü'mine kardeşlerimden Allah razı olsun. Mükâfatlarını ziyâde etsin. Selâmet ve hidâyet dualarıyla...
Yusuf Semmak
Derya Atan Ağzınıza, yüreğinize sağlık hocam.Aydınlattınız bizi, sağ olun var olun...
Hocam bu sene sınava hazırlanıyorum, rica etsem adıma dua eder misniz?
Allah razı olsun.
Ayrıca bu yorumu okuyan kardeşim senden de bir dua almak isterim. Allah senden de razı olsun...
Selam ve dua ile...
tarih: 25.04.2021
Muhammet **** Bizim din hocamız başınızı örtmek zorunluluk değil sadece öneri diyor aynen bu ayete katılıp birde eskiden insanlar dekolte giyiniyorlarmış örtülerini gerdanının oraya indirip orasını burasını açmamaları için bu ayet var diyor kızlar hariç bütün erkekler karşı çıktık kadına ama yok diyo kendiside baş örtülü değil kusuru var bide bize bulaştırmaya çalışıyor iyiki söylediniz bunu kopyalıyıp kadına göstereceğim umarım izin verirsiniz çünkü hiç kanıtınız yok filan da diyor kadına kanıt olarak göstereceğim ve oda inşallah anlar başkalarına böyle öğretmez çookk teşekkür ederim bana bu kanıtı verdiğiniz için harikasınız
tarih: 27.02.2018
mahmut konur BİR AYET
"Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini günahtan korumalarını söyle! Yine söyle ki mecburen görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtsünler. Zinet takılan yerlerini kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, üvey oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, mümin kadınlar, ellerinin altında bulunanlar (köleler), erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan hizmetçileri veya henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocukları dışında kimseye göstermesinler. Saklı zinetlerine dikkat çekmek için, ayaklarını da vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz toptan Allah’a tövbe ediniz ki felaha eresiniz." (Nur, 24/31)
tarih: 09.09.2017
Yusuf Semmak MODERNİZM, KADINLARIN BAŞÖRTÜLERİNDEN VE TESETTÜRLERİNDEN ELİNİ ÇEK!
Son otuz yıllık süreç içinde televizyonlarda ve medyada "İslâm'da kadınlar için baş örtmek yok, saç örtmek yok, tesettür yok. Hadîslere ihtiyaç yok. Sünnete ihtiyaç yok, Mezheblere ihtiyaç yok, Âlimlere ihtiyaç yok. İslâm akıl dinidir, aklınızı kullanın. Aklınızın, fikrinizin, nefsinizin almadığını, beğenmediğini, arzularınızın hoşlanmadığını reddedin. Eleştirin, sorgulayın, inkâr edin" diye diye bazı hoca kılıklı kimseler, halkın büyük kesiminde modernist zihniyette bir tesettür anlayışı hortlattılar. Şimdi İslâm'ın konuşulduğu bir yerde en fazla itiraz; umûmen, İslâm'a Sünnet çizgisinde tâbi olma mevzuunda, husûsen de kadınların Şer'î tesettürüne itiraz meselesinde gelmektedir! Diyorlar ki: "Kadınların saçlarını başlarını örtmelerine gerek yok. Tesettür denen şey modaya uymaktan ibarettir. Çağlara göre değişir. Kaba avret yerlerini örtmek yeterlidir. Din kolaydır, zorlaştırmayın..." Daha neler neler! Hatta hakkı söyleyenlere kızıp fırça atanları, eleştirip suçlayanları bile görüyorsunuz! Hem İslâm'ın hükümlerini bilmeden sadece akla, fikre, hevâ ve hevese ve -nefislerine uygun sözler söyledikleri için- körü körüne saptırıcı önderlere uyarak dinde saptırıcılığa destek olacaksın, hem de hakkı ihkâk eden Müslümanlara tepki göstereceksin! Bu hak mıdır? Bu dünya imtihandır. Cezâ günü âhirettir! Orada akla kara, hakla bâtıl, doğru ile yanlış saîd ile şakî ortaya çıkacaktır. İnsan bu dünyada dilediği gibi inanabilir. Fakat Allah’ın, din gününde insanlara amellerine göre karşılık vereceği gerçeğini unutmamalıdır! İslâm dininin temel kaynakları Kur’ân ve Sünnettir. Müslüman, Kur’ân ve Sünnete uyar. Kur’ân ve Sünnete göre fetvâ veren âlimlere itaat eder. Sahâbeyi, tâbiîni, tebe-i tâbiîni, mezheb imamlarını, müctehidleri, tüm mü’minlerin üzerinde oldukları hak yolu, mütevâtir gerçekleri, sahîh delilleri ve icmâları bir kenara atıp da, şunun bunun arzularına uymaz! İnsan hiç düşün(e)mez mi bunları? Bir kimse, neye, nasıl inanırsa ya da inanmak isterse inansın, kimsenin inancını sorgulayan yok. Ama hakkında bilgisi olmadığı bir konuda, delilsiz şekilde, kendi fikri için hiç kimse “bu İslâm’dır” diyemez. Eğer der ise, yalan söylemiş olur. Allah ve Rasûlüne iftirâ etmiş olur. Çünkü Peygambersiz ve Sünnetsiz İslâm olmaz, ashâbın ve müctehidlerin devre dışı bırakıldığı ve salt akıl ve hevâya uyulan yollar, insanı doğru yola ve cennete ulaştırmaz. Kur’ân, zikir ehline ve âlimlere sormamızı, meselelerimizi onlara havale etmemizi ve emir sahiplerine (müctehidlere) itaat etmemizi emretmektedir. Bu konuda bir çırpıda sayılamayacak kadar Hadîsler vardır. Bunları nereye koyacağız? İnsan şunu kendi vicdanına sormalıdır: Rasûlullâh’tan on dört asır sonra gelen bazı insanlar mı yoksa ashâb ve müctehidler mi İslâm’ı daha doğru anlamışlardır? Tesettür örneğimiz ya da yörelere göre değişebilecek birçok örneklerde dünya konjonktürünün halini doğru okumak için, objektif bir bakış açısına sahip olmamız gerekir. O zaman insanların inanç noktasında İslâm adına ne kadar karışık, çelişkili ve birbirine zıt fikirler savunduklarını görebiliriz. Ve böylece o bâtıl söylemlerden ve sloganlardan kendimizi koruyabiliriz. Bu hakikatleri kozmopolit ortamlarda yaşamayan ve her düşünceden ve inançtan insanlarla diyalog kurma imkânı olmayan kimseler göremeyebilir. Dört senedir www.yusufsemmak.com sitemizde –bize ulaşan itiraz yönüyle söylersek- bir tek itirazın geldiği konu maalesef ki, kadının saçını, başını örtmesine ve Sünnette olduğu biçimiyle tesettüre girmesine gerek olmadığına inanan kimselerin yorumlarıdır. İlginç değil mi? İnsanların sayılamayacak kadar sorunları varken, birileri saça başa kafayı takmış ve bir türlü o konuyu çözemiyor, hakkı göremiyor! En azından, bu kimseler; “Sünnette ve Hadîslerde delili olsa da, tüm Ehl-i Sünnet âlimleri tesettür hakkında fetvâ verseler de, bu konuda icmâ bulunsa da, ben şahsen, kadınların saçlarını örtmelerine ve Sünnetteki şekliyle tesettüre girmelerine gerek olduğunu düşünmüyorum, buna inanmıyorum. Bu benim inancımdır” deseler, böylelerine deriz ki: “İnancın İslâm’a uymuyor ama zaten sen İslâm’da bir takım delillerin olduğunun farkındasın ve bile bile onlara uymadığını söylüyorsun. Sana Allah’tan hidâyet dileriz” deriz, tartışılacak bir mevzu kalmaz. Zaten tartışmaya da gerek yoktur. Herkes neye inanıyorsa onu dile getirir, konuşacağını medenice konuşur, delili varsa ortaya koyar. Burada sorun yok. Ama asıl mesele şu ki; ihtilâf ahlâkında da münazara âdâbında da çok eksiklerimizin olduğu bir hakikattir. Birbirimizi dinlemeyi, anlamayı ve anlayışlı olmayı öğrenmeliyiz. Son olarak şunu da söylemek lazımdır. Bilgisiz insanları aldatanlar ve delilsiz şahsî fikirleriyle yönlendirenler -tevbe etmeden ölürlerse- Allah'a nasıl hesap verecekler acaba! Bunu düşünmeliler! Müslümana düşen şey, Allah rızâsı için, açıkça teblîğdir. Hidâyet vermek Allah'a aittir. Allah, yolundan sapanları da, hidâyette olanları da en iyi bilendir. “Ben gücümün yettiği kadar ıslâhtan başkasını istemem.” (Hûd: 88)
tarih: 28.10.2016
Şüheda Helal be sırf kapanmak nefislerine ağır geldikleri için saçma sapan yorumlarla vicdanlrını rahatlatma ya ve insanların kafasını karıştırmaya çalışanlara çok iyi cevap olmuş Allah sizden razı olsun
tarih: 12.10.2016
Yusuf Semmak Kadınların Yüzlerini ve Ellerini Örtmeleri Meselesi:
Kadının yüzünü örtmesi konusu âlimler tarafından etraflıca ele alınmıştır.
Rabbimiz, Nûr Sûresinin 31. Âyetinde: "... Kendiliğinden görünen kısmı hâriç, zînetlerini göstermesinler..." buyurmaktadır.
Bu konuya genelde iki farklı yaklaşım olmuştur. Şöyle ki; Hanefî ve Mâlikî mezheplerine göre; eller ve yüz, fitne korkusu olmadığı müddetçe, avret değildir. Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre ise; eller ve yüz de dâhil olmak üzere, kadının tüm vücudu avrettir. Yani vücudunun hiçbir yerini, kendisine nikâh düşen erkeklere gösteremez. Günümüzde câhiliyye sistemi, hüküm sürmekte olduğu için, fitne ortamı söz konusudur. Bu nedenle, eller ile yüzün açılmasına ruhsat veren âlimlerin, “fitne korkusu” illetini gözden ırak etmemeliyiz.
Müfessirlerin bir kısmı, bazı Hadîslere dayanarak, Nûr: 31. Âyeti “el ve yüz müstesnâ” şeklinde anlamışlardır.
İbn-i Kesîr, tefsîrinde bu konuyu açıklarken, “kendiliğinden görünen kısım” hakkında, bundan kastın yüz, yüzük, eller ve halhal olduğuyla ilgili yorumları kaydetmiştir. İbn-i Abbâs'ın da bu bölümü “yüz ve iki el müstesnâ” şeklinde tefsîr ettiğini ve bu görüşün de cumhur-u ulemânın yanında meşhur bir görüş olduğunu bildirmiştir. Sonra da Hz. Aişe’den rivâyet edilen, “Ebû Bekir radıyallâhu anh’ın kızı Esmâ, cok ince bir elbise ile Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldi. Onu görünce Resulul¬lah sallâllahu aleyhi ve sellem yüzünü çevirerek, “Ey Esmâ, kadın bulûğa erdimi, (yüz ve el¬lerini işâret ederek) şu ve şunun hâricinde kadının vücudunun görünmesi doğru olmaz” buyurdu” şeklindeki Hadîs’i zikretmiştir. Fakat Ebû Dâvûd ve Ebû Hâtim er-Râzî, Hadîs’teki Hâlid b. Dureyk isimli râvinin, Hadîs’i, Hz. Aişe’den işitmediği gerekçesiyle, bu Hadîs’in Mürsel olduğunu söylemişlerdir.
(Mürsel Hadîs hakkında kısaca teknik bilgi verelim. Bu tür Hadîslerde, râvi düşmesi vardır. Kısaca, “isnâdından sahâbî düşen rivâyet” diye tanımlanır. Hadîs terimi olarak; sahâbeden Hadîs rivâyet eden tâbiî’nin, sahâbeyi atlayıp doğrudan Peygamberimizden rivâyet ettiği Hadîslere ‘Mürsel Hadîs’ denir. Bir tanıma göre ise; tâbiîn bizzat Peygamberden işitmiş veya görmüş gibi “Rasûlullah şöyle dedi”, “Rasûlullah şöyle yaptı” ya da “Allah’ın Rasûlünün huzurunda şöyle yapıldı” gibi lafızlarla rivâyette bulunur. Mürsel Hadîs’in sıhhati ve dînî meselelerde delil olup olamayacağı âlimler arasında ihtilâflıdır.
Bu konuda üç görüş vardır:
1. Ebû Hanîfe, İmam Mâlik, Ahmed bin Hanbel ve bunlara tâbi olan Fıkıh, Hadîs ve Usûl-ü Fıkıh âlimlerine göre; Mürsel rivâyetler delil olarak gösterilebilir.
2. İmam Şâfiî ise, Mürsel Hadîs’in delil olabilmesi için bazı şartlar öne sürmüştür. Tabiî'nin, sika –güvenilir- olması, kendilerinden rivâyette bulunduğu râvilerin sika olması, o Mürsel Hadîs’in farklı vecihlerden rivâyet edilmiş olması, sahâbîlerin bazısının ya da âlimlerin çoğunun onunla amel etmiş olması gibi şartlar altında, Mürsel Hadîs’le amel edilebileceğini söylemiştir. Âlimler arasında bir hayli tartışmalara neden olan Mürsel Hadîs konusunda pek çok eser yazılmıştır. Örneğin; Ebû Dâvûd, İbn-i Ebî Hâtim, İbn-i Eş’as es-Sicistânî “Kitâbu'l Merâsîl” adıyla kitaplar yazmışlardır.
3. Hadîs âlimlerinin çoğuna, Fıkıh ve Usûl-u Fıkıh âlimlerinin bir kısmına göre Mürsel Hadîs, hükmen zayıftır. Bu nedenle dînî meselelerde delil sayılamazlar. İmam Müslim de bu görüştedir. İmam Müslim, Sahîh’inin Mukaddimesinde: "Rivâyetlerden mürsel, bize ve haberlere vakıf kimselere göre hüccet (delil) değildir" demektedir. Bu konuda detaylı bilgi için Hadîs Usûlü kitaplarına başvurulabilir.)
Yukarıda geçen Hadîs hakkında, Usûl-u Hadîs açısından verdiğimiz bu bilgilerden sonra şunları söyleyebiliriz.
Eller ile yüzü, kadının ziyneti gören âlimlerden birisi de, Ümmetin Şeyhu’l-İslâm’ı İbn-i Teymiyye rahmetullahi aleyh’dir. Asrımızın Üstad’ı Mevdûdî de aynı görüştedir. İmam Şenkıtî, Şevkânî, Zemahşerî ve pek çok âlim rahmetullahi aleyhim, Hicâb Âyetlerinin (Nûr: 31, 60, Ahzâb: 32, 33, 53, 59) tefsîrlerinde kadının yüz ve ellerinin de onun ziyneti olduğuna dair açıklamalar yapmışlardır. Her ne kadar eller ile yüzü ziynet görmeyen âlimler varsa da, ihtiyâten Şeyhu’l-İslâm'ın fetvâsıyla amel etmek yerinde olacaktır. İlmî araştırmaların amacı amel etmektir. Önceden bir görüşe şartlanarak, o görüş istikâmetinde deliller ve rivâyetler aramak doğruya uymak anlamına gelmez. Aksine bu tutum nefse uymaktır. Ne tuhaftır ki, bu tarz yaklaşımla hareket eden karşıt görüşteki insanlar, aynı âlimlerden nakiller yaparak, kendi görüşlerini delillendirebiliyorlar! Meseleler, ilim ehlince, önyargısız ve objektif olarak araştırılmalıdır. Çünkü ictihâdî meseleler, mesele içinde mesele barındıran (fîhi mâ fîh) girift ve karmaşık bir yapıdadır. Ehline bırakmak ve onlara tâbi olmak gerekir.
“Kendiliğinden görünen kısım” olarak eller ile yüzü, örtülmesi gereken ziy-netten istisnâ eden âlimler dahi, bazı durumlarda kadının bunları da örtmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Bu durumların başında fitne korkusu gelmektedir. Kadının gençliğinin, câzibe ve güzelliğinin karşı cinsi etkilemesi tehlikesi varsa, bu durumda pek çok âlime göre, yüzün de örtülmesi gerekmektedir. Çünkü bunlar da, birer fitne hâlidir. Bu nedenle âlimler, fitne ortamında ya da fitneden korkulursa kadının yüzünü örtmesi gerektiğini söylemişlerdir. Fitnenin ne olduğunu bir Âyet ile açıklayalım. Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Fitne kalmayıncaya ve din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Bakara: 193) Bu Âyette açıkça görüldüğü gibi, Allah’ın Dininin hâkim olmadığı her yerde “fitne” bulunmaktadır. Bu Âyete göre, fitne; bir yerde câhiliyye sisteminin yani beşerî ideolojilerin yürürlükte olması ve İslâmdışı icraatlarda bulunması anlamına gelir. Bu, en büyük fitnedir. Bu konuda “Fitne öldürmekten daha kötüdür” (Bakara: 191) buyrulmaktadır.
Câhiliyye; şirk ve küfür sistemlerinin ortak adıdır. Câhiliyyenin tahakküm ettiği beldelerde, insanların din, can, akıl, nesil, mal, ırz ve namus güvenliği olmadığı için, eller ile yüzün açılmasına İslâmî toplumlarda cevâz veren âlimler, böylesi yerlerde örtülmesi gerektiğini belirtirler. Ancak fitne korkusu olmayan yerlerde, ellerin ve yüzün açılabileceğine fetvâ verirler.
Bir de yüzün örtülmesi konusunda, İslâm’ın hâkim olduğu toplumlarda bile, kadının güzelliği, karşı cins açısından fitneye neden olacaksa ve eğer bu durumdan korkulursa, yüzün örtülmesi gerektiğine fetvâ vermiş âlimler varken, câhiliyye ortamlarında yaşayan kadınların fitne açısından durumu nasıl olur? Ayrıca teblîğ konusunda dikkat edilecek hususlardan birisi de, yeni iman etmiş ya da iman kalplerine tam yerleşmemiş kişileri tam tesettüre zorlayarak ve baskı yaparak değil, sevdirerek, öğreterek davet yapılmalıdır. İnsanların tâ işin başında İslâm’ı öğrenmelerine fırsat vermeden onları, İslâm’dan soğutmak ve İslâm hakkında yanlış yargılara giriftar olmalarına sebep olmak hikmetli bir teblîğ yöntemi değildir. Hicâb Âyetlerinin Medenî olduğunu unutmamak gerekir. Bu bakımdan akîdeye öncelik vermek lazımdır. Bir kimse tam iman ettikten sonra, Allah’ın kesin hükümleriyle onu muhatap kılmak gerekmektedir. Ama âlimlerin İhtilaf ettikleri konularda hoşgörülü ve rahmetli olmak, mezhebî farklılıkları gözeterek tartışma ve husumetlerden kaçınmak gerekir. Teblîğde aceleci olmamak ve Sünnet’e uygun davranmak, her meselede dikkat edilmesi gereken genel bir kâidedir. Sünnet’e uygun olmayan davet şekli meşru değildir. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir. ("Putperest Çağlarda Müslüman Olmak" Kitabından).
tarih: 13.05.2016
nimet kadının yüzü açık dışarı çıkması haram mıdır
tarih: 12.05.2016
berfinay gerçekten insanları aydınlatacak şeylerdir allah sizden razı olsun
tarih: 07.05.2016
Yusuf Semmak Merhaba, Rabbimiz rızâsına uygun amellerde yardımcınız olsun. İnsanların genelinin maslahat ve istifadesini dikkate alarak sorunuza daha genel bir bakış açısıyla birkaç cümleyle cevap vermek istiyorum. Bu açıklamalarda sorunuzun cevabı niteliğinde cümlelere de rastlayacaksınız. Ama faydanın artması amacına ma’tûf olacak şekilde bir üslup kullanacağım.
İnsan, hayatının hangi anında güzel bir şeye karar verirse versin, o karar ancak takdir edilir. Örtünmek fıtrî bir haslettir. Bunun yanında Allah Teâlâ, tesettürü –hem erkeğe hem de kadına- farz kılmıştır. Ama bu örtünmenin doğru şekli olan Şer'î tesettürün mahiyetinin ne olduğu Yüce Allah tarafından bildirilir. Allah'ın gönderdiği peygamberler ise, Allah'ın emirlerinin nasıl yaşanacağını/pratize edileceğini öğretirler, ümmetlerine örnek olurlar. Peygamberimiz de İslâm'ın pratiği hususunda ümmetine en güzel örnektir. Allah'ın kullarına düşen şey; günahların hepsinden; küçüğünden, büyüğünden, gizlisinden, açığından, öncekilerin ve sonrakilerin tamamından tevbe edip Allah'tan mağfiret dilemek ve Allah'ın emrettiklerini yapmaya çalışmak ve bir daha o günahlara dönmemektir. İnsan, günah(lar) işleyince, Allah’tan ümidini kesip affedilmeyeceğini düşünmesi, son derece yanlış ve bâtıl bir davranış biçimidir. İnsan yaşadığı sürece, hangi günahı işlemiş olursa olsun, tevbe kapısı açıktır. Güneş batıdan doğmadıkça ve can boğaza gelmedikçe Allah'a karşı işlenen günahın niteliği ne olursa olsun, samimi şekilde tevbe edildiğinde, Allah o tevbeyi kabul eder. Ama tevbeyi geciktirmemek gerekir! Şeytan, günah işleyenleri “sonra tevbe edersin” diyerek tevbeden alıkoymaya ve aldatmaya çalışır. Tevbede acele etmek lazımdır; çünkü daha sonra tevbe edecek zaman olmayabilir. İnsan bir anda ölüm meleğini karşısında görebilir…
Allah’a karşı işlenen suç ve günah, ne kadar büyük olursa olsun tevbe edildiğinde affedilmeyecek bir günah yoktur. Şirkin ve küfrün dahi günahı, Allah'ın emrettiği şekilde iman edildiğinde silinir. İman ve İslâm, önceki işlenen günahların affedilmesine sebeptir. Örneğin; bir putperest, bir mecûsî, bir Yahûdî ya da bir Hristiyan insan, Tevhîd’i kabul ettiği anda –Allah katında- geçmiş günahları bağışlanır ve hayatta tertemiz bir sayfa açmış olur. Ne muazzam rahmet değil mi? Allah, geç olmadan anlama şuurunu nasip etsin. Bir Müslüman da, yerine getirmediği bir farzı terk etmesinden yahut da nehyolunduğu bir günahı işlemesinden dolayı hemen Allah’a tevbe eder ve O’nun affına ve mağfiretine sığınır. Allah, şartları yerine getirilerek yapılan tevbelere icâbet eder ve kabul eder.
Tevbenin şartları başlıca üç tanedir:
Günahı tamamen terk etmek, onu yaptığına pişman olmak ve o günahı bir daha işlememeye kesin olarak karar vermektir. Eğer işlenen günah kul hakkıyla ilgili ise, bu durumda dördüncü bir şart daha vardır ki, o da, hak sahibiyle helâlleşmek ve hak sahibinin hakkından kurtulmaktır. Hak sahibi vefât etmiş bir Müslüman olursa, onun bağışlanması için dua etmek, onun adına sadaka vermek, yakınlarını ziyaret edip onlara ikram ve ihsanlarda bulunmak gibi -imkânların elverdiği- sâlih amelleri gerçekleştirmektir.
Günahın cinsi ne olursa olsun, bütün günahlardan tevbe etmek farzdır. Kulun, Allah’tan başka yöneleceği bir makam ve bir merci yoktur. İbâdet ederken de, tevbe ve istiğfâr ederken de, yardım ve muvaffakiyet talep ederken de her hâlükârda sadece Yüce Rabbe yönelmek gerekir. Zira itaat, teslimiyet, boyun eğme, tevekkül, dua, yakarış, istiğfâr, tevbe ve istiâne/yardım isteme mercii ancak Allah’tır.
Mü’min; "Allah'a ibâdet" denildiğinde, O'na iman edilmesini ve Tevhîd i'tikâdıyla birlikte Allah'ın emirlerine uyulmasını ve yasaklarından sakınılmasını anlar. İbâdetin temeli, esası ve özü Tevhîd'dir. Allah, zâtında, isimlerinde ve sıfatlarında bir tek kabul edilmedikçe, sahte ma'bûdlara/ilâhçıklara kulluğu terk ederek, ibâdet edilecek tek ve yegâne zat olarak Allah bilinmedikçe, ibâdetler O'na hâs kılınmadıkça, tek ilâh ve rabb olarak O celle celâluh kabul edilmedikçe iman gerçekleşmez ve din Allah’a hâs/hâlis kılınmış olmaz. İman sadece iddia ve ikrârdan ibâret değildir. Allah'ı "bir" bilmek sadece onun zâtında tek olduğunu söylemek anlamına gelmez. Allah'ın "bir" olması; O'nun zâtı yönünden tek olmasının yanında, ibâdette de birlenmesi demektir. Yani emir yasaklarına uygun hareket etmede sadece Allah’a ibâdet etmek demektir. İnsan, sadece Allah'a ibâdet etmezken, O'nun "bir" olduğunu söylemesi, Allah'ı "bir" bilmesi anlamına gelmez. Zira müşrikler de zatı itibariyle Allah'ın bir olduğunu kabul ederler. Müşrikler, âlemleri yaratan Yüce Rabbimizden başka yaratıcı ikinci bir ilâh veya rızık veren başka bir rabb bulunduğunu söylemezler. Hayat verenin ve öldürenin Allah olmadığını –örneğin, putları ve ortakları olduğunu- iddia etmezler. Müşrikleri şirke düşüren şey; Allah'ın bazı isimlerini ya da sıfatlarını Allah dışında varlıklara vererek, Allah'a yapmaları gereken kulluğu onlara takdim etmeleridir. Yani müşrikler, Allah'ın yanında ilâhlar edinirler ve onlara da Allah'a rağmen kulluk ederler. Ya da Allah’la birlikte onlara da kulluk ederler. Onların helâl ve haramlarını dikkate alırlar, onları Allah’ı sever gibi severler, onlardan Allah kadar korkarlar, bazen onlara dayanırlar, güvenirler ve bazı durumlarda yardımı onlardan beklerler, onların gaybı bildiklerini iddia ederler. Böylece onları ilâhlaştırırlar. Allah’ın hakkı olan bir sıfat her neye verilirse, o şey, insanın ilâhı olmuş olur. İlâhlaştırılan şey, maddî, manevî şey de olabilir, canlı cansız varlık da olabilir, görünen ya da görünmeyen bir varlık da olabilir, hatta bizzat insanın kendi nefsi dahi ilâhlaştırılabilir. İnsan, Allah’ı bırakıp da kendi hevâ ve heveslerinin peşine düştüğünde kendisini ilâhlaştırmış olur. Rabbimiz: “Hevâ ve hevesini ilâh edinen kimseyi gördün mü? O kimseye sen mi vekil olacaksın?” (Furkân: 43) buyurmaktadır. Bu Âyetin öncesinin ve sonrasının da okunmasını tavsiye ederiz. Evet, her insanın ve her cinin öncelikle şirk münkerinden sakınması gerekmektedir. Amelî ve fıkhî konular ise, Tevhîd'den sonra önem arz eden fer'î meselelerdir. Muhakkak ki, İslâm'daki Sünnetler, müstehablar, mendûblar ve âdâblar bile -farz ve vâcip olmasalar dahi- çok önemlidir. Ama en önemli olan şey; bütün peygamberlerin, insanlık tarihi boyuncu üzerinde durdukları ve kavimlerini kendisine davet ettikleri Tevhîd gerçeğidir. Maalesef ki, insan ve cin şeytanları, Tevhîd'in hakikatlerinin anlaşılmaması için, insanlık tarihi boyunca durmadan, dinlenmeden, bıkmadan ve bu boş/boşuna çabalamadan vazgeçmeden çalışmaktadırlar. İnsan şunu unutmamalıdır ki, Yüce Allah: "Ben cinleri de insanları da ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım" (Zâriyât: 56) buyurmaktadır. Bu dünyaya insan, Allah'a ibâdet etmek yani sadece O'na kulluk yapmak üzere gönderilmiştir. Bu bir imtihandır. Kulluğun esası, her konuda sadece Allah'ı ma'bûd bilmek ve O'ndan başkasının rızâsını önceleme/önemseme bahtsızlığını göstererek Âlemlerin Rabbine karşı gelmemektir. Allah'a ibâdet etmek demek; Rabblık ve İlâhlıkta O'nu tek bilmek, Âyetlerde ve Hadîslerde bize bildirilen İlâhî isimlere ve sıfatlara bir başkasını ortak tutmamaktır. Yani Allah'a ibâdet ederken, Yüce Allah'a şirk koşmamaktır. Şirk, bütün ma'rûf olan amelleri iptal eder, boşa çıkarır. Bir insan, Tevhîd akîdesine uygun bir inanca sahip olmadıkça da şirkten ve küfürden kurtulamaz. Şirk koşarken insanın kıldığı namaz makbûl olmaz. Çünkü önce Tevhîd gereklidir. İnsanı İslâm dininden çıkartan bir söz ve bir fiil irtikâb ederken, Allah'ın emrettiklerinin tamamına yakınını yerine getiren ya da yasaklarının tamamına yakınından uzak duran bir kimsenin dahi yaptıkları amellere “sâlih amel” denmez ve bunların âhirette bir karşılığı bulunmaz. Bu cümleden, “bir kimsenin inancı bozuksa kötülükleri terk etmesine gerek yok” şeklinde bir sonuç çıkarmayalım! Kötülükleri terk etmek, insânî bir haslet ve bir zorunluluktur. İçki, kumar, fal okları, cinâyet, hırsızlık, fâiz, rüşvet, zinâ, gıybet, iftirâ, kötü zan, kul hakkı vb. kötülükler aklıselim fıtrat sahiplerinin ittifâkıyla terk edilmesi gereken çirkin fiillerdir. Bir insan, Müslüman olmasa dahi, bu türden kötülükleri işlememek durumundadır. Bu ve benzeri münkerleri/kötülükleri Yüce Rabbimiz yasaklamıştır. Mü’min olarak bunlardan sakınan “ma’rûf bir amel” işlemiş sayılacağı için sevap kazanır. Müşrik bir insan bu amellerden sakındığında ise “güzel/iyi iş” işlemiş sayılır. Kötülüklerden uzak duran, fıtratı ve kişiliği güzel olan bir insanın hidâyete ermesi ve netice de Allah’ın rızâsına nâil olması ümit edilir. Ancak “mü’min olarak” yapılan amellerin –Allah katında- makbûl olduğuna dair şu Âyetleri okuyunuz: Nisâ, 124; Nahl, 97; Mü’min, 40.
İnsanın canı bedeninde bulunduğu müddetçe “bu adam kesin kâfir olarak ölür” denmesi asla câiz değildir. Olur ki, Allah, ileride o kimseye imanı nasip eder. Aynı şekilde Müslüman bir insan için de “bu adam kesin olarak mü’min olarak ölür” demek câiz olmaz. O insanın da –Allah korusun- son anda ayağının kayması mümkündür. İman; “ümit ve korku arasında” bulunmaktır. Mü’min, Allah’ın rahmetini ve mağfiretini ümit eder; âkıbetinde/ileride kötü hale düşmekten ya da küfür üzere ölüp Allah’ın azâbına ve gazabına maruz kalmaktan korkar. Müslümanlar birbirleri hakkında güzel zanlar beslerler ve dua ederler. Müslüman, Allah hakkında da -Allah’ın kendisini affedeceğine dair- güzel zanlara sahip olması gerekir. Allah, kulunun bu zannından râzı olur. Allah’ın affedeceğinden ve mağfiret edeceğinden hiçbir zaman ümit kesmemek gerekir. Tabiî ki, bu cümlemiz, günahlara devam ederken tevbeyi terk etme gafletine ya da Allah’ın emirlerine uymadan ve yasaklarından kaçınmadan bir hayat yaşama yanlışına düşülmeye kapı aralamamalıdır. “… Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (Yûsuf: 87) Şuurlu insan bilir ki, Azamet ve Kibriyâ sahibi Rabbine karşı işlediği bir günahın küçüğü olmaz. Takvâ sahipleri, günahın küçüklüğüne değil, o günahın “Âlemlerin Rabbi” ve “En Büyük” olan Yüce Allah’a karşı işlenmiş olmasına bakarlar. Ve bu hassasiyetleri nedeniyle, günahın küçüğünden dahi; akrepten, yılandan hatta üzerine ayağın uzatıldığı ve basılmak üzere olan bir dikenden sakınıldığı gibi sakınırlar, uzak dururlar.
Ancak şunu söyleyelim ki, şirk ve küfür i’tikâdıyla ölen bir kimsenin dünyadaki “insânî anlamdaki tüm iyi amelleri” boşa gitmiş olur. Ayrıca Allah, küfür üzere ölenler için –günahların ve sevapların tartılacağı- bir terazi kurmaz:
"De ki: 'Amelleri bakımından en çok ziyana uğrayanları size haber vereyim mi? Onlar o kimselerdir ki, dünya hayatında yaptıkları boşa gitmiştir, üstelik kendilerinin muhakkak iyi yaptıklarını zannederler. Onlar, Rabblerinin Âyetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr edip amelleri boşa gitmiş olanlardır. Biz kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutmayacağız (terazi kurmayacağız). İşte böyle; onların cezası kâfir oldukları, Âyetlerimi yalanladıkları ve Peygamberlerimi alaya aldıkları için, cehennemdir.'" (Kehf: 103-106)
Bu insanlardan olmaktan Rahmân ve Rahîm Yüceler Yücesi Rabbimize sığınırız. Allah Sübhânehu ve Teâlâ, kendisini zikretme, kendisine şükretme ve O’na güzelce ibâdet etme hususunda bize yardım etsin, muvaffakiyet ihsan etsin.
Soru soran kardeşimizin de attığı bu güzel adımı mübârek kılsın, Allah’a itaat yolunda yardımcısı olsun, ona ve bize hakka ittibâ etme şuuru ve İslâm üzerinde sabr-u sebâtla istikâmet sahibi/dosdoğru yol üzere olmayı nasip ve müyesser eylesin.
Selâm ve dua ile.
tarih: 06.02.2016
Medid4423 Hocam Merhabalar, sorum şu : ben 26 yaşındayım ve nasıp olursa kapanacagim inşallah . Bundan önce kapalı değildim bunun günahı nedir ne yapmak gereklidir.
tarih: 28.11.2015
Yusuf Semmak KADINLARIN SAÇLARINI KISALTMALARI CÂİZ MİDİR?
Ve aleyküm selâm. Saçı omuzlarından aşağıda olan bir kadının saçlarının uçlarından kestirmesi yani saçını kısaltması câizdir. Toplumda, kadınların saçlarının göğüslerinin hizasının altında olması gerektiği söylentisi –maalesef ki- geçmişten bu yana mevcuttur. Bunlar “kocakarı türetmesi” denen sözlerden sayılır. Bu sava göre, kadının saçları göğüslerinin altında olması gerekiyormuş ki, kadın öldüğünde göğüslerinin, saçlarıyla kapatılması gerekmekteymiş. Ya da kadın mahşer yerinde insanlar toplandıklarında göğüslerini saçlarıyla kapatacaklarmış. Bütün insanlar mahşerde analarından doğduğu gibi haşredilecek ya. Bu gerçeğin üzerine mesnetsiz fikirler eklemek de uydurucuların işi olmaktadır.
Her ne kadar bu tür ısrarlı söylemler bugün azalmış olsa da, hâlâ bunları dillendirenlerin olduğu inkâr edilemez. İnsanlar Vahiy İslâm’ından kültürel ve geleneksel bir din anlayışına yöneldikleri her dönemde vahiyle doğrudan irtibatlı olmayan meselelerde bir takım insanların ısrarla iddia ettikleri farzlar(!) veya haramlar(!) bulunacaktır. Daha doğrusu helâl ve haram konularından aşırı gidişler ya da boş vermişlikler olabilecektir.
Bu hususta Rasûlullah aleyhisselâm, erkeklerin ve kadınların çıplak ayaklı ve elbisesiz (erkekler sünnetsiz) olarak haşredileceklerini bildirince Hz. Âişe annemiz. “Kıyâmet günü avretlerden dolayı vay halimize!” dedi. Peygamberimiz ise: “Sen neden söz ediyorsun? Benim üzerime öyle bir Âyet nâzil oldu ki, üzerinde elbise olmasının ya da olmamasının sana hiçbir zararı yoktur” buyurdu. Âişe: “O hangi Âyettir ey Allah’ın Nebîsi?” dedi. Allah’ın Rasûlü ise: “O günde bunlardan her bir kişinin kendisine yeter bir işi vardır” (Abese: 37) Âyetidir buyurdu. (Bkz: İbn-i Kesîr Tefsîri vd. Abese Sûresinin ilgili Âyetlerinin tefsirinde bu bilgilere her tefsirde rastlamak mümkündür.)
İffet timsali Hz. Âişe annemiz mahşer yerindeki durumun mahiyetini Peygamberimize sorduğunda Allah’ın Rasûlü kendisine herkesin o günün dehşetinden dolayı birbirlerini göremeyecekleri biçimde daha önemli meşguliyetleri olacağını haber vermiştir. Dolayısıyla o günle alâkalı olarak kadınlara yönelik uydurulan bu efsanenin yanlışlığı da ortaya çıkmaktadır. Abese Sûresinin 37. Âyetinde Rabbimizin bildirdiği gibi, kimse kimsenin halini görmeyecektir ki, kadınların göğüslerini saklamak için uzun saçlara ihtiyaçları bulunsun. Kaldı ki, bunu uyduranlar büyük bir hata yaptıklarının da farkında değillerdir. Kadın göğsünü kapatıyor da neden diğer avret bölgelerini kapatmıyor? Bu, aslında soru değildir. Bu tür uydurmaları söyleyenlere ya da inananlara ilzâm ve cevap kâbilinden istifhamdır.
Şimdi mesele üzerinde kısaca teşrîhâta girelim. Öncelikle kabul etmeliyiz ki, saç kadının hem ziynetidir hem de avretidir. Sakal nasıl erkeğin ziyneti ise, saç da kadının ziynetidir. Kadınlar saçlarının kesim şekli itibariyle erkeklere benzemekten sakınmalıdırlar. Çünkü Hz. Ali’den rivâyete göre, Rasûlullah: “Kadınların başlarını erkekler gibi tıraş etmelerini yasakladı.” (İbn-i Mâce, Zînet, 4) Bu yasaklamanın nedeni teşebbüh’ten sakındırmaktır. İbn-i Abbâs’tan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah: “Erkeklerden kadınlara kadınlardan erkeklere benzemeye çalışanlara lânet etti” demiştir. (Buhârî, Libâs, 61) Başka bir rivâyetinde ise İbn-i Abbâs şöyle bildirmiştir: “Rasûlullah kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lânet etti.” (Buhârî, Libâs, 62)
Bu lânetin nedeni, Yaratan’ın koymuş olduğu sıfatlardan bazılarını beğenmeyip karşı cinsin sıfatlarıyla sıfatlanmaya çalışmak, karşı cinse özenmek yani Allah’ın yarattığını değiştirmeye çalışmak olarak açıklanabilir. Bu konuda şu Âyeti hatırlatmak yerinde olacaktır. “’(Şeytan: ) Andolsun onları mutlaka saptıracağım. Olmayacak kuruntulara boğacağım. Andolsun onlara hayvanların kulaklarını yarmalarını emredeceğim. Ve yine onlara Allah’ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim.’ Kim Allah’ı bırakır da şeytanı veli edinirse şüphesiz o, apaçık bir zarara uğramış demektir.” (Nisâ: 119) Erkeğin ya da kadının yaratılışa müdahalesi bir anlamda Allah’ın yaratmış olduğu fıtrata müdahale sayılır. O fıtratı değiştirmek ise, Allah’ın yarattığını değiştirmek demektir. İslâm’da kadın-erkek benzeşmesi yasağı vardır. Bu yasak; giyim-kuşam, hal-hareket ve benzeri bütün konularda kadının erkekleşmeye çalışmasını, erkeğin de kadınlaşmaya çalışmasını içine almaktadır. Bu bağlamdan olarak, kadının saçını erkeğe benzeyecek şekilde kestirmesi, ensesi görülecek dereceye kadar kısaltması câiz değildir ve bu durum Hadîslerde yasaklanmıştır. Hz. Ali’den rivâyete göre: “Rasûlullah kadının başını tıraş etmesini yasakladı.” (Tirmizî, Hacc, 75) Bu Hadîs’teki yasak; kadınlarının saçlarını tamamen kestirmelerini/kazıtmalarını ya da enseleri görülecek biçimde –erkek tıraşına benzer- kısa kestirmelerini kapsamaktadır. Bu Hadîs nedeniyle âlimler, kadınların saçlarını –kesmek yerine- kısaltmalarının daha uygun olduğunu söylemişlerdir.
Ebû Seleme demiştir ki:
وَكَانَ أزْوَاجُ النَّبِيِّ يَأخُذُونَ مِنْ رَءُوسِهِنَّ حَتَّى تَكُونَ كَالْوَفْرَةِ
“Nebî aleyhisselâm’ın zevceleri perçem (vefra) gibi oluncaya kadar saçlarını kısaltırlardı.” (Müslim, Hayz, 42)
İmam Nevevî bu hususta şunları kaydetmiştir: “Vefra, Limme’den daha uzundur. Limme, omuzlara kadar ulaşmayan saça denilir. Bu açıklama el-Esmaî’ye aittir. Başkası ise şöyle demektedir: Vefra, Limme’den daha azdır. Kulakları geçmeyen saça denilir (Perçem diye tercüme ettik). Ebû Hâtim dedi ki: Vefra, kulaklar üzerine kadar gelen saça denilir.
Kâdî Iyâz rahımehullâh dedi ki: Bilinen şu ki, Arap kadınları saçlarını kısım kısım örerlerdi. Muhtemelen Nebî’nin zevceleri bu işi Rasûlullah’ın vefâtından sonra yapmışlardır; çünkü onlar vefâtından sonra süslenmeyi bırakmış ve saçlarını uzatmaya ihtiyaçları kalmamıştı. Ayrıca saçlarının bakımlarını kolaylaştırmak için de saçlarını kısaltmışlardı.
Kâdî Iyâz’ın sözünü ettiği mü’minlerin annelerinin bu işi Rasûlullah hayatta iken değil de vefâtından sonra yaptıklarına dair açıklamayı aynı şekilde başkaları da yapmış olup, bunun zaten başka türlü olması söz konusu değildir. Onların, Rasûlullah’ın hayatta iken böyle bir iş yapmış olmaları asla düşünülemez.
Bunda kadınların saçlarını kısaltmalarının câiz oluşuna delil vardır. Allah en iyi bilendir.” (El-Minhâc fî Şerhi Sahîh-i Müslim, C: 4, S: 4, 5)
Peygamberimizin hanımları, Efendimizin vefâtından sonra artık kendilerinin Rasûlullah için süslenme ihtiyacı kalmadığından, saçlarını “Vefra” biçiminde kısaltmışlardır. Vefra, kimi âlimlere göre Limme’den daha uzun, kimine göre ise Limme’den daha kısadır. Limme Arapça Kâmûslarda şöyle tarif edilmiştir: شَعرُ الرَّأْسِ المجاوزُ شحمةَ الأُذن “Kulak memesini geçen (ama omuzlara kadar ulaşmaya) saç” demektir. Eğer Vefra; Limme’den daha uzun ise kulak memesinden aşağıya (omuzlara veya daha da aşağıya) ulaşan saç olur; daha kısa ise kulak memesinin üstünde oldukça kısa saç olur. Vefra, kulaklar üzerine gelen saç dahi olsa, kadınlar için bu saç kesiminin “kısa saç” hükmünde olduğunu kabul etmek gerekir. Vefra saç kesimi hangisi olursa olsun, Rasûlullah’ın hanımları, Peygamberimiz vefât ettikten sonra saçlarını kısa denilebilecek şekilde kestirdikleri rivâyet olunmuştur. Bu detaya dikkat etmekte fayda vardır.
Bu noktada kadınların saç kısaltmalarının câiz olduğunu söylememiz gerekir. Ama bu cevâz, bazı illetlere bağlı mıdır ve saçın kısalığı ne kadar olmalıdır bu konularda farklı şeyler söylenebilir. Bu nedenle de kadınların erkeklerin tıraşına benzer saç kesimlerinden sakınmaları gerekir. Zira bu durum, az önce de temas ettiğimiz gibi, kadınların erkekleşmeye çalışması anlamı taşıyabilir. Fakat kadının erkekleşmeye çalışmadığı ve başını alaburus stilinde tıraş ettirmediği sürece, saçının kısalığının ölçüsü ne olursa olsun, bunun haram olduğunu söylemek mümkün değildir.
Şimdi de, kadınların saçlarını kesmeleri ya da kısaltmalarının doğru olmadığı söylentilerine atfen birkaç açıklama yapalım. Kadın isterse saçlarını elbette uzatır. Ama bu uzatma sebebiyle saçların başörtü veya benzer örtülerle tam örtülememesi yani tesettürde saçların sıkıntı vermesi durumlarında saçların uçlarından kısaltılmasında hiçbir mahzur yoktur. Çoğu zaman saçların uzunluğundan dolayı kadınların farkında olmadan, istemdışı olarak saçlarının görünmesi gibi aksaklıklar da bu şekilde önlenmiş olur. Kadının saç tıraşı konusundaki yasakların, erkeğe benzeyecek ölçüde saç kısaltma hakkında olduğu anlaşılmaktadır.
İbn-i Ömer’in hizmetinde bulunan Nâfi’nin haber verdiğine göre, o, Abdullah b. Ömer’i şöyle derken işitmiştir:
سَمِعْتُ رَسُولَ اللهِ يَنْهَى عَنِ القَزَعِ
Rasûlullah aleyhisselâm’ı başın bir kısmını tıraş edip diğer kısmını alacalı şekilde (parçalı bulutlar gibi) bırakmaktan (alaburustan) nehyederken işittim.” (Buhârî, Libâs: 72)
Kaza’ (alaburus) القَزَع; başın bazı yerlerinde dağınık bulut parçaları gibi saç bırakıp, diğer tarafları kısaltmak ya da kazıtmaktır. Erkekler ya saçlarını tamamen tıraş ettirecekler ya da tamamen bırakacaklar. Çünkü bir kısmını tıraş edip, bir kısmını bırakmak yasaklanmıştır. Müslüman kadınların da bir zaruret olmadıkça saçlarını kazıtmamaları gerekir. Hatta hacc ibâdetlerini yaparlarken bile saçlarının ucundan birazcık kısaltmaları (taksîr) yeterlidir. Erkekler temiz tutmak ve bakımlarını yapmak şartıyla saçlarını uzatabilirler. Erkeklerin saç uzatmaları kadınlara benzemeye çalışmak anlamına gelmez. Zira gerek Peygamberimiz ve gerekse Ashâb saçlarını uzatmışlardır. Bu konuda yasaklama söz konusu değildir. Sonuç olarak da; kadınların saçlarını göğüs hizalarına kadar ya da biraz daha fazla uzatmak zorunda oldukları ve bu ölçüden aşağı saç bırakmalarının câiz olmadığı sözleri doğru değildir. Allah en iyi bilendir.
tarih: 24.10.2015
meseret Selâmün Aleyküm benim sorum saci omuzlarindan asagida olan bi insan ensesinde toplayamiyorsa kestirmesi caizmidir? Ahirette kadınların saçlarının göğüs hizası altında olması gerekiyor diyenler var çevremde doğrulugu var mıdır? Selametle Allaha Emanet Kalın.
tarih: 20.10.2015
Yusuf Semmak Bir arkadaşımızın: “Bu Ayette, boyundaki zînetleri gizlemek için baş örtüsünün yakalara kadar indirilmesi emredilmiştir diyenler var. Yorumunuz ne olur?” sorusuna kısa cevap verelim:
Ziynet; gösterişli ve câzibeli elbiseler, süslemeler ve kadınların el, yüz, baş, ayak gibi bölgelerindeki süs ve süslemelerini içine alır.
Kadının ziynetlerini gizlemesini emreden Allah Teâlâ, kadının vücudunun güzelliğini ve câzibesini göstermesine hiç izin verir mi? Baş üzerinden sarkıtılan ve saçlar da dâhil boynu, gerdanı ve göğsü kapatmayı sağlayan örtü, sadece boyundaki kolye gibi ziynetleri örtmek içindir demek doğru değildir. Çünkü kadının ziyneti, kadının üzerinde olduğu için güzeldir ve gösterilmemesi gerekir. Bu, kadının ve vücudunun câzibesinden dolayıdır. Yoksa ziynet (süs)lerin câzibesinden değildir! Kadının örtünmesi; “Boynunda ya da başka yerlerinde bulunan ziynetlerini kapatmak içindir” denilecek olursa, o bölgelerinde ziyneti olmayan kadının, örtünmesinin gerekmediği sonucu çıkar ki, bu da bâtıl bir sonuçtur! Rabbimiz, kadınlar hakkında: “Ziynetlerini açmasınlar (göstermesinler, teşhir etmesinler). Bunlardan (kendiliğinden) görünen kısım müstesnâ” (Nûr: 31) buyurmaktadır. Ziynetleri göstermemek; ziynet yerlerini göstermemek demektir. Yoksa burada asıl olan; “kadının ziynetini göstermemektir; ziynet mahallini göstermek ise yasaklanmamıştır” denilemez!
Ayette geçen “kendiliğinden görünen kısım hâriç” ifadesi, kadının kontrolü dışında, istemdışı görünen ziynetleri konusunda kendisine vebal olmayacağı şeklinde bir anlam içermektedir. Yani kadınlar bilerek ve isteyerek ziynetlerini açığa çıkaramazlar. Kadının başörtüsünün savrulup ziynetinin istemeden görünmesi ya da Şer’î sınırlara uygun olan dış elbisesinin gizlenemeyen câzibesinin görünüyor olması gibi hallerden dolayı kadına bir sorumluluk yoktur. Bu konuda İmam Mevdûdî rahımehullâh’ın açıklamaları gerçekten çok nefistir. Mü’min hanımların, bu âlimin, Nûr: 31, 60; Ahzâb: 32, 33, 53, 59 Ayetleri hakkındaki açıklamalarını okuyup, bu hususta kafalarında olması muhtemel bazı soruların cevaplarını kolayca öğrenebilirler. Tabii ki tavsiyemiz, Nûr ve Ahzâb Sûrelerinin tamamının hem metninden hem de tefsirinden tamamen okunmasıdır.
İmam Mevdûdî (Rh.a), “Süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hâriç" Nûr: 31. Ayetteki “ancak kendiliğinden görüneni hâriç” İlâhî buyruğunu şöyle açıklamaktadır:
“Çeşitli müfessirlerce bu Ayete verilen anlamlar Ayetin gerçek anlamını karmakarışık bir hale getirmiştir. Oysa açıkça söylenmek istenen, "kadınların zînet ve süslerini" açıkta olan-kendiliğinden görünen" ve kontrollerinin ötesine taşanın dışında göstermemeleri gerektiğidir. Yani, kadınlar bilerek ve kasten süslerini açığa vuramazlar, fakat niyet ve kasıt olmaksızın, başörtünün savrulup zînetin ortaya çıkması veya kadın giyiminin bir parçası olarak çekiciliği bulunmakla birlikte gizlenmesi mümkün olmayan dış elbisenin görünmesi gibi durumlarda zînetin açığa çıkmasında kadın üzerine sorumluluk yoktur. Hz. Abdullah İbn Mes'ûd, Hasan Basrî, İbn Sirin ve İbrahim Nehaî'nin tefsirleri de bu şekildedir. Buna karşılık, bazı müfessirler Ayeti, "vücudun genellikle açıkta kalan ve örtülmeyen kısımları" anlamına almışlar ve tüm süsleriyle birlikte yüzü ve elleri bunun içine dâhil etmişlerdir. Bu, Hz. Abdullah İbn Abbas'la izleyicilerinin ve çok sayıda Hanefî fakihinin görüşüdür. (Ahkâmü'l-Kur'an, el-Cessas, Cilt: 3, 388-389). Bu durumda, bunlara göre kadınların, tüm makyajıyla yüzleri ve süsleriyle elleri açık olarak dışarı çıkmalarında bir mahzur yoktur.
Fakat biz bu görüşe katılamayacağız. BİR ŞEYİ GÖSTERMEKLE O ŞEYİN KENDİLİĞİNDEN GÖRÜNMESİ ARASINDA DAĞLAR KADAR FARK VARDIR (Bilindiği gibi Ayetteki yasaklama "Süslerini göstermesinler!" şeklindedir). Birincisi niyet ve kasıt belirtirken ikincisi zorda kalma ve çaresiz olmayı ifade eder. Üstelik böyle bir yorum, Hz. Peygamber (s.a) devrinde örtü Ayetinin inmesinden sonra kadınların yüzleri açık dışarı çıkmadıklarını bildiren rivâyetlere de ters düşmektedir. Örtü hükmü yüzlerin örtülmesini de içine almaktadır ve peçe, Hacc'da ihramlı olmanın dışında kadın giyiminin bir parçası haline gelmiştir. Bunun bir diğer delili de, ellerin ve yüzün kadınların avret yerine dâhil edilmemiş olmasıdır, avret yeri ile örtü farklı şeylerdir. Avret yeri, baba ve erkek kardeş gibi erkeklerin bile yanında açılmaması zorunlu olan yerlerdir; oysa örtü, kadını mahremi olmayan erkeklerden ayıran şeydir, buradaki tartışma avret yeri değil, örtü hükümleriyle ilgilidir.” (Tefhîmu’l-Kur’an, 3/526, 527)
Allah en iyi bilendir.
Dua ile…
tarih: 07.06.2015
1234 bu ayette , boyundaki zinetleri gizlemek için baş örtüsünün yakalara kadar indirilmesi emredilmiştir diyenler var.yorumunuz ne olur?
tarih: 06.06.2015
ebru elinize düşüncelerinize sağlık gerçekten çok aydınlattınız beni
tarih: 24.09.2014
islam kardeşliği Allah razı olsun yazınız güzeldi.inşallah tüm Müslüman kardeşlerimiz bu yazılardan bir sonuç çıkarır inşallah Allah herkesi kendi yolundan ayırmasın
tarih: 12.12.2013
Son Yorumlar
misafir
Thankks forr sharing your thought
İsmail
Yüce ALLAH cc razı olsun sizden h
Mahmut
Selamünaleykum Yusuf peygamberin
Şeyma
Bu nadide soru ve cevapları için
Ahmet
Doyurucu bir yorum
Teşekkürler
Baraa
Bence çoooook güzel bir site
ali
İlmî Arapça Sayfası
http://www
ali
Faydalı Bir Maksud Programı
http
ali
Faydalı Bir Emsile Programı
http
Medine
Cenetin kapısın geçmek istiyom
Yusuf
Allah razı olsun hocam çok anlaşı
Meryem
Verdiğiniz bu bilgiler için çok t
metin
hadiste gecen Gölge Arsin gölgesi