![]() RÜYA İLE YOLLARA DÜŞMEK! Gusül edip, hâcet namazı kılan ve Allah’tan mürşidini görmek isteyen bir bayanın rüyasında, kendisine vahiy geldiğini söyleyen medyadan malum bir şahsı görmesi üzerine, gidip ondan tevbe alması ve onun mürîdesi olması meselesi hakkında uyarıcı cevaptır. Şeytânî Bir Rüya ile Yola Çıkmak: Allah’a hamdederek söze başlıyoruz… Meşru olmayan bir yoldan medet umanlar, o yolda şeytan ve dostlarından başkasını bulamazlar. Karşılarına çıkan o şahıs da, gerek uyanıkken, gerekse uyku halinde iken, onun sapmakta istekli olduğu dalâlet yollarından ya da dalâlet önderlerinden birisini ona fısıldar. Sonra da câhil sofu, gördüğü rüyayı "Rabbânî" sanır, gördüğü şahısları da evliyâ, eren, melek ya da peygamber zanneder... Bu şekilde sapmak isteyeni artık -Allah'tan başka- kimse doğru yola getiremez. Şeytan bu yöntemlerle nicelerine peygamberlik, mehdilik, mesihlik, Îsâ'lık, rasûllük, rasûl olmayan nebîlik, kutubluk, ğavslık ve mürşidlikler ilan ettirmiştir. Niceleri bu yollarda, şeytanlardan aldıkları vesveseleri "vahiy" sanmışlardır! Oysa şeytanın yaptığı, dostlarını ayartmaktan başka bir şey değildir. "Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için, kendi dostlarına telkinde bulunurlar (vahyederler)." (En'âm: 121) Şeytanın vahyi yani kışkırtması, saptırması, fısıldaması, yoldan çıkartması ancak kendi dostlarına tesir eder. Allah'ın dostlarına değil! "Şüphesiz ki, Benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin bir hâkimiyyetin (tasallutun, nüfuzun) yoktur. Azgınlardan sana uyanlar müstesnâ." (Hicr: 42) Şeytanları dost edinenler, sürekli uyurken ve uyanıkken şeytanlarla mesaî yaparlar. Şeytan ona bazen rüyasında çok sevdiği evliyâ (!) gibi, bazen kendi şeyhinin suretinde görünür. Ve ona Allah'ın haram kıldıklarını helâl kıldığını söyler. Bazı kimseleri "Allah dostu" gibi gösterir ve ona bağlanmasını söyler. Bir takım Âyetleri tahrîf ederek yorumlar; o kişi de bu rüyayı "Allah'tan bir işâret ve inâyet" sanır ve rüyasında duyduklarının "hakikat ilminden bir katre" olduğunu düşünür. Şeytanla görüşen o kimse, avamdan biriyse, rüyasında kendisine telkin edilen şeyhe bağlanır; zaten şeyh ise, mürîdlerine de bu sapıklıkları emreder. Şeytan çok kurnaz ve hileci olduğu için, o kişiye, bu sırları taşıyamazsa yani gereğiyle amel etmezse bir daha gelmeyeceğini de söyler. Sözde şeyh efendi, sırrı ifşâ etmekten korkar. Gördüklerini sır gibi saklar ve gereğiyle amel etmekten asla geri durmaz. Eğer rüyadaki telkinleri yapmazsa hakikat denizinden gelen damlaların bir anda kesileceğinden korkar! Sonra da şeytanın ağına yakalanan bu adam, şeytanın vesveselerini uygulayan ve uygulatan âdeta şeytanın bir şubesi gibi çalışır. “Şerîat - tarîkat – hakîkat” üçleminin arasında sıkışıp kalır. İkileme düşmek bile büyük sıkıntı iken, bunlar, üçlemde kalırlar. Her birisini gönülleyeyim derken, şeytanların nazları çekmek hepsinden fenadır. Bu durumlar, uyanıkken de yaşanır... Kendisine vahiy geldiğini, peygamberlik verildiğini, kitap yazdırıldığını, cebrail ile görüştüğünü, kendisine yazılı metinler indirildiğini, kendisinin Hz. Îsâ olduğunu, uykuda ya da uyanıkken Peygamberle görüşüp -kendisine şerîate aykırı ama hakikate uygun (!) sözler söylediğini- söyleyen/iddia eden kimselerin durumu budur! Tarihte şeytanın bu türden saptırmalarının örneklerine çok kereler şahit olunmuştur. Bir Hikâye: BU KONUDA BİR RİVÂYETİ AKTARMAK İSTERİZ. GERÇEKLEŞİP GERÇEKLEŞMEDİĞİNİ BİLMİYORUZ; AMA BAZI KİTAPLARDA BU KISSA İLE KARŞILAŞIYORUZ. BİZZAT YAŞANMAMIŞ OLSA DA, EN AZINDAN İBRET ALINACAK BİR HİKÂYEDİR. Bu olayın kahramanı, günümüzde mutasavvıf olarak bilinen hatta kendi adına tarikat dahi uydurulan bir İslâm âlimi Abdülkâdir Geylânî'dir. Onun zamanında, ne günümüzdeki şekliyle tasavvuf vardı, ne de tarikat denen fırkalaşmalar! Pek çok âlimin şehadetiyle o, muvahhid bir âlimdi, bid'atlerle ve hurafelerle alakası yoktu. Hikâyemize dönelim ve konumuzu bitirelim... Şeytanın aldatmak gayesiyle güzel bir surette görünmesi hâdisesi birçok kişinin başına gelmiştir. Bunlardan bazılarını Allah Teâlâ korumuş ve onlar karşılarında güzel surette duranın hakikatte şeytan olduğunu bilmişlerdir. İşte korunanlardan birisi de bugün itibariyle tarikat pîr'i gibi gösterilen, kendisi adına sayısız hurafeler uydurulan Abdülkâdir Geylânî'dir. Rivâyete göre, o diyor ki: "Bir defasında ibâdet ederken, büyük bir arş ve üzerinde bir nur gördüm. O nur bana: "Ey Abdülkâdir! Ben senin Rabbinim. Başkalarına haram kıldığım her şeyi sana helâl kıldım" dedi. Ben ona şöyle cevap verdim: "Sen kendisinden başka ilâh olmayan Allah'sın, öyle mi ?! Defol, ey Allah'ın düşmanı!" Bunun ardından o nur parçalandı ve karanlığa dönüşerek bana şunları dedi: "Ey Abdülkâdir! Benden, dinindeki ve ilmindeki fıkhınla ve sağlam kavrayışınla kurtuldun. Yoksa ben, bu şekilde, yetmiş kişiyi aldattım." (Yetmiş kişiden maksat; çokluktan kinaye olabilir. Bu durumda anlam; nice yetmiş kişileri aldattım, olur.) Daha sonra, kendisine, o nurun şeytan olduğunu nereden anladığı sorulduğunda da şöyle der: Bunu onun "başkalarına haram kıldığım her şeyi sana helâl kıldım" sözünden anladım. Çünkü biliyoruz ki, Muhammed aleyhisselâm'ın şerîatı, ne nesh olur, ne de değişir. Rabbimiz, Kur’ân'da "Allah'ın sözlerinde asla değişme yoktur" (Yûnus: 64) buyurmaktadır. Bir de şeytan bana: "Senin Rabbinim" dedi. "Ben, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'ım" demeye gücü yetmedi." Abdülkâdir Geylânî, karşısına cazibeli bir görünüşte çıkan şeytana aldanmadı. Ya, şeytanın, nur yüzlü, uzun sakallı, mübarek, tonton dedeler rollerinde karşısına çıktığı diğer insanlar ne yaptılar acaba? Öyle değil mi? Düşünmeye değer bir kıssa! Dikkat ederseniz, bu hikâyede, Abdülkâdir Geylânî, karşısındaki şeytanın o ihtişamlı görüntüsüne, tahtına ve yüksek voltajlı işığına rağmen aldanmıyor; onun saptırmalarından ilmiyle ve fıkhıyla korunuyor! Şeytanın saptırıcı sözlerine karşı sadece Kur’ân'a/vahye dayanıyor... Demek ki şeytanların saptırmak için söyledikleri; "şerîat zahirdir, önemli olan hakikattir. Hakikati ancak evliyâ denen zatlar bilir. Esas olan da hakikattir" diyerek şerîatı devre dışı bırakma çabaları bâtılların en büyüğü imiş!! Şeytan, insanların zihnine bu bâtıl önermeyi sokuşturduktan sonra, ikinci saptırıcı merhalesinde "evliyâ" denen kimselerle irtibata geçecektir. Onlara saptırıcı telkinlerde bulunacaktır; onlar da, belli bir kesimi bu sözlerin "hakikat" olduğu yalanıyla saptıracaklardır. Şeytanın dört koldan saldırması için, bir saptırıcı yetmez; birçok tarikatlar olmalıdır. Bir yolla, yöntemle saptıramadıklarını diğer yoldan saptırmalıdır!! İşte şeytanın, insanları saptırmak için karşılıklı menfaatlendiği bu dostlarına "evliyâu'ş şeytan" denir. Veli/evliyâ, velâ, velâyet kavramlarını anlayamayanlar; ne Allah'ın velilerini, ne de şeytanın velilerini tanıyabilirler! Allah korusun, bu cehâlet, pek çoklarını, İslâm'ın özünde, Allah ile kulları arasında "Allah'a yaklaştırıcı aracılar" sınıfı olduğu ümniyyesine/kuruntusuna iter! Bu kuruntu da, onları, "evliyâ" diye insanüstü bir sınıfın varlığına inanmalarına sevk eder! Sonuçta da, dinlerini Allah'tan almak ve öğrenmek yerine, şeyhlerinin ağızlarına bakar hale gelirler... İşte bu sonuç; büyük bir şirk'tir! Allah, açıkça Âyetlerinde bu şirkten kullarını sakındırmıştır! Bu saha, şeytanın mayınlarıyla kuşatılmış, i’tikâdî tehlikelerle örülmüş, tuzaklar bütünüdür! Öyle karmaşık bir sistemdir ki, bu sistemin her çarkı şeytanın istediği gibi işlemektedir. Şeytan, bir tırnak tutturabildiği yeri mesken seçer, o yerdekilerle ilgili daha büyük hedefler belirler ve oradakiler şirki terk edip Tevhid'e dönmedikçe asla oradan ayrılmaz. Kul, ne zaman Kur’ân'la, vahiyle, ilimle, zikirle, fikirle, fıkıhla ve ibâdetlerle meşgul olmaya başlarsa; şeytan artık ona tesir edecek gücünü kaybeder... BU KONUDA, UZUN UZUN ANLATILACAK ÇOK ŞEYLER OLMASINA RAĞMEN, SÖZÜ KISA TUTUYORUZ. RABBİMİZ BİR’İMİZİ BİN’LERE TEBDİL ETSİN; AYAKLARIMIZI, KALPLERİMİZİ, DİLİMİZİ BÂTILA KAYDIRMASIN! AÇIKLAMALAR, TEVHİD'İ KORUMA HASSASİYETİNİN BİR ÇABASI OLARAK GENEL VE MALUM OLAN İZAHATLARDIR. HAKKI BEYAN ETMEK, HAKKI İHKÂK ETMEK VE TEBLİĞ ETMEK; HEM İBADETTİR, HEM DE ZİKİRDİR. KUR’ÂN’A GÖRE; ŞEYTAN VE ONUN DOSTLARI (EVLİYÂU’Ş ŞEYTAN)… Bu konuda bazı Âyetleri zikredelim. İnsanların ve cinlerin yaratılış amacı; yalnızca Allah’a iman edip O’na kulluk etmeleridir: “Ben cinleri de insanları da ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât: 56) İblis, Allah’ın emrine karşı çıktı ve kâfirlerden oldu: “Hani Biz meleklere: ‘Âdem’e secde edin!’ demiştik de, -İblis dışında- hemen secde ettiler. O dayattı, kibirlendi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara: 34) İblis, Cinn’lerdendir. İblis’i ve onun soyunu veliler edinmeyiniz: “Hani Biz meleklere: ‘Âdem’e secde edin!’ demiştik de İblis’ten başkası derhal secde etmişlerdi. O ise, Cinn’lerden olduğu için, Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. O halde (ey Âdemoğulları!) onlar sizin düşmanınızken, siz Beni bırakıp da onu ve onun soyunu veliler mi ediniyorsunuz? Zâlimlerin ne kötü değiş tokuşudur bu!” (Kehf: 50) Şeytan sizin düşmanınızdır; o halde siz de onu düşman bilin... “Şüphesiz şeytan sizin bir düşmanınızdır. O halde siz de onu düşman tutun. O, kendi taraftarlarını, ancak alevli ateşin halkından olsunlar diye davet eder.” (Fâtır: 6) İblis, insanlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulmaktadır: “(İblis) dedi ki: ‘Beni azgınlığa ittiğin için, ben de andolsun, Senin doğru yolunda onlara engel olacağım. Sonra andolsun, önlerinden, arkalarından, sağlarından, solarından onlara sokulacağım. Böylece çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın’ ” (A’râf: 16, 17) Şeytan, insanların fıtratlarını bozacak ve onları olmadık kuruntuların peşine takacaktır: “Andolsun, onları mutlaka saptıracağım, olmayacak kuruntulara boğacağım. Andolsun, onlara hayvanların kulaklarını yarmalarını emredeceğim. Ve yine onlara Allah’ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim. Kim Allah’ı bırakır da şeytanı veli edinirse şüphesiz o, apaçık bir zarara uğramış olur. (Şeytan) onlara vaadlerde bulunur, olmayacak kuruntulara düşürür. Oysa şeytan onlara kendilerini aldatmaktan başka bir şey va’d etmez. İşte onların barınakları cehennemdir. Oradan kaçacak bir yer de bulamayacaklardır.” (Nisâ: 119, 120, 121) Her kim, Rahmân’ın Zikrinden yüz çevirirse, Allah ona bir şeytanı musallat kılar; o da kendisini hidâyette sanır: “Kim, Rahmân’ın Zikrini görmezlikten gelirse, Biz ona bir şeytanı musallat ederiz. Artık bu, onun ayrılmaz bir arkadaşıdır. Muhakkak bunlar, onları (doğru) yoldan alıkoyarlar ve onlar da kendilerinin hidâyette olduklarını sanırlar.” (Zuhruf: 36, 37) Şeytan en kötü arkadaştır! “…Şeytan kime arkadaş olursa, o, ne kötü bir arkadaştır!” (Nisâ: 38) Şeytan, kendisini dost edinen herkesi mutlaka saptırır: “İnsanların bazısı Allah hakkında bilgisizce tartışır ve azgın her şeytana uyar. Onun hakkında şu yazılmıştır: ‘O, kendisini dost edinen herkesi mutlaka saptırır ve onu alevli ateş azabına götürür.’ ” (Hacc: 3, 4) Şeytanlar, her yalancı günahkârların üzerine inerler: “Size şeytanların kimin üzerine indiğini haber vereyim mi? Her yalancı günahkâr üzerine inerler. Onlar (şeytanın yalanlarına) kulak verirler ve onların çoğu yalan söylerler.” (Şuarâ: 221, 222, 223) Allah, şeytanları, kâfirlerin üzerine gönderir: “Bilmez misin ki Biz, şeytanları kâfirler üzerine salarız da, onları alabildiğine (isyana) teşvik ederler.” (Meryem: 83) Şeytanlar, iman etmeyenlerin velileridir: “…Biz şeytanları, iman etmeyenlerin velileri kıldık.” (A’râf: 27) Şeytanlar, -iman edenlerle mücadele etsinler diye- kendi dostlarına fısıldarlar: “Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için, kendi dostlarına telkinde bulunurlar.” (En’âm: 121) Şeytanın zorlayıcı gücü, nüfuzu ve etkisi ancak müşrik olan kendi dostları üzerindedir: “Onun (şeytanın) hâkimiyeti ancak kendisini dost edinip de onu Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.” (Nahl: 100) Şeytan ancak kendi dostlarını korkutur: “Bu şeytandır, ancak kendi dostlarını korkutur. Eğer gerçek mü’minler iseniz, onlardan korkmayın, Benden korkun.” (Âl-i İmrân: 175) Bu Âyete, “İşte bu şeytandır. Sizi kendi dostlarıyla korkutur” şeklinde de anlam verebiliriz. Şeytan, insanlara, kötü amellerini süslü göstererek saptırır: “…Şeytan onlara amellerini süslü göstermiş ve onları doğru yoldan alıkoymuştur. Onun için onlar, doğru yola gelemiyorlar.” (Neml: 24) Allah’ın vaadi gerçekleşip cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme gidince; şeytan konuşuyor… Şeytanın itirafları: “İş olup bitince şeytan da der ki: ‘Doğrusu Allah’ın size verdiği söz gerçekleşti. Ben de size vaatte bulunmuştum, ama size verdiğim sözde durmadım. Zaten benim, sizin üzerinizde hiçbir nüfuzum yoktu. Yalnız ben sizi çağırdım, siz de çağrımı kabul ettiniz. O halde beni kınamayınız, bilâkis kendinizi kınayınız. Artık ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Esasen ben daha önce beni (Allah’a) ortak tutmanızı da kesinlikle kabul etmemiştim. Gerçek şu ki, zâlimler için can yakıcı bir azap vardır.’ ” (İbrâhîm: 22) Bu Âyette, şeytanlara, liderlere, azîzlere, evliyâ denen zatlara ve yöneticilere körü körüne itaat eden kimselere yönelik uyarı vardır. Yani bugün peşlerine düştüğünüz liderlerin, hâkimlerin, azîzlerin ya da dini önderlerin hangi istikamette gittiklerine ve sizi hangi âkibete sürüklediklerine dikkat ediniz, demektir. Bu Âyet; “Biz yeryüzünde mustaz’af (zayıf bırakılmış) kimseler idik” (Nisâ: 97) diyerek, zâlimlere boyun eğip onlara itaat eden kimselerin, kıyamet gününde mazeretlerinin geçersiz olacağına dair kesin ve açık bir delildir… Şeytana uyanlar, âhirette şeytanı suçladıkları zaman, şeytan suçunu kabul edecektir. “Hiç şüphesiz ki Allah’ın size verdiği söz gerçekleşti. Ben de size vaatte bulunmuştum, ama verdiğim sözde durmadım” (İbrâhim: 22) diyecektir. Sonuçta; küfre sapanlar da, saptıranlar da, ebediyyen azap görmek üzere cehenneme mahkûm olacaklardır… Allah’ın huzurunda, âkibetlerin en kötüsü olan bu duruma düşmemek için, dünyada arkadaşların en kötüsü olan şeytan ve onun dostlarından uzak durmak gerekir. Müşrikler, Allah ile kendileri arasına “Allah’a yaklaştırıcı aracılar” koyarlar; kendileri için “şefaatçiler” edinirler, onlara kulluk ederler ve onların, Allah katında şefaatlerini umarlar: “Allah’a iftirâ ederek yalan uydurandan yahut Âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki günahkârlar iflâh olmazlar. Onlar, Allah’ı bırakıp kendilerine ne bir zarar, ne de bir fayda vermeyecek olan şeylere taparlar. Bir de: ‘Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’ derler. De ki: ‘Siz Allah’a göklerde ve yerde bilmeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?’ Hâşâ, O, ortak tutmakta oldukları her şeyden münezzeh ve yücedir.” (Yûnus: 17, 18) Müşrikler, taptıkları aracıların kendilerini Allah'a yaklaştırıcı olduklarını söylerler: “Uyanık olun, hâlis olan din yalnız Allah’ındır. O’ndan başka veli (dost, ilâh)lar edinenler: ‘Biz bunlara, ancak bizleri Allah’a yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz’ (derler). Muhakkak Allah ihtilâf edip durdukları şeyler hakkında aralarında hüküm verecektir. Şüphe yok ki Allah, yalan söyleyen, kâfir olan hiçbir kimseye hidâyet vermez.” (Zümer: 3) Bu Âyette Rabbimiz, temelde şu iki gerçeği emretmektedir: “Allah’a ibâdet edin” ve “dini yalnız Allah’a hâlis kılarak, O’na kulluk edin.” Rabbimiz, kendisine ibâdet etmemizi emreder; zira ibâdet ancak Allah’ın hakkıdır. Dini Allah’a hâlis kılmak ise, yalnızca O’na itaat etmekle beraber, O’ndan başkalarına itaat etmemektir. Yani yalnızca Allah’ın koyduğu kurallara uymak, onun hükümlerine tâbi olup, yasaklarından sakınmak; Allah’tan başkasını ma’bûd kabul etmemek demektir. Dini Allah’a hâlis kılmayanlar, kendilerine, Allah dışında ibâdet ve itaat mercileri bulurlar. Böylece bir takım şefaatçilere ve aracılara kulluk ederler. Allah, kendisine ibâdet edilmekle birlikte, başkalarına da ibâdet edilmesinden razı değildir. Bu, şirk’tir. Her ne şekilde olursa olsun, Allah’a ait bir takım sıfatları bazı mahlûkâta vermek ve Allah’la beraber onlara da kulluk etmek şirk’tir. “Hâlbuki onlar, dini yalnızca O’na hâlis kılan muvahhidler olarak sadece Allah’a kulluk etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından ve zekâtı vermelerinden başkasıyla emrolunmamışlardı. İşte en doğru din budur!” (Beyyine: 5) Bu Âyette doğru ve sahîh olan dinin tarifi vardır: Her durumda ihlâs ile Allah’a itaat etmek. O’na, ibâdette hiçbir şeyi ortak koşmamak. Her hususta O’nun hükmüne teslim olmak. Namazı dosdoğru kılmak. Zekatı vermek. Namaz ve zekat ibâdetleri bedenî ve mâlî ibâdetler olarak çok önemlidirler. Pek çok Âyetlerde bu ibâdetler, mükerreren zikredilir ki, iman edenler bu iki önemli farîza’da gevşeklik göstermesinler… Rüya Konusunda Birkaç Söz: Sonuç olarak; rüya konusunu, “Rahmânî”, “şeytânî” ve “psikolojik” ana başlıklarında taksim etmek mümkündür. Avam, bu taksimatı yapamaz. Rüyanın şeytandan rahatsızlık veren bir kışkırtma mı, yoksa Rabbimizden bir müjde mi olduğunu tefrik edemez. Bazı rüyalar da, kişinin kendi psikolojisi, kişiliği ve yaşadıklarıyla alakalı olan ve kafasını meşgul eden olaylardan kaynaklanan karmaşık görüntüler olabilir. Bunları birbirinden ayıracak kimselerde ilim, fıkıh, hikmet, te’vîlü’l ehâdîs ve takvâ gibi sıfatların bulunması gerekir. Rüya te’vîl etmek de bir tür ilimdir. Hz. Yûsuf aleyhisselâm’a bu ilim verilmişti. Hadîslerde geçtiğine göre; rüya nübüvvetten bir cüzdür. Güzel rüyalarımızı sevdiklerimizle paylaşmak Sünnettir. Kötü rüyaları hayra yormak ve o rüyanın kötülüğünden ve şeytanın amelinden dolayı Allah’a sığınmak gerekir. Özellikle bizi tanıyan dostlarımızla güzel rüyalarımızı paylaşırsak, o kimseler bizim psikolojimizi, kişiliğimizi ve nasıl bir insan olduğumuzu bildikleri için, gördüğümüz rüyalardaki psikolojik faktörleri, Rahmânî ve şeytânî olanlardan hemen ayırt edebilecektir. Zaten ilim sahibi olan kimseler, Rahmânî ve şeytânî rüyaları zahiren birbirinden rahatlıkla ayırt edebilirler. Bazı zahirî görüntülerin altında gizli manalar ve mesajlar varsa da, rüyanın genelindeki bütünlük ve karîneleri dikkate alarak, o kavramlara da güzel yorumlar getirirler. Rüya konusunda, Hadîsler çerçevesinde çok şeyler söylemek mümkündür. Ama konumuz bu olmadığı için bu kadar açıklama ile yetiniyoruz. Ehli Sünnet akîdesine göre; rüya, ilhâm ve keşf dînî delillerden değildir. İslâm’da bağlayıcı deliller arasında rüya, ilhâm ve keşf bulunmamaktadır. Bunları dikkate alarak hüküm vermek caiz değildir. Bu üç yolla bazı şeyler gören ve hisseden kimselerin, o gördükleri şeylere insanları davet edemez. Bazı bid’at fırkalarında mürşidlerin rüyaları, ilhâmları ve keşifleri delil gibi telakkî edilmekte ve mürîdler tarafından dikkate alınmakta ve uygulanmaktadır. Bu uygulamanın kaynağı İslâm değildir! Rüya vb şeylerde bağlayıcılık ve amel etme vücûbiyeti yoktur. Fakat rüya gören kimsenin gördüğü rüya, İslâm Şerîatına uygun ise, o rüyanın Rahmânî bir müjde ve İlâhî bir rahmet olması mümkün ve muhtemel olduğu için, rüyayı gören kimsenin bizzat kendisi gördüğü rüya ile amel edebilir. Ya da rüyasındaki ikazları dikkate alarak hareket edebilir. Zaten bu davranışıyla da, İslâm’a aykırı hareket etmemiş olmaktadır. Bu davranış şekli, İslâm’ın mubah kıldığı daire ile sınırlı olmaktadır ve Allah’ın sınırları çiğnenmemektedir. Şu noktayı da belirtelim. Selefin belirttiğine göre; rüya, ilhâm ve keşf gibi mânevî hallerin çoğuna şeytan sirayet etmektedir. Bu nedenle bu hallere, şeytanın devamlı karıştığını ve insanları saptırmak için fırsat kolladığını unutmayalım. Bu konuda vasat bir yol tutmak; ifrat ve tefritten sakınmak gerekir. Bütün bu söylenenlerin yanında, sâlih rüya ve ilhâm, Allah’ın sâlih kullarına lütfettiği bir ikrâmıdır. Hadîslerde geçtiğine göre, kıyamet yaklaştıkça mü’minlerin rüyasının yalan çıkmayacağı bildirilir. “Zaman yaklaştıkça mü’minin rüyası neredeyse yalan söylemez. Çünkü mü’minin rüyası, nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür. Nübüvvetten cüz olan şey ise yalan olmaz.”(Buhârî, Kitâbu’t Ta’bîr, 26) Fâsıkların rüyaları ise, Yûsuf: 44’de zikredildiği gibi, genellikle “Edğâsü Ahlâm” yani karışık, karmaşık ve anlamsız türden rüyalardır. Rüya tabiri konusunda, herkese rüya anlatıp yorumlamasını istememek gerekir. İlimsizce konuşan insanlar, yaptıkları yorumlarla, rüya sahibine zarar verebilirler, psikolojilerini bozabilirler… Konumuzun özü mesabesindeki uyarımız ile bitirelim. Kur’ân ve Sünnete aykırı olan rüyalar, Allah tarafından değildir. Ve Kur’ân Âyetlerine zıt olan rüyalar; ya şeytandandır ya da kişilerin karakteristik yapılarının ve bilinçaltlarındaki kayıtların uyku esnasında görüntüye dönüşmesinden ibarettir. Bu tür rüyalar ile –bâtınî bir mesajı olabileceği düşüncesiyle- amel etmek haram olur! Çünkü bu durumda, Allah’ın yasakladığı sınırlar çiğnenmiş olmaktadır… Yusuf Semmak |
KATEGORİLER
21.05.2025Çarşamba
Son Yorumlar
Yusuf Semmak 🔸 Rabbimiz, yolunu kaybed Yusuf Semmak Kadr Gecesi sebebiyle duâ ediyoru Yusuf Semmak Rabbimiz kalan ömrümüzü geçen ömr Yusuf Semmak ☝️ "Tâğûta ibâdet et Yusuf Semmak ✍ Sıla-i rahmin ömrü ve rız Yusuf Semmak BUNLAR HİÇ EŞİT OLUR MU?! 1- " Yusuf Semmak Arkadaşlar, videoyu paylaşalım! Yusuf Semmak Bu konuda üç Âyet-i Kerîme zikred misafir Thankks forr sharing your thought Oğuzhan Admin çok teşekkürler. İsmail Yüce ALLAH cc razı olsun sizden h Yusuf Semmak Ve aleyküm selâm kardeşim. Tâbi Bekir Yetginbal Canım kardeşim selamualeykum GÜN Bekir Yetginbal Ey Rabbim bu kulunun gayretlerini Mahmut Selamünaleykum Yusuf peygamberin Ufuk Çok güzel Şeyma Bu nadide soru ve cevapları için Ahmet Doyurucu bir yorum Teşekkürler Yusuf Semmak Son mısralar/dizeler hep "Lâm" ha Baraa Bence çoooook güzel bir site ali İlmî Arapça Sayfası http://www ali Faydalı Bir Maksud Programı http ali Faydalı Bir Emsile Programı http Yusuf Semmak BU DERSTE İŞLENEN BAŞLICA MEVZULA Derya Atan Ağzınıza, yüreğinize sağlık hocam Firdevs Sevgi inş güzeldit. misafir ⭐⭐⭐⭐& mustafa Abi çook teşekküür ederim Medine Cenetin kapısın geçmek istiyom Yusuf Semmak Namazda Salli-Bârik okurken, Peyg Yusuf Allah razı olsun hocam çok anlaşı Yusuf Semmak Saçınızı erkeğe kestirmediğiniz, Meryem Verdiğiniz bu bilgiler için çok t |