Şânı yüce olan Âlemlerin Rabbine hamdolsun.
Allah, kendisi için, “Ben (Zâriyât: 56), O (İhlâs: 1), Biz (Hicr: 9)” zamirlerini kullanmıştır. Kulların ağzından ise “Sen” (Bakara: 32) kelimesi, bu zamirlere ilave edilmiştir. Arapça grameri bakımından, “Allah” lafzının tekrar edilmesi yerine, O’na râci “O” zamiri kullanılması daha edebîdir. Fakat Allah için, çokluğa delâlet eden “siz, onlar” zamirleri kullanılmaz.
Rabbimiz, kendisi hakkında “siz” ve “onlar” zamirlerini kullanmadığı halde neden “Biz” zamiriyle hitap etmiştir? Bu konu üzerinde bir nebze durmak istiyoruz. Hamd yalnızca Allah’a, salât ve selâm kendisinden sonra Nebî olmayan Rasûlullah’a, âilesine, ashâbına ve Dîn Gününe kadar onun yol göstericiliğine ve örnekliğine uyanlara olsun.
Kur’ân-ı Kerîm’de يَا مُحَمَّدُ “Ey Muhammed!” ve قَالَ مُحَمَّدٌ “Muhammed dedi” ifadeleri geçmez. Diğer peygamberler ve başkaları hakkında ise bu ifadeler kullanılmaktadır. Allah’a hamd, Rasûlüne salât, mü’minlere selâm olsun.
Konu başlığımızı daha anlaşılır bir hale getirmek için birkaç soru soralım: Saptırıcı ya da saptırıcılar tarafından şirke, küfre ve dalâlete düşürülen bir toplumda kötülüklerin mes’ûliyetleri kime aittir? Mes’ûliyetlerin dağılımı nasıldır? Allah, bu kötülüklerden kimleri sorumlu tutacaktır? Ya da bu suçlarda hesap sorulacaklar ve suçlular sırasıyla kimlerdir?
Bu soruların cevabını öğrenmek için Kur’ân’a başvuralım.
Rabbimiz, her şeye dair öğüt ve her şeye dair açıklamalar bulunan levhaları (A’râf: 145) kendisine vermek üzere Hz. Mûsâ ile kırk gece için sözleşmiş ve onu Tûr’a davet etmişti (Bakara: 51; A’râf: 142).
“Hani Mûsâ ile kırk gece için sözleşmiştik, sonra onun arkasından nefsinize zulmederek, buzağıyı (ilâh) edinmiştiniz.” (Bakara: 51)
Hz. Mûsâ, kavminin arasından ayrılıp Rabbi ile görüşmeye gidince Sâmirî, kavmin ziynet eşyalarını eritti (Tâ-Hâ: 87) ve içine Cebraîl’in atının ayağının bastığı yerden bir avuç toprak alıp onu erittiği ziynetlerle karıştırdı (Tâ-Hâ: 96) ve sonunda onlara böğüren bir buzağı heykeli yaptı (Tâ-Hâ: 88), kavmi de o buzağı heykelini ilâh edindiler (A’râf: 148). Böylece Sâmirî onları saptırmış oldu (Tâ-Hâ: 85).
Neden buzağı?
Mısır'daki efendileri ineğe tapınan İsrâîloğulları, Allah kendilerini Firavunoğullarından kurtardıktan sonra bile, geçmişte aldıkları Firavun eğitiminin etkisinde öylesine bir alçaklık psikolojisiyle yetişmişlerdi ki, onlar ineğin kendisine değil de daha küçüğü olan buzağıya tapınmaya kendilerini layık görüyorlardı. Çünkü "büyüğe büyükler tapar, biz ise küçüğüz daha küçüğüne tapmalıyız" diye düşünüyorlardı! Bu da onların hâlâ köleliği içlerinde taşıdıklarını gösteriyordu!
Hz. Mûsâ, Tûr’a gitmek üzere yerine kardeşi Hârûn’u vekil bırakıp (A’râf: 142), kırk gün ve kırk geceliğine aralarından ayrıldığı anda, kavmi, Sâmirî’nin yaptığı buzağı heykelini ilâh edinip hemen ona tapınmaya başladılar. Şimdi burada soru şudur: Suçlu ya da suçlular kimlerdir? Saptıran mı, saptırılanlar mı? Yoksa her ikisi de mi? Yoksa aralarında bulunan ilim sahipleri/hocalar mı? Hepsi suçlu ise, hesap ve suç sırası ne şekildedir?
Bu soruların cevaplarını öğrenmek için, Hz. Mûsâ’nın Tûr’dan dönüp de bu manzarayı gördüğünde nasıl hareket ettiğine bakmamız gerekmektedir? Yani Hz. Mûsâ ilk önce kimi hesaba çekti? Daha sonra kimleri?
Sırasıyla söyleyelim ki, mesele tam anlaşılsın: Allah'a hamd, Rasûlüne salât-ü selâm olsun.
Yaklaşık 2000 yıl öncesinde tarihin en karanlık dönemlerinden birinde mü'min birkaç genç zamanlarının zorba hükümdarının huzurunda -muhtemelen bir gösteri ya da kutlama esnasında- ayağa kalkıp, yerin ve göğün yegâne Rabbinin Allah olduğunu, Allah'tan başkalarına, putlara ya da başka şeylere tapınılamayacağını, Allah'tan başka ilâhlar edinenlerin Allah'a iftirâ ettiklerini haykırıyorlardı. Kur'ân'ı dinleyelim:
"(Hükümdarlarının karşısına) dikilip de: 'Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasını ilâh diye çağırmayız. O takdirde gerçekten son derece bâtıl bir söz söylemiş oluruz' dediklerinde Biz, kalplerine sabır ve metanet vermiştik. 'Şunlar şu bizim kavmimiz, O'ndan başka ilâhlar edindiler. Bari onlara dair açık bir delil getirselerdi. Artık Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zâlim kim olabilir?'" (Kehf: 14, 15)
Ashâb-ı Kehf'in sayısını ve mağarada ne kadar uyutulduklarını kesin olarak Allah'tan başka kimse bilemez. Bu konudaki bazı rivâyetleri esas alarak değerlendirmeler yapalım. Allah Ancak Hidâyete Kalbini Açanlara Hidâyet Verir:
İnsanların kalbine Allah’tan başka kimse hidâyeti koyamaz.
Peygamberimiz bile dilediği kimselere hidâyet veremez. Allah’ın bir ismi de “el-Hâdî” yani hidâyet edendir. Bu nedenle insanları doğru yola iletmek ancak Allah’a aittir.
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"(Rasûlüm!) Sen sevdiğini hidâyete erdiremezsin; bilâkis, Allah dilediğine hidâyet verir ve hidâyete erecek olanları en iyi O bilir." (Kasas: 56)
Rabbimiz, hidâyetten mahrum olan kimselerin kalplerinin dar olduğunu ve onların iman etmeyeceklerini En’âm Sûresindeki şu Ayette, çok etkileyici bir misal ile haber vermektedir:
“Allah kimi hidâyete erdirmeyi dilerse, göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmayı dilerse onun da göğsünü –gökyüzüne tırmanıyormuş gibi- daraltır, sıkıştırır. Allah iman etmeyenlerin üstüne işte böyle murdarlık çökertir.” (En'âm: 125)
Bu Ayet-i Kerîme’yi biraz açıklayalım. Bu yazımızda; Hz. Yûsuf'un, kendi döneminde Mısır ülkesinde iktidarda olan Melik'in emri altında müsteşârlık ya da bakanlık yaptığını söyleyenlerin düşüncelerinin bâtıl olduğunu ve bu düşüncenin Âyetler ile çeliştiğini açıkladık. Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla.
Her halükârda Allah'a hamd olsun. Peygamberimize, temiz ailesine güzide ashâbına da salât ve selâm olsun.
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"Onlar, kâfir olanlar, sizleri Mescid-i Haram'dan, bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasından menedenlerdir. Eğer (Mekke'de) bilmediğiniz mü'min erkeklerle mü'min kadınlar olmayaydı ve siz onları bilmeyip çiğnemeyecek, size onlardan dolayı da bir vebal isabet etmeyecek olsa idi (onlardan ellerinizi çekmezdi). Tâ ki Allah dilediği kimseyi rahmetine soksun. Eğer onlar (birbirlerinden) ayrılmış olsalardı, ötekilerden kâfir olanları elbette acıklı bir azap ile azaplandırmış olacaktık." (Fetih: 25)
Hicretin 6. yılında Zilkade ayının başlarında Peygamberimiz 1400 kişilik bir kafile ile umre yapmak niyetiyle Medine'den Mekke'ye hareket etmişti. Hudeybiye'de Kureyşliler, Müslümanlar'ın Mekke'ye girmelerine engel olmakla hem Mescid-i Haram'ı ziyaret etmelerine hem de bekletilen kurbanları Mina'da kesmelerine engel olmuşlardı.
Bu Ayette bildirildiğine göre, Müslümanlar'a savaş ve fetih izninin verilmeyişinin nedeni, Mekke'de bulunan ve henüz imanlarını açığa vurmamış olan mü'min erkeklerle mü'min kadınların varlığı idi. Mekke'deki imanlarını gizleyen Müslümanlar, Kureyşli kâfirlerden ayrılmadıkları için Mekke'nin fethi ertelenmiştir. Allah’ım, sana hamdederek başlıyoruz. İnsanlığa kurtuluş yolunu göstermesi için gönderdiğin Hz. Muhammed aleyhisselâm’a, onun temiz ailesine, güzide ashabına salât ve selâm gönderiyoruz.
Bizleri esâtîru’l-evvelîn’den yani bizden önceki câhil toplumların üstûre’lerinden, efsânelerinden, mitolojilerinden, menkıbelerinden, masallarından, hikâyelerinden, kıssalarından, ilim ve hikmetten yoksun satırlarından, yazdıklarından, çizdiklerinden, söylediklerinden, yaptıklarından, ferdî, ailevî ve sosyal değer yargılarından, geleneklerinden, âdetlerinden, alışkanlıklarından ve modalarından muhafaza eyle!
Ey kalpleri bir halden başka bir hale çekip çeviren Allah’ım! Kalplerimizi Dîn-i İslâm üzere sâbit kıl. Doğru yola ilettikten sonra, kalplerimizi bâtıl’a kaydırma! Bize katından rahmet bağışla; bizi ve bizden önce yaşamış tüm mü'min kardeşlerimizi mağfiret eyle. Allah’ım, sen affedicisin, affı seversin, bizleri de affet! Senin her şeye gücün yeter!
Bu yazımızda, Hz. Hızır’ın şu an itibariyle hayatta olup olmadığını, Allah’ın izniyle, açıklamaya çalışacağız. Doğrular Allah’tandır. Rabbim hepimizi doğrulardan kılsın. Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.
Salât ve selâm; Peygamberimiz aleyhisselâm’a, onun temiz ailesine, ashâbına ve kıyâmete kadar onun Sünnetine uyan Müslümanlara olsun.
Bu yazımızda, Allah’ın iznine bağlı olan şefaatin hak olduğunu, Tâ-Hâ: 109. Âyetin tefsîri ile açıklayacağız. Âyette geçen kelimelerin i'râblarına da yer vereceğiz. |
KATEGORİLER
04.10.2024Cuma
Son Yorumlar
misafir Good blog post. I certainly appre Oğuzhan Admin çok teşekkürler. İsmail Yüce ALLAH cc razı olsun sizden h Yusuf Semmak Ve aleyküm selâm kardeşim. Tâbi Bekir Yetginbal Canım kardeşim selamualeykum GÜN Bekir Yetginbal Ey Rabbim bu kulunun gayretlerini Mahmut Selamünaleykum Yusuf peygamberin Ufuk Çok güzel Şeyma Bu nadide soru ve cevapları için Ahmet Doyurucu bir yorum Teşekkürler Yusuf Semmak Son mısralar/dizeler hep "Lâm" ha Baraa Bence çoooook güzel bir site ali İlmî Arapça Sayfası http://www ali Faydalı Bir Maksud Programı http ali Faydalı Bir Emsile Programı http Yusuf Semmak BU DERSTE İŞLENEN BAŞLICA MEVZULA Derya Atan Ağzınıza, yüreğinize sağlık hocam Firdevs Sevgi inş güzeldit. misafir ⭐⭐⭐⭐& mustafa Abi çook teşekküür ederim Medine Cenetin kapısın geçmek istiyom Yusuf Semmak Namazda Salli-Bârik okurken, Peyg Yusuf Allah razı olsun hocam çok anlaşı Yusuf Semmak Saçınızı erkeğe kestirmediğiniz, Meryem Verdiğiniz bu bilgiler için çok t Yusuf Semmak + Ayrıca Hadîs'in açıklamasında d Yusuf Semmak Güzel bir yorum. Fakat biraz açık metin hadiste gecen Gölge Arsin gölgesi Rüya Çok teşekkür ederim Şule Çok teşekkürler sadullah demircioğlu abdullah bin mesud (r.a.) ‘’sakın Yusuf Semmak Bir kardeşimiz, selâmdan sonra; “ Yusuf Semmak EVET, YİNE SİGARA! Bugün piyas |