Araştırmacı, Yazar

ANASAYFA
BİZE ULAŞIN
AMACIMIZ
KUR'AN DİNLE
KİTAPLARIMIZ
DERS VİDEOLARI ARŞİVİ
NOT DEFTERİ
Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah’adır. Salât ve selâm; Peygamberimiz aleyhisselâm’a, onun temiz ailesine, ashâbına ve kıyâmete kadar onun Sünnetine uyan Müslümanlara olsun. Bu yazımızda, Allah’ın iznine bağlı olan şefaatin hak olduğunu, Tâ-Hâ: 109. Âyetin tefsîri ile açıklayacağız. Âyette geçen kelimelerin i'râblarına da yer vereceğiz.

 

TÂ-HÂ: 109. ÂYETİN İ’RÂBI VE TEFSİRİ

(ŞEFAAT KONUSU)

Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.

Salât ve selâm; Peygamberimiz aleyhisselâm’a, onun temiz ailesine, ashâbına ve kıyâmete kadar onun Sünnetine uyan Müslümanlara olsun.

Bu yazımızda, Allah’ın iznine bağlı olan şefaatin hak olduğunu, Tâ-Hâ: 109. Âyetin tefsîri ile açıklayacağız. Âyette geçen kelimelerin i'râblarına da yer vereceğiz. 
Rabbimiz, şefaat konusunda şöyle buyurmaktadır:

يَوْمَئِذٍ لاَ تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلاَّ مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً

(Tâ-Hâ: 109) 
Âyetin, tek tek kelimelerinden hareketle açıklamalar yapalım:

يَوْمَئِذٍ : “O gün, o günde (kıyâmet gününde)”

لاَ تَنفَعُ : “Fayda vermez”

الشَّفَاعَةُ : “Şefaat”

Burada dikkat çekilmesi gereken önemli bir husus vardır. Rabbimiz, fayda vermeyecek olan şefaatten bahsederken, ma’rife (özel isim) kullanmıştır; nekre (cins isim) kullanmamıştır. Nekre isimler, umûm’a yani genel’e delâlet ederken, ma’rife isimler, bazı özellikleri taşıyan, belli bir takım varlıklara şâmildirler. Allah Teâlâ burada, reddedilecek şefaatlerin varlığını açıklarken, kabul edilecek şefaatin de mahiyetini bize bildirmektedir.

Bu Âyetin tamamen anlaşılmasını sağlayacak özlü bir takım açıklamalar yapacağız.

إِلاَّ : İstisnâ edatıdır ve “-den başka, yalnız, sadece, ancak, hariç, müstesnâ” gibi anlamlar verilebilir. Cümlede, bunlardan birisiyle Türkçeleştirilir.

مَنْ Bu kelime hem müfred (tekil)e, hem de cem’ (çoğul)a şâmildir. Yani tekil ve çoğul anlamlar verilebilir.

Âyetin i’râbına göre bu kelimeye, iki türlü motamot anlam verilebilir. Birisi “kimseye, kimselere”, diğeri ise “kimsenin…, kimselerin…” şeklindedir. İkinci takdîre göre, noktalı yerlere “…şefaat’i” kelimesi gelmektedir.

Bu noktada bazı açıklamalar yapalım.

Bu Âyetin i’râb yönünden, iki türlü anlaşılmasını sağlayan ilmî boyutlara temas edelim.

مَنْ edatı, لاَ تَنفَعُ kelimesinin mef’ûlün bih’i olabilir.

Bu durumda mana; “O günde şefaat fayda vermez; yalnızca Rahmân’ın kendisi için izin verdiği ve sözünden râzı olduğu kimseye (şefaat) fayda verir” şeklinde anlam verilir.

مَنْ kelimesini nasb mahallinde değil de, ref’ mahallinde takdîr etsek; bu durumda مَنْ kelimesine bedel deriz. El-mübdelu minhu da merfû’ olan الشَّفَاعَةُ kelimesidir. Bu takdîrde, muzâf yani “şefaat” kelimesi hazfedilir.

Bu açıklamalarımızın açılımını verelim:

مَنْ  kelimesi, merfû’ olan الشَّفَاعَةُ kelimesinden bedel olunca, Âyetin takdîri şu şekilde olur:

يَوْمَئِذٍ لاَ تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ إلاَّ شَفَاعَةُ مَنْ أذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِىَ لَهُ قَوْلاً

Âyeti şöyle Türkçe’ye çeviririz:

“O günde şefaat fayda vermez; ancak Rahmân’ın kendisine izin verdiği ve sözünden râzı olduğu kimsenin şefaati müstesnâ.”

Yani; “O günde, Rahmân’ın izin vereceği ve kendisinden râzı olacağı kimseninki dışında, şefaat fayda vermez.”

Görüldüğü gibi; bu Âyette, مَنْ kelimesinin i’râbına göre, iki türlü anlam vermek mümkündür.

مَنْ kelimesi üzerinde ayrıntılı açıklama gerektiği için, detaya girdik. Âyetin diğer kelimelerini de kısaca tanımaya devam edelim.

أَذِنَ : “İzin verdi.” Mâzî fiildir, fetha üzere mebnidir. Gelecek zaman anlamıyla da çevrilebilir. Bu tür kelimelere lafzan (lafız olarak) “mâzî”, manen (mana bakımından) “istikbâl” denir.

لَهُ : “Kendisi için, ona.” Cârr ve mecrûr’dan oluşur. أَذِنَ fiiline müteallık (bağlı)dır.

الرَّحْمَنُ :  أَذِنَ fiilinin fâili (öznesi)dir, merfû’dur.

و : Atıf vâv’ıdır ki, kendisinden sonraki cümleyi öncekine bağlamıştır. İ’râbı, aynen üzerine atfedilen cümle gibidir.

Önceki cümle:  أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ ma’tûfun aleyh olur.

رَضِيَ : “Râzı oldu.” Fâili, müstetirun fîh yani kendi içinde gizlidir; takdîri  هُوَ müfred-müzekker-gâib zamiridir.

 هُوَ zamiri, الرَّحْمَنُ kelimesine döner; اللهُ سُبْحَانَهُ demektir.  

لَهُ : "Kendisi için, ona." Cârr ve mecrûr’dan oluşur ve  رَضِيَ fiiline müteallık’tır.

قَوْلاً : “Sözce, söz bakımından.”  رَضِيَ fiilinin, mef’ûlün bih’idir. 

Rabbimiz, Bakara: 255. Âyette şöyle buyurmaktadır:

O’nun izni olmaksızın O’nun katında kim şefaat edebilir?”

Başka bir Âyette ise şöyle buyurur:

“Onların önündekini de arkalarındakini de bilir. O’nun râzı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler. Onlar, O’nun korkusundan titrerler.” (Enbiyâ: 28)

Bu konuda başka Âyetler de vardır. Biz, bu kadarla, iktifa ediyoruz.

Bu açıklamalardan sonra şunları söyleyebiliriz:

O korkunç günde, şefaat hiçbir kimseye fayda vermez. Ancak Rahmân’ın şefaat etmesi hususunda kendilerine izin verdiği ve şefaat ettiğinde de kendilerinden râzı olacağı kimselerin şefaati müstesnâdır. Şefaat izni verilecek olan kimseler, dünyada yaşarken de, Lâ İlâhe İllallâh’a uygun bir hayat yaşayan Tevhîd ehli kullardır. Şefaat aynı zamanda, Allah’ın kendilerinden râzı olması nedeniyle lehlerinde şefaat izni verilen kimselere de fayda sağlayacaktır. Yani şefaat edecek kimseler de, şefaat edilecek kimseler de, Allah’ın kendilerinden râzı olduğu ve kendi lehlerinde şefaat izni verdiği kimseler olacaktır. Yoksa şefaat, -hâşâ- Allah’ın râzı olmadığı kulların kurtarılması anlamında değildir. Ayrıca şefaat edenler de, bu hususta keyfî davranmayacaklardır. Hak etmeyenlere şefaat etmek gibi! Mana bakımından mütevâtir seviyesine ulaşan Hadîslere göre, Peygamberimizin şefaati muhakkaktır. Bunun dışında, imtihan olan Allah’ın kulları hakkında “falan kişi, şefaat edecektir” diye belirleme yapılması mümkün değildir! Şefaat edeceği de, şefaat edileceği de ancak Allah bilir, belirler. Bizler, ne şefaat edeceğimizi, ne de bize şefaat edileceğini biliriz. Sadece Allah’ın, kendilerine şefaat izni vereceği, başta Peygamberimiz olmak üzere, Peygamberler, âlimler, şehîdler, sâlihler gibi insanların şefaatini, yine Allah’tan talep edebiliriz. Ehl-i Sünnet ulemâsı, Rasûlullah’ın şefaat-i uzmâ’sı (büyük şefaati) bulunduğu halde, şefaati ondan istemeyi caiz görmemişlerdir. Zira şefaat, yalnız Allah’ın irâdesine bağlıdır. “Şefaat yâ Rasûlallah!” diyerek Peygamberimize yönelemeyiz. Peygamberimizin şefaatini Allah’tan dileriz. Tevhîd ehlinin ma’lûmudur ki, mutlak irâde ve hüküm sahibi olan ancak Allah Sübhânehu ve Teâlâ’dır. O’nun hüküm ve irâdesine müdâhale edip, O’nun huzurunda söz söyleyecek bir zat yoktur. Allah, her şeyin yaratıcısıdır ve yarattıklarının irâde ve hükmüne muhtaç değildir. Şefaat meselesinde mutlak söz sahibinin Allah olduğunu unutmamak gerekir. Şu bilinmeli ki, kim şefaat edecekse ve kime şefaat edilecekse; bütün bunlar, Allah’ın dilemesiyle olacaktır. Ve asla da şirk koşanlar hakkında hiçbir kimse şefaat edemeyecektir.

Peygamberimiz, Havzının başında beklerken, o esnada bir takım adamlar görür, onlara elini uzatır ama o kişiler Peygamberimizden uzaklaştırılır. Yüce Allah: "Sen, onların senden sonra dinde neler icad ettiklerini bilmezsin!" buyurur. (Buhâri, Fiten, 1)

Görüldüğü gibi, Efendimiz, vefâtından sonra, insanların hallerinden, neler yaptıklarından ve nasıl yaşadıklarından habersizdir! Bu Hadîs bize, hak etmeyenlere asla şefaat edilemeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır. Tefsîrini yaptığımız Tâ-Hâ: 109. Âyetin devamı da bize bu gerçeği açıklamaktadır:

“O (Allah), onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir. Onlar ise bilgileri ile (Allah’ın bildiklerini) kuşatamazlar.” (Tâ-Hâ: 110) Bu Âyet, şefaat konusunda tek yetkilinin ancak Allah olduğunu ve O dilemedikçe kimsenin kimseye şefaat edemeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır.

Allah’ın Rasûlü bile vefâtından sonra, insanların nasıl yaşadıklarını, neler yaptıklarını bilmiyorsa, bir takım insanlar, nasıl vefâtından sonra bile, her şeyden haberdar olduklarını söyleyebilirler? Ve bazı insanları böyle kandırabilirler? Peygamberimiz bile, Hadîs’te geçtiği gibi, kendi istediklerine şefaat edemiyorsa, nasıl olur da, din adına kendilerine değişik vasıflar veren kimseler, kendilerine mürîd olan ve hizmet eden herkese şefaat sözü verebilirler? Önemli olan; konuyu Tevhîd akîdesine ve Ashâbın açıklamalarına göre anlamaktır; ifrât ve tefrît’ten sakınmaktır. Her bâtılı savunanlara bakarak, her hakk’ı inkâr etmek ma'kûl ve dahi meşrû' bir davranış biçimi değildir! İlim, hikmet; Müslümanların yitik malıdır. Her nereden ve kimden gelirse gelsin, hakk’a teslim olmak icap eder. Zira ilim; Peygamberlerin mirasıdır. Mirasçılar, haklarına sahip çıkmalıdırlar.

Şefaat konusunda, ifrât’a kaçmak uygun olmadığı gibi; tefrît’e düşüp şefaat bahsini bütünüyle inkâr etmek de bâtıldır!

Rabbimiz bizleri, hakk’ı hak bilip, hakk’a ittibâ eden; bâtılı bâtıl bilip, bâtıldan ictinâb eden sâlih kullarından eylesin. Âmîn.  

 Yusuf Semmak

Bağlantı | kategori: TEFSİR | tarih: 09/01/2013 | Yorum(1) | Yorum yaz
Yusuf SemmakNefy ve İstisnâ Edatıyla Yapılan Hasr:

Tâ-Hâ: 109. Ayeti daha iyi anlamak için, bu ayetin cümle yapısı hakkında bazı bilgiler vermek ve benzer ayetlerle örnekler takdim etmek istiyoruz. Öncelikle bu ayet; “Lâ (nefy edatı)… İllâ…” şeklinde yani (.َ..لاَ... إلاّ) formatında bir ayettir. Bu tür cümlelerde, müstesnâ’nın hükmünü, istisnâ edatlarından biriyle mâkablinden (öncesinden) ayırma ve te’kid (pekiştirme) vardır. İstisnâ demek; istisnâ edatlarından sonra gelen kelimeyi (müstesnâ) öncekilerin dışında bırakmaktır. Yani müstesnâ minhu'dan istisnâ etmektir. Bu tür cümlelerde bazen müstesnâ minhu hazfedilebilmesine rağmen; akılda kalıcı bir ifade olarak, istisnâ edatından önceki kelimeye “müstesnâ minhu”, istisnâ edatından sonraki kelimeye de “müstesnâ” denir, diyebiliriz. Cümlede sağdan sola “müstesnâ minhu-istisnâ edatı-müstesnâ” dizilişinde yer alırlar. İstisnâ edatlarıyla kurulan cümleye, istisnâ cümlesi denir.

Bu konunun anlaşılması için, istisnâ ve te’kid içeren bazı örnekler vermek istiyoruz.

لاَ إلَهَ إلاَّ اللهُ (Sâffât: 35) Kelime-i Tevhid cümlesinin anlamı: “Allah’tan başka (gerçek) hiçbir ilâh yoktur” demektir. Bu cümlede, Allah dışındaki ilâhların varlığı nefyediliyor, olumsuz kılınıyor ve reddediliyor. Yani “ mevcut hiçbir ilâh yoktur” demek; sahte ilâhlara ibadet etmenin nefyedilmesidir. İstisnâ edatıyla, sadece Allah’ın ilâh olduğu isbât edilmiş olmaktadır. Bu cümle, düz bir anlatımla, “Allah ilâh’tır” şeklinde de ifade edilebilir. Ama bu durumda, bilmeyenler açısından, sahte ilâhlara, ma’bûdlara, tağutlara yada nefse kulluk etmenin bâtıllığı, şirk’i reddetmenin, imanın temel şartı olduğu, Allah’ın zatında tek olduğu gibi, isimlerinde, fiillerinde ve sıfatlarında da Tevhid edilmesi gerçeği anlaşılmayabilir.

لا َ إلَهَ إلاَّ اللهُ dediğimiz zaman, sadece Allah’a kulluk edilmesi, O’nun dışındaki ma’bûdların reddedilmesi ve Allah’a hiçbir kimsenin ve hiçbir şeyin şirk koşulmaması hakikati hemen anlaşılmaktadır.

لا َ إلَهَ إلاَّ اللهُ cümlesini, وَمَا مِنْ إِلَهٍ إِلاَّ اللّهُ “Allah’tan başka hiçbir (gerçek) ilâh yoktur” (Âl-i İmrân: 62) şeklinde bir ifade tarzıyla, ilâhlığı Allah’a hasr ederek ifade edebiliriz.

Kısaca i’râbını yapalım:
Bu ayette; و , isti’nâfiyye (başlangıç) vâv’ıdır. مَا , nefy (olumsuzluk) edatıdır. مِنْ , nefy anlamında te’kid harfidir. إِلَهٍ , lafız olarak cârr ve mecrûr’dur, mübteda olmak üzere mahallen merfû’dur. إِلاَّ hasr edatıdır. اللّهُ , mübteda olan إِلَهٍ kelimesinin haberidir.

Konuyu açıklayıcı olması için, başka bir ayet hatırlatalım.

إنِ الْحُكْمُ إلاَّ لِلَّهِ (En’âm: 57, Yûsuf: 40, 67) Ayetin anlamı: “Hüküm ancak Allah’ındır” demektir. Ayetin başındaki إن kelimesi, nefy (olumsuzluk) edatıdır. Bu ayette de, Allah dışında kimsenin hükmetme ve hüküm belirleme hakkının olmadığı ortaya konuluyor, hüküm belirlemenin ve hükmetmenin sadece Allah’a ait olduğu kesin olarak hükme bağlanıyor.

Bu ayetteki anlamı, düz bir ifade biçimiyle, الْحُكْمُ لِلَّهِ (Mü’min: 12) “Hüküm Allah’ındır”şeklinde de ifade edilebilir. Ama bu ifade, bazıları için, açıklamasını yaptığımız ayetin ifade ettiği kesinliği vurgulamıyor olabilir.

الْحُكْمُ لِلَّهِ ifadesini, tekidli olarak, لَهُ الْحُكْمُ (En’âm: 62) şeklinde ifade edebiliriz. Bu ayetin anlamı: “Hüküm ancak O’nundur” şeklindedir. İrâb açısından; cârr ve mecrûr, mübteda üzerine mukaddem olduğunda yani mübteda’dan önce geldiğinde, “hasr” ifade eder. Hasr; bir şeyi umumilikten çıkarıp sınırlamak demektir. Bu ifade biçimiyle “hüküm belirleme ve hükmetme” yetkisinin herkesin yani umumun hakkı değil, ancak Allah’ın hakkı olduğu vurgulanmış olmaktadır.

Rabbimiz, Muhammed aleyhisselâm'ın hem Peygamber, hem de diğer insanlar gibi ölümlü bir kul olduğunu şöyle beyan etmektedir:

وَ مَا مُحَمَّدٌ إلاَّ رَسُولٌ “Muhammed ancak bir Peygamberdir.” (Âl-i İmrân: 144) Bu ayetin muhatabı, Peygamberimizin risâletini yakından bilen sahabedir. Rasûlullah’ın irtihalini kabul etmemek, risâletini de bilmemek durumuna düşmek demektir. Halbuki her Peygamber gibi Hz. Muhammed aleyhisselâm’ın vefatı da mukadderdir. Peygamberimizin vefat ettiğine inanmayan, onun elçiliğine de inanmamış sayılır. Peygamberimiz vefat ettiğinde bazı sahabiler, Peygamberimize olan sevgi ve bağlılıklarının etkisiyle “Muhammed ölmedi!” şeklinde, yanlış cümleler sarf etmişlerdi. O kişilerden birisi de Hz. Ömer idi. Hz. Ebû Bekir ise, Hz. Ömer Efendimize ve üzüntüsünden ne dediğini bilmeyen ashaba şu ayeti okuyordu: “Muhammed ancak bir Peygamberdir. Ondan evvel nice Peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o, ölür veya öldürülürse ökçeleriniz üstünde (dininizden) geriye mi döneceksiniz? Kim iki ölçesi üzerinde geriye dönerse o, Allah’a elbette zarar veremez. Allah şükredenlere mükâfat verecektir.” (Âl-i İmrân: 144) Bu ayet, Uhud savaşında münafıkların “Muhammed öldü! Muhammed bir Peygamber olsaydı öldürülmezdi” şeklindeki zararlı konuşmalarına bir cevap niteliğinde nâzil olmuştur. Uhud savaşı esnasında “Muhammed öldü” şeklinde bir velvele kopmuştu. Sahabelerin bir kısmı, Peygamberimizin şehid olduğunu sanmışlardı. Münafıklar da bu fırsatı hemen kendi lehlerine, değerlendirmek istediler ve münafıklığı ele aldılar... Bu yaygara ile münafıklar, İslam saflarının dağılmasını ve Müslümanların tekrar cahiliyye’ye dönmelerini amaçlamışlardı. Fakat Allah, kullarını hiç yalnız ve yardımsız bırakmıyor; Peygamberimize vahiy göndererek, onlara şu gerçeği öğretiyordu. “Muhammed bir Peygamberdir. O, kendisinden önce gelmiş tüm Peygamberler gibi ölümlüdür. Sizin bağlılığınız, Allah’a olmalıdır, Muhammed’in şahsına değil! Yok eğer, sizin bağlılığınız, Muhammed’in şahsına ise ve o ölünce tekrar küfür hayatınıza dönecekseniz, Allah’ın dininin size hiçbir ihtiyacı yoktur.” Bu ayetin inişiyle, Müslümanların Allah’a imanı ve İslam’a bağlılıkları perçinlenmişti. Ama ashab, Peygamberimizi o kadar çok seviyorlardı ki, Rasûl’ün vefat ettiği günün sabahı Müslümanlar Medine’de toplanmışlar üzüntü ve şaşkınlık içinde ne yapacaklarını bilmez bir halde idiler. Hz. Ömer ise cemaate, Hz. Peygamberin vefat ettiğini söylemenin günah olduğunu söyleyecek kadar kederlenmişti. Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’in de içinde bulunduğu topluluğa şöyle seslendi: “Ey insanlar, bakınız, her kim Muhammed’e tapıyor idiyse, Muhammed ölmüştür. Kim de Allah’a tapıyor ise, Allah diridir ve asla ölmez” dedi. Sonra da onlara, Âl-i İmrân: 144. Ayeti okudu. Oradaki insanlar sanki o vakte kadar bu ayetin varlığından habersiz gibi idiler. Hz. Ebû Bekir’in bu açıklamasıyla kendilerine geldiler. Vahiy ile dirilen o mübarek insanlar, şaşkınlıklarını dahi vahiy ile bertaraf ediyorlar ve gerçeğe hemen teslim oluyorlardı. Allah, onlardan razı olsun.

Son bir örnekle, mukaddimemizi bitirelim.

لاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللَّهِ (Kehf: 39) Ayetinin anlamı: “Kuvvet ancak Allah(ın yardımı) iledir” yada “kuvvet ancak Allah’ındır” demektir. Bu ayette de mutlak gücün ancak Allah’a ait olduğu belirtilerek, Allah dışındaki varlıkların hiçbir gücünün olmadığı ortaya konulmaktadır. Allah’ın izni ve iradesi olmadan insan, parmağını dahi oynatmaya güç yetiremez.
tarih: 12.01.2013
YORUM YAZINIZ
İSMİNİZ

E-Posta (Gizli)

Web siteniz

Yorumunuz

Güvenlik kodu
21.05.2025Çarşamba
Son Konular .: 127- Hasta İçin Okunacak Dualar! | Yusuf Semmak
.: 126- Her Köşeye ve Her Kişiye Tevhid'i Duyurun! | Yusuf Semmak
.: 125- Ru'yetullah'ı Reddedenlere Reddiye! | Kesitler-3 | Yusuf Semmak
.: 124- Kelime-i Şehadet Nedir? | Kesitler-2 | Yusuf Semmak
.: 123- Tağutu İnkar Etmek İmanın Şartıdır! | Yusuf Semmak
.: 122- Zerre Kadar İman Nedir? | Kesitler-1 | Yusuf Semmak
.: 121- Alın Yazgısı, Kader | Yusuf Semmak
.: 120- İlim Ne İçindir? Kimlere İlim Ehli Denir? | Yusuf Semmak
.: 119- Tekfircilik! | Yusuf Semmak
.: 118- Kur'an ve Sünnet'in Arasını Ayırma! | Yusuf Semmak
.: 117- Tevhid'i Nasıl Anlamalıyız? | Yusuf Semmak
.: 116- Sosyal Medyada Ne Paylaşalım? | Yusuf Semmak
.: NASİHATLER 17
.: 115- Ebu Hanife Hakkında | Yusuf Semmak
.: 114- Arapça Test Çözümleri – Tesniye'nin (İkilin) İ'rabı | Yusuf Semmak
.: 113- Kur’an Okuma ve Öğretme Karşılığında Ücret Almak, Ölüler için Kur’an Okumak ve Rukye Bahsi - PÇMO – 44
.: NASİHATLER 16
.: 112- Peygamberin Kabrini ve Diğer Kabirleri Ziyaret ve Ölülere Nelerin Fayda Vereceği - PÇMO – 43
.: Muhtelif Konularda Kısa Kısa - 7
.: 111- Kâfir Olarak Ölenlere, Dünyadaki İyi Amelleri Fayda Sağlamaz! | Yusuf Semmak
.: 110- Benim Babam da Senin Baban da Ateştedir! | Yusuf Semmak
.: 109- Hz. Ömer’in Hılâfeti Devrinde Bir Adamın Hz. Nebî'nin Kabrine Gelip Onunla Tevessül Etmesi – 42
.: 108- İman Edip Müslüman Olmak Tertemiz Bir Sayfa Açmaktır! | Yusuf Semmak
.: 107- Peygamberimizin Kabrini Ziyaret Meselesi – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 41
.: 106- Zamanın Önemi ve Su Gibi Akan Ömür! | Yusuf Semmak
.: 105- Mü’min Sabahlayıp Kafir Akşamlamak veya Mü’min Akşamlayıp Kafir Sabahlamak! | Yusuf Semmak
.: 104- Tarihte Putperestlik Nasıl Başladı? - Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 40
.: 103- Müslümana Sövmenin ve Onunla Savaşmanın Hükmü Nedir? | Yusuf Semmak
.: 102- Türbe ve Kabirleri Ziyaretin, Bid’at Olan Tevessülle İlişkisi – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 39
.: 101- Münafıkların Özellikleri Nelerdir? | Yusuf Semmak
.: 100- Müslümanı Tekfir Eden Kimsenin Durumu Nedir? | Yusuf Semmak
.: 99- Tevessülün Anlamı, Kısımları ve Bid’at Olan Tevessül – Putperest Çağlarda Müslüman Olmak – 38
.: 98- Ehl-i Kıble Kime Denir? | Yusuf Semmak
Son Yorumlar
Yusuf Semmak
🔸 Rabbimiz, yolunu kaybed
Yusuf Semmak
Kadr Gecesi sebebiyle duâ ediyoru
Yusuf Semmak
Rabbimiz kalan ömrümüzü geçen ömr
Yusuf Semmak
☝️ "Tâğûta ibâdet et
Yusuf Semmak
✍ Sıla-i rahmin ömrü ve rız
Yusuf Semmak
BUNLAR HİÇ EŞİT OLUR MU?! 1- "
Yusuf Semmak
Arkadaşlar, videoyu paylaşalım!
Yusuf Semmak
Bu konuda üç Âyet-i Kerîme zikred
misafir
Thankks forr sharing your thought
Oğuzhan
Admin çok teşekkürler.
İsmail
Yüce ALLAH cc razı olsun sizden h
Yusuf Semmak
Ve aleyküm selâm kardeşim. Tâbi
Bekir Yetginbal
Canım kardeşim selamualeykum GÜN
Bekir Yetginbal
Ey Rabbim bu kulunun gayretlerini
Mahmut
Selamünaleykum Yusuf peygamberin
Ufuk
Çok güzel
Şeyma
Bu nadide soru ve cevapları için
Ahmet
Doyurucu bir yorum Teşekkürler
Yusuf Semmak
Son mısralar/dizeler hep "Lâm" ha
Baraa
Bence çoooook güzel bir site
ali
İlmî Arapça Sayfası http://www
ali
Faydalı Bir Maksud Programı http
ali
Faydalı Bir Emsile Programı http
Yusuf Semmak
BU DERSTE İŞLENEN BAŞLICA MEVZULA
Derya Atan
Ağzınıza, yüreğinize sağlık hocam
Firdevs Sevgi
inş güzeldit.
misafir
⭐⭐⭐⭐&
mustafa
Abi çook teşekküür ederim
Medine
Cenetin kapısın geçmek istiyom
Yusuf Semmak
Namazda Salli-Bârik okurken, Peyg
Yusuf
Allah razı olsun hocam çok anlaşı
Yusuf Semmak
Saçınızı erkeğe kestirmediğiniz,
Meryem
Verdiğiniz bu bilgiler için çok t
© 2012 YUSUFSEMMAK.COM