Araştırmacı, Yazar

ANASAYFA
BİZE ULAŞIN
AMACIMIZ
KUR'AN DİNLE
KİTAPLARIMIZ
DERS VİDEOLARI ARŞİVİ
NOT DEFTERİ
Bugün insanlık, cehennemî bir çukurun kenarında duruyor [2]… Başının üzerinde asılı duran yok oluş tehdidi yüzünden değil. Bu tehdit, hastalığın kendisi değil, hastalığın belirtisidir. Fakat asıl sebep, insanlığın “değerler” dünyasında iflas etmiş olmasıdır. Zaten, insan hayatının sağlam bir gelişmeyle gelişmesi ve sağlıklı bir ilerlemeyle ilerlemesi, o değerlerin gölgesinde mümkün olabilir. Bu durum, Batı dünyasında apaçık bir şekilde ortaya çıkmıştır. O Batı dünyası ki, yanında insanlığa verebileceği hiçbir “değer ölçüsü” kalmamıştır. Hatta, uyguladığı ‘demokratik düzenin’ iflasa benzer bir hale gelmesinden sonra, özvarlığını devam ettirmek için kendi vicdanını dahi ikna edebileceği bir şeyi kalmamıştır. Öyle ki, Batı toplumu yavaş yavaş Doğu bloğunun düzenlerini ve özellikle de “Sosyalizm” adı altında “ekonomik sistemlerini” ödünç almaya ve iktibas etmeye başlamıştır.


YOLDAKİ İŞÂRETLER’İN [1] “GİRİŞ” BÖLÜMÜNÜN TERCÜMESİ:

Bugün insanlık, cehennemî bir çukurun kenarında duruyor [2]... Başının üzerinde asılı duran yok oluş tehdidi yüzünden değil! Bu tehdit, hastalığın kendisi değil, hastalığın belirtisidir. Fakat asıl sebep, insanlığın “değerler” dünyasında iflâs etmiş olmasıdır. Zaten, insan hayatının sağlam bir gelişmeyle gelişmesi ve sağlıklı bir ilerlemeyle ilerlemesi, o değerlerin gölgesinde mümkün olabilir. Bu durum, Batı dünyasında apaçık bir şekilde ortaya çıkmıştır. O Batı dünyası ki, yanında insanlığa verebileceği hiçbir “değer ölçüsü” kalmamıştır. Hatta, uyguladığı ‘demokratik düzenin’ iflâsa benzer bir hâle gelmesinden sonra özvarlığını devam ettirmek için kendi vicdânını dahi ikna edebileceği bir şeyi kalmamıştır. Öyle ki, Batı toplumu yavaş yavaş Doğu bloğunun düzenlerini ve özellikle de “Sosyalizm” adı altında “ekonomik sistemlerini” ödünç almaya ve iktibâs etmeye başlamıştır.

Doğu bloğunda da durum aynıdır. Çünkü başta “Marksizm” olmak üzere bütün “Sosyalist Nazariyeler” önceleri bir inanç damgası taşıması itibâriyle gerek Doğu’da, gerekse Batı’da büyük bir kitleyi kendisine çekmesine rağmen, daha sonra düşünce planında açıkça geriye dönüş yaparak günümüzde neredeyse sistemin özünden hayli uzaklaşan bir devlet ve bu devletin kurumlarından ibâret bir hâle gelmiştir. Zaten, ‘Marksizm’ ve benzeri sistemler, genellikle insan fıtratının tabiatı ve gerekleriyle çatışır. Bundan dolayı bu sistemler ancak sindirilmiş toplumlarda veya uzun zamanlar zorba rejimlere alışmış toplumlarda gelişebilir. Tâ ki, bu çeşit toplumlarda iktisâdî-maddî başarısızlık görülmeye başladı. Ekonomi, bu toplumların üzerine kurulduğu ve kendisiyle övündüğü bir yöndür. Meselâ, sosyalist sistemlerin zirvesini temsîl eden Rusya’da, çarlar döneminde bile gelişen ‘tarım hayatı’ verimsizleşmiştir. Rusya, buğday ve gıda maddelerini dışarıdan ithal etmektedir. Ve yine Rusya, toplumsal arazilerin ve insan fıtratıyla çatışan düzenin başarısızlığı yüzünden bir miktar yiyecek elde etmek için yanındaki altınlarını satmaktadır.

O halde insanlığın yeni bir önderliğe ihtiyacı var!

Şüphesiz, Batı’lı adamın insanlık için önderliği son bulmak üzeredir. Bu durumun nedeni, Batı medeniyetinin maddî yönden iflâs etmesi veya iktisâdî ve askerî güç bakımından zayıflaması değil! Batı’lı adamın önderliğine imkân veren “değerler sistemine” sahip olmaması nedeniyle Batı sistemi devrini tamamlamıştır.

Bugün, insanlığın ulaşmış olduğu maddî medeniyetin bekâsını ve gelişmesini sağlayacak bir önderlik lâzımdır. Bu önderlik, Avrupa dehâsının ulaştığı maddî kalkınma yolundan giderek, insanların tanıdığı sistemlere kıyâsla ciddî, mükemmel ve yepyeni bir değer ölçüsüyle beslenmeli, müsbet, köklü ve aynı zamanda pratik bir metodla ortaya çıkmalıdır.

Söz konusu “değerler sistemine” ve metod’a sahip olan yegâne sistem İslâm’dır.

Artık "ilmi kalkınma" devrini tamamlamıştır. Bu devrin uyanışı, mîlâdî 16. asırda “Kalkınma Çağı” (Rönesans) ile başladı ve 18. ve 19. asırlar arasında zirvesine ulaştı. Artık yeni bir birikimi kalmamıştır.

Tıpkı bunun gibi, o dönemde ortaya çıkan “Devletçilik” ve “Irkçılık” ve coğrafyaya dayanan bütün gruplaşma akımları o asırlarda devrini tamamlamıştır. Onların da artık yeni bir birikimi kalmamıştır.

Daha sonra, ferdiyetçi ve toplumsal sistemler işin sonunda başarısızlığa uğramıştı.

Şüphesiz en zor, en şaşkın ve en huzursuz bir dönemde “İslâm” ve “Ümmet” devri gelmiştir artık. Yeryüzündeki maddî gelişmeye engel olmayan İslâm’ın devri... Zira İslâm, Allah’ın insanoğlunu yeryüzünde “halîfelikle” görevlendirdiği andan itibâren maddî gelişme göstermeyi insanın ilk görevi arasında sayar. Hatta maddî gelişme göstermeyi insan varlığının gayesini gerçekleştirmek için -özel şartlar altında- Allah’a ibâdet sayar.

“Hani Rabbin meleklere: ‘Şüphesiz ki Ben, yeryüzünde bir halîfe yaratacağım’ demişti.” (Bakara: 30)

“Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât: 56)

Allah’ın İslâm ümmetini seçip ortaya çıkarmakla irâde etiği amacın gerçekleşmesi için, İslâm ümmetinin devri gelmiştir artık.

“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüğe engel olur ve Allah’a iman edersiniz.” (Âl-i İmrân: 110)

“Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanlara şâhidler olasınız ve Rasûl de size şâhid olsun diye…” (Bakara: 143)

Fakat İslâm bir toplumda temsil edilmedikçe, yani bir ümmet tarafından temsîl edilmedikçe fonksiyonunu icrâ edemez. Çünkü insanlık, -özelikle bu zamanda- yaşanan hayatta pratik ispatını görmedikçe mücerret (soyut) bir inanç sistemine kulak vermez. Müslüman bir ümmetin varlığı uzun asırlardan beri yok kabul ediliyor. Çünkü Müslüman ümmet, eskiden içerisinde İslâm’ın yaşandığı bir “toprak parçası” olmadığı gibi, çağlardan bir çağ içerisinde ataları İslâm sistemi uyarınca yaşamış bir “kavim” de değildir. “Müslüman ümmet”; yaşam tarzları, düşünce yapıları, prensipleri, sosyal düzenleri, değer yargıları ve kriterleri bunların tamamı İslâm sisteminden kaynaklanan bir insan topluluğudur. Söz konusu özellikleri taşıyan bu ümmet, yeryüzünün her tarafında Allah’ın şerîatıyla hükmetmenin sona erdiği günden beri ortadan kalkmıştır.

Bundan dolayı İslâm’ın bir kere daha insanlığa önderliğiyle beklenen fonksiyonu icrâ etmesi için bu ümmetin varlığını yeniden sağlamak lâzımdır.

Ne İslâm’ın kendisi ve ne de İslâm’ın metoduyla ilgisi olmayan nesillerin kalıntıları, düşünce sistemlerinin kalıntıları, dış görünüş kalıntıları ve sosyal düzen kalıntıları tarafından örtülen bu ümmet için yeniden diriliş şarttır. “İslâm âlemi” (!!!) diye isimlendirilen böyle bir ümmetin var olduğu sanılmasına rağmen, ilk görev budur.

Biliyorum ki, “yeniden dirilişe” girişmekle “önderliği” teslîm alma devresi arasındaki mesâfe uzaktır. Çünkü “İslâm ümmeti” uzun yıllar, hem varlıklar dünyasından ve hem de gözle görülen dünyadan kaybolmuştur. Uzun yıllar boyunca insanlığın önderliğini; başka fikrî sistemler, başka milletler, başta dünya görüşleri ve başka hayat tarzları ellerinde tutmuştur. Bu dönemde Avrupa dehâsı "ilim", “kültür”, “sosyal sistem” ve “maddî üretim” alanında büyük bir birikim meydana getirmiştir. Bu, insanlığın zirvesinde bulunduğu büyük bir birikimdir. Günümüzde insanlık ne bu birikimden ve ne de onu temsil edenden kolay kolay vazgeçmek ister! Özellikle “İslâm âlemi” (!) diye isimlendirilen ve henüz bu özelliklerden mahrûm olan milletler için bu durumdan vazgeçmek mümkün değildir.

Fakat bütün bu değerlendirmelere rağmen, yeniden diriliş girişimi ile önderliği ele geçirme arasındaki mesâfe ne kadar uzak olursa olsun, İslâmî bir diriliş şarttır. İslâmî dirilişe girişmek vazgeçilmez ilk adımdır.

Durumun tamamen bilincinde olmamız için, bu ümmetin önderliğe lâyık yeteneklerini kesin bir şekilde idrâk etmemiz gerekir ki; yeniden dirilişe girişirken hangi unsurları göz önünde tutmamız gerektiği konusunda yanılgıya düşmeyelim.

Şüphesiz ki, bu ümmet şu anda insanlığa maddî gelişme alanında herkesi önünde boyun eğdirecek ve bu açıdan evrensel önderliğini kabul ettirecek olağanüstü bir üstünlük takdîm edecek güçte değildir. Çünkü Avrupa dehâsı onu bu alanda çok geride bırakmıştır. En az birkaç asır boyunca Avrupa dehâsına karşı bu ümmetten maddî üstünlük beklenemez!

O halde başka bir yetenek şarttır. Şu anki medeniyetin kaybettiği bir yetenek!

Şüphesiz bu sözler, maddî gelişmeyi ihmayl edeceğiz demek değildir. Gücümüzü bu alana sarf etmemiz görevimizdir. Fakat, içinde bulunduğumuz dönemde insanlığın önderliğine geçişimizi sağlayacak bir meziyet olduğu için değil, varoluşumuzun zarûrî bir gereği olarak ona yönelmek zorundayız. Aynı zamanda yeryüzünde halîfe olmak görevini insanın omuzlarına yükleyen ve insanın varoluş gayesini gerçekleştirdiği için maddî alanda gelişmeyi bazı şartlar altında Allah’a ibâdet sayan “İslâm düşüncesinin” bize zorunlu kıldığı bir görev olması vasfıyla da maddî gelişmeye önem vermeliyiz.

O halde insanlığa önder olabilmek için maddî gelişmelerin dışında başka bir meziyet gerekir. Bu meziyet, fıtratın ihtiyaçları ile birlikte maddî gelişmeleri de karşılayabilecek bir düşünce sisteminin gözetimi altında, insanlığa dâhiyâne maddî gelişmelerin sonuçlarını koruma imkânı veren “akîde” ve “metod”dan başka bir şey olamaz. Söz konusu bu akîde ve metod’un bir insan kitlesinde yani Müslüman bir toplumda temsil edilmesi gerekir.

Şüphesiz ki, bugün bütün dünya; hayatın temel prensiplerinin ve düzenlerinin kendisinden kaynaklandığı esas açısından bir câhiliyye dönemini yaşamaktadır. Öyle bir câhiliyye dönemi ki, şu muazzam maddi imkânlar ve mükemmel maddi gelişmeler onun zulmünden hiçbir şeyi hafifletmeye yetmiyor!

Bu câhiliyye, Allah’ın yeryüzündeki (otoritesine) ve ulûhiyyetin en belirgin özelliklerinden birisi olan “hâkimiyyet ilkesine” tecâvüz esasına dayanır. Bu câhiliyye sistemi, hâkimiyyeti insanlara dayandırarak, insanları birbirlerinin rableri konumuna getirmektedir. Fakat bunu, ilk câhiliyye sistemlerinde bilindiği gibi, ilkel ve basit şekilde yapmıyor. Günümüzde câhiliyye sistemleri bunu, hayat için Allah’ın belirlediği metod’dan ayrı ve Allah’ın izin vermediği konularda kavramlar, değer yargıları, kanunlar, prensipler, sistemler ve uygulamalar vazetme hakkını kendileri için iddia ederek gerçekleştirmektedir. Allah’ın otoritesine karşı girişilen bu tecâvüzden, Allah’ın kullarına saldırı ve tecâvüz doğuyor. Sosyalist sistemlerde genellikle insanın aşağılanması, Kapitalist sistemlerde ise, sermayenin baskısı ile fertlerin ve Emperyalizm (sömürgecilik)’in baskısı ile de milletlerin zulme ma'rûz kalması, Allah’ın hâkimiyyetine tecâvüz etmenin ve Allah’ın insan için belirlediği değeri inkâr etmenin neticesinden başka bir şey değildir!

Bu noktada İslâm’ın takip ettiği metod (diğer bütün beşerî sistemlerden) ayrılır. Çünkü İslâm sistemi dışındaki bütün sistemlerde çeşitli şekillerde insanlar birbirlerine kulluk ederler. Sadece İslâm’ın takip ettiği metod’da, tek Allah’a kulluk ederek, tek Allah’ın emirlerine uyarak ve sadece Allah’ın huzurunda boyun eğerek, bütün insanlar birbirlerine kulluk etmekten kurtulurlar.

İşte yolların ayrılış noktası... Ve işte bizim insanlığa sunabileceğimiz yepyeni bir düşünce sistemi. Bu sistem ve bu sistemden kaynaklanan bir çok derin, pratik hayat sonuçları, (bizim sahip olduğumuz), insanlığın sahip olmadığı bir hazinedir. Çünkü bu sistem, Batı medeniyetinin ve Doğu'su ile Batı'sı ile Avrupa dehâsının “bir ürünü” değildir.

Bizler -hiç şüphesiz- insanlığın tanımadığı ve ‘üretemeyeceği’ mükemmel, ciddî ve yepyeni bir değere sahip bulunuyoruz!

Fakat bu yepyeni değer, -daha önce de ifade ettiğimiz gibi- pratik bir hayatta temsîl edilmeli ve onu bir ümmet yaşamalıdır. Bu yepyeni değer, Müslümanların yaşadığı toprak parçasında, yeniden diriliş hamlesini gerektirmektedir. -Uzak veya yakın bir zaman sonra- yeniden diriliş merhalesini, insanlığın önderliğini ele geçirme merhalesi takip edecektir.

O halde İslâmî diriliş hamlesi nasıl başlayacaktır?

Şüphesiz ki, bu hamleyi gerçekleştirmeye kesin bir şekilde karar vermiş ve bu yolda yürüyen öncü bir cemâat gerekir. Bu öncü cemâat yeryüzünün her tarafında yaygın olan câhiliyye akımı karşısında ilerleyecektir. Bu yolculuk esnasında bir yandan bir nevi uzleti icrâ ederken, diğer taraftan da çevresini kuşatmış olan câhiliyye ile belirli bir ilişkiyi icrâ etmeye devam edecektir.

Böyle bir azimle yola girmeye kesin bir şekilde karar vermiş söz konusu öncü cemâat için; icrâ edeceği fonksiyonunun tabiatını, görevinin hakikatini, hedefinin belkemiğini, uzun yolculuktaki başlangıç noktasını ve yeryüzünün her tarafında yaygın olan câhiliyye karşısındaki takınacağı tavrın ne olduğunu kendisinden öğreneceği bir takım “Yoldaki İşâretler” [3] lâzımdır.

Bu öncü cemâat, insanlarla hangi noktalarda birleşip, hangi noktalarda ayrılacak? Kendisinin temel özellikleri ile çevresini kuşatmış olan câhiliyyenin temel özellikleri nelerdir? Câhiliyye ehline İslâm diliyle nasıl ve hangi konularında hitap edecektir? Ayrıca bu öncü cemâat, bütün bu konularda hangi kaynaktan ve nasıl bilgi alacağını da bilmelidir.

Söz konusu işâretler, akîdenin ilk kaynağı olan Kur’ân’a, Kur’ân’ın temel prensiplerine ve bir dönem Allah’ın yeryüzünde yapılmasını murâd ettiği şeylere vasıta olarak, bir defa tarihin seyir çizgisini Allah’ın yönelmesini dilediği tarafa çeviren o seçkin ve tertemiz vicdanlarda Kur’ân’ın meydana getirdiği düşünce sistemine dayanmalıdır.

İşte “Yoldaki İşâretleri” özlenen ve hasretle beklenen bu öncü cemâat için yazdım. Bu kitabın dört bölümü, kitabın konusuna uygun değişiklik ve ilâvelerle “Fî Zılâli'l Kur’ân” adlı eserimden alınmıştır. [4]

-“Giriş” bölümü dışındaki- sekiz bölümde, Kur’ân-ı Kerîm’de temsîl edilen Rabbânî metodla ilgili aralıksız incelemelerimin verdiği duygularla değişik zamanlarda kaleme alınmıştır. Bu bölümler ayrı ayrı olmalarına rağmen onları bir araya getiren ortak özellik, her yolun işâretlerindeki özellik gibi; yoldaki işâretler olmalarıdır. Bu bölümler “işâretlerin” ilk derlemesini temsîl etmektedir. Allah bana bu yolun işâretlerini gösterdikçe bunu bir veya birkaç derlemenin takip edeceğini ümit ediyorum!

Ve şüphesiz, başarı Allah’ın yardımı iledir.

Eserin Orijinal İsmi:

معالم فى الطريق

“Meâlimu Fi’t Tarîk"

Yazarı: Merhûm -İnşâAllah Şehîd- Seyyid Kutub

Tercüme Eden: Yusuf Semmak

Tercüme Tarihi: 1999

İlk Paylaşım Tarihi:

Facebook'ta: 8 Kasım 2012

Kişisel Sitemizde: 10 Aralık 2012

Okuyup Güncelleyip Son Paylaşım: 10 Kasım 2023

DİPNOTLAR:

[1] İslâm Şehîdi, Kur’ân Hâfızı, Kur’ân Müfessiri ve Eylem Eri olan Merhûm Seyyid Kutub’un bu eserini 17 Temmuz 1999/Cumartesi gününden itibâren (metni ve şerhi ile birlikte) okumaya başlayıp, birkaç ay içerisinde -Allah’ın izniyle- tamamladım. Bu mütâlaadan sonra da tercüme ettim. (Mütercim)

[2] Seyyid Kutub bu eserine çok dikkat çekici ve bir o kadar da ürpertici bir cümleyle başlamıştır:

تقف البشريّة اليوم على حافة الهاوية

“Bugün insanlık, cehennemî bir çukurun kenarında duruyor.”

Bu eser, ilk olarak Mısır'da 1964 yılında yayınlanmıştır ama bu tarihi bilmesek bile, “bugün” ifadesiyle hangi dönemin kastedildiğini anlamak o kadar da zor değildir. Çünkü -eserin genel muhtevâsından ve açıklamalarından da anlaşılacağı gibi- bu satırların müellifi, “bugün” ifadesiyle câhiliyye düzenlerinin yürürlükte olduğu tüm çağları kastetmektedir. “Cehennemî bir çukur” diye tercüme ettiğimiz حافة الهاوية kelimesinde de Kâria Sûresindeki Âyet'ten esinlenmiştir.

Bu terkîbin lügat anlamı “çukurun kenarı” demektir. “Hâviye” ise, Kur’ânî bir kavram olup, cehennemin isimlerinden birisidir. Bu nedenle biz de, müellifin duygu ve hissiyatında var olan mânâyı tercümeye yansıttık.

Seyyid Kutub için esin kaynağı olan o Âyetleri hatırlayalım: “Fakat kimin de tartıları hafif gelirse, artık onun anası (sığınağı) Hâviye’dir. Onun ne olduğunu sana bildiren nedir? O (hâviye), kızgın bir ateştir.” (Kâria: 8-11)

Bu satırlar ile insanın yaratılış amacına dikkat çekilerek câhilî bir hayat yaşayan ve câhiliyyenin düzenleriyle barışık olan kimseler cehennem azâbıyla korkutulmaktadır. Bu gibi kimseler, kaypak bir zemin üzerinde bulunmakta ve temelsiz iddiaları savunmaktadırlar. Ancak onlar farkına varmasalar da korkunç bir uçurumun kenarında huzur ve mutluluk aramaktadırlar. Bu hal üzere sonuçlanan bir yaşantının sonunda çok alevli bir cehennem ateşi (hâviye) onları beklemektedir! (Mütercim)

[3] Dünyanın her noktasına yönlendirici işâretlerin konulduğu bu yirminci yüzyılda insan dosdoğru yolu gösteren işâretleri nereden alacağına dikkat etmelidir!

Özellikle internetin de yaygınlaşmasıyla dünyanın küreselleştiği bu iletişim çağında. Yazılı, görsel ve işitsel medyanın pek çoğu şu an yığınları kıskacına alıp onlara Batı medeniyetinin ahlâk ve anlayışını, modasını ve yaşam tarzını empoze etmektedir. Peki, Allah’ın yolunun işâretlerini nereden öğreneceğiz? Allah’ın râzı olduğu ve sonunda cennet verdiği yol hangisidir?

Câhiliyyenin bütün ihtişâmıyla hüküm sürdüğü bu dönemde Müslümanlar, dış dünyaya kapılarını kapatmadan Kur’ân’a sımsıkı sarılıp onu anlamaya çalışmalıdır. Bu noktada Kur’ân’da bahsi geçen peygamberlerin davet konusundaki mücâdelelerinin çok iyi etüt edilmesi ve anlaşılması gerekmektedir. Hassâten, yaşayan Kur’ân olan Hz. Peygamber'in Sünnet'i ve Selef-i Sâlihîn’in hayatları Müslümanlarca hayatın ilk gündem maddelerinden birisi olmalıdır.

Rasûlullah’ın boyu-posu, güzelliği, kokusu ve şeceresinden ziyâde, asıl onun ahlâkı nasıldı? Nasıl bir hayat yaşadı? Kulluğunu nasıl icrâ etti? Ne tür eziyetlerle karşılaştı? Bir aile reisi, bir baba, bir öğretmen, bir devlet reisi, savaşta bir komutan olarak nasıl bir miras bıraktı bizlere? Sosyal ilişki anlayışı nasıldı? Nasıl ticâret yapardı? İşte bunlar aklımızı, zihnimizi ve gündemimizi meşgul etmelidir.

Ayrıca sahâbe, tâbiîn, tebe-i tâbiîn pratik yaşantılarıyla bizim için birer ilim ummânıdırlar. Susuzluğumuzu onların eserlerinden gidermeliyiz.

Her asırda Sâlih Selef'in izinde olan müctehid ve muhakkık âlimler de İslâm’a sokulmaya çalışılan bozuk inanç ve hurâfelerden dini tecdîd ederler (temizlerler/yenilerler), Müslümanların karşılaştıkları yeni problemler için de ictihâd ederek çözümler üretirler.

Allah, peygamber mirasçıları olan âlimlerden râzı olsun, onlara sevgimiz sebebiyle şefâatlerine bizleri lâyık kılsın. İslâm ulemâsının hayatımızdaki önemini anlama şuûrunu da hepimize kazandırsın.

Bir dönem “Lâ İlâhe İllallâh, Muhammedün Rasûlullâh” inancını hayatlarının ekseni yaparak her hususta Allah ve Rasûlünü söz sahibi kabul ettikleri için öncü ve örnek bir ümmet olan sahâbe nesli; bizlere göz kamaştırıcı güzellikte örnek bir çağ miras bıraktılar. Onlar, kalkınma ve çağ atlamayı zamanlarının süper güçleri olan Hristiyan Bizans Devletine ya da Mecûsî (ateşperest) Sa’sânî Devletine itâat etmek ve onları taklit etmek olarak görmediler. “Hızla değişen dünya düzeninde bu güçlü siyâsî ve ekonomik bloklardan birisinin tarafında olmalıyız; yoksa bertaraf oluruz” diye düşünmediler! Çünkü yalnızca maddî bakımdan ilerleyen ama Allah ve âhiret inancını arkalarına atan bir toplulukta örnek alınacak ve gıpta edilecek bir yön olmadığını o mübârek ve mücâhid insanlar çok iyi biliyorlardı. Onlar, fert olarak değil, bütün bir toplum olarak; hayatlarında karşılaştıkları ve karşılaşabilecekleri her hususta “Allahu ve Rasûluhu A’lem” (Allah ve Rasûlü en iyi bilendir) sözünü, değişmez ilke saymışlardı.

Biz de hangi çağda olursak olalım, teknoloji ve bilim ne kadar ilerlerse ilerlesin; gerek kitaplı, gerekse kitapsız küfür ehlinin kültürel ve toplumsal yaşam standartları bizi asla cezbetmemelidir.

Teknolojik veya ekonomik açıdan hayli ilerlemiş olan Batı ya da Doğu bloğu olan ülkelerin sadece bilim ve tekniğine tâlip olmalıyız. Bilinmeli ki, Tevhîd akîdesi temeline dayanmayan hiçbir ilerleme köklü ve kalıcı değildir. (Mütercim)

[4] “Kur’ân metodunun özelliği”, “İslâmi düşünce sistemi ve kültür”, “Allah yolunda cihâd”, “Müslüman toplumun doğuşu ve özellikleri”.

Bağlantı | kategori: TERCÜMELER | tarih: 10/12/2012 | Yorum(0) | Yorum yaz
YORUM YAZINIZ
İSMİNİZ

E-Posta (Gizli)

Web siteniz

Yorumunuz

Güvenlik kodu
30.03.2024Cumartesi
Son Konular .: NASİHATLER 17
.: 115- Ebu Hanife Hakkında | Yusuf Semmak
.: 114- Arapça Test Çözümleri – Tesniye'nin (İkilin) İ'rabı | Yusuf Semmak
.: 113- Kur’an Okuma ve Öğretme Karşılığında Ücret Almak, Ölüler için Kur’an Okumak ve Rukye Bahsi - PÇMO – 44
.: NASİHATLER 16
.: 112- Peygamberin Kabrini ve Diğer Kabirleri Ziyaret ve Ölülere Nelerin Fayda Vereceği - PÇMO – 43
.: Muhtelif Konularda Kısa Kısa - 7
.: 111- Kâfir Olarak Ölenlere, Dünyadaki İyi Amelleri Fayda Sağlamaz! | Yusuf Semmak
.: 110- Benim Babam da Senin Baban da Ateştedir! | Yusuf Semmak
.: 109- Hz. Ömer’in Hılâfeti Devrinde Bir Adamın Hz. Nebî'nin Kabrine Gelip Onunla Tevessül Etmesi – 42
.: 108- İman Edip Müslüman Olmak Tertemiz Bir Sayfa Açmaktır! | Yusuf Semmak
.: 107- Peygamberimizin Kabrini Ziyaret Meselesi – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 41
.: 106- Zamanın Önemi ve Su Gibi Akan Ömür! | Yusuf Semmak
.: 105- Mü’min Sabahlayıp Kafir Akşamlamak veya Mü’min Akşamlayıp Kafir Sabahlamak! | Yusuf Semmak
.: 104- Tarihte Putperestlik Nasıl Başladı? - Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 40
.: 103- Müslümana Sövmenin ve Onunla Savaşmanın Hükmü Nedir? | Yusuf Semmak
.: 102- Türbe ve Kabirleri Ziyaretin, Bid’at Olan Tevessülle İlişkisi – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 39
.: 101- Münafıkların Özellikleri Nelerdir? | Yusuf Semmak
.: 100- Müslümanı Tekfir Eden Kimsenin Durumu Nedir? | Yusuf Semmak
.: 99- Tevessülün Anlamı, Kısımları ve Bid’at Olan Tevessül – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 38
.: 98- Ehl-i Kıble Kime Denir? | Yusuf Semmak
.: 97- Hz. Yusuf’un Mısır’daki Konumu (3) – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 37
.: 96- Bir Mezhebe Uymak Zorunda mıyız? | Yusuf Semmak
.: 95- Hz. Yusuf’un Mısır’daki Konumu (2) – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 36
.: 94- Hz. Yûsuf’un Mısır’daki Konumu (1) – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 35
.: 93- Ru'yetullah (Allah'ın Görülmesi) Meselesi | Yusuf Semmak
.: 92- Allah’tan Başka Kanun Koyucu Yoktur! (2) - Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 34
.: 91- Allah’tan Başka Kanun Koyucu Yoktur! (1) – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 33
.: 90- Hz. İbrahim’in Nemrud’a, Babasına ve Kavmine Tebliği – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 32
.: 89- Allah ve Mahlukat İlişkisi – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 31
.: 88- O Büyük Mahkeme'de! (Şiir)
.: 87- İmanın Artıp Eksilmesi Meselesi ve Ehl-i Kıble Kimdir? – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 30
.: 86- Peygamberimiz İslam’a Davet Metodu – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 29
Son Yorumlar
İsmail
Yüce ALLAH cc razı olsun sizden h
Yusuf Semmak
Ve aleyküm selâm kardeşim. Tâbi
Bekir Yetginbal
Canım kardeşim selamualeykum GÜN
Bekir Yetginbal
Ey Rabbim bu kulunun gayretlerini
Mahmut
Selamünaleykum Yusuf peygamberin
Ufuk
Çok güzel
Şeyma
Bu nadide soru ve cevapları için
Ahmet
Doyurucu bir yorum Teşekkürler
Yusuf Semmak
Son mısralar/dizeler hep "Lâm" ha
Baraa
Bence çoooook güzel bir site
ali
İlmî Arapça Sayfası http://www
ali
Faydalı Bir Maksud Programı http
ali
Faydalı Bir Emsile Programı http
Yusuf Semmak
BU DERSTE İŞLENEN BAŞLICA MEVZULA
Derya Atan
Ağzınıza, yüreğinize sağlık hocam
Firdevs Sevgi
inş güzeldit.
misafir
⭐⭐⭐⭐&
mustafa
Abi çook teşekküür ederim
Medine
Cenetin kapısın geçmek istiyom
Yusuf Semmak
Namazda Salli-Bârik okurken, Peyg
Yusuf
Allah razı olsun hocam çok anlaşı
Yusuf Semmak
Saçınızı erkeğe kestirmediğiniz,
Meryem
Verdiğiniz bu bilgiler için çok t
Yusuf Semmak
+ Ayrıca Hadîs'in açıklamasında d
Yusuf Semmak
Güzel bir yorum. Fakat biraz açık
metin
hadiste gecen Gölge Arsin gölgesi
Rüya
Çok teşekkür ederim
Şule
Çok teşekkürler
sadullah demircioğlu
abdullah bin mesud (r.a.) ‘’sakın
Yusuf Semmak
Bir kardeşimiz, selâmdan sonra; “
Yusuf Semmak
EVET, YİNE SİGARA! Bugün piyas
İbrahim sarıtaş
Allahrazı olsun
Muhammet ****
Bizim din hocamız başınızı örtmek
© 2012 YUSUFSEMMAK.COM