![]()
TÂ-HÂ: 109. ÂYETİN İ’RÂBI VE TEFSİRİ (ŞEFAAT KONUSU) Hamd; âlemlerin Rabbi olan Allah’adır. Salât ve selâm; Peygamberimiz aleyhisselâm’a, onun temiz ailesine, ashâbına ve kıyâmete kadar onun Sünnetine uyan Müslümanlara olsun. Bu yazımızda, Allah’ın iznine bağlı olan şefaatin hak olduğunu, Tâ-Hâ: 109. Âyetin tefsîri ile açıklayacağız. Âyette geçen kelimelerin i'râblarına da yer vereceğiz. يَوْمَئِذٍ لاَ تَنفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلاَّ مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً (Tâ-Hâ: 109) يَوْمَئِذٍ : “O gün, o günde (kıyâmet gününde)” لاَ تَنفَعُ : “Fayda vermez” الشَّفَاعَةُ : “Şefaat” Burada dikkat çekilmesi gereken önemli bir husus vardır. Rabbimiz, fayda vermeyecek olan şefaatten bahsederken, ma’rife (özel isim) kullanmıştır; nekre (cins isim) kullanmamıştır. Nekre isimler, umûm’a yani genel’e delâlet ederken, ma’rife isimler, bazı özellikleri taşıyan, belli bir takım varlıklara şâmildirler. Allah Teâlâ burada, reddedilecek şefaatlerin varlığını açıklarken, kabul edilecek şefaatin de mahiyetini bize bildirmektedir. Bu Âyetin tamamen anlaşılmasını sağlayacak özlü bir takım açıklamalar yapacağız. إِلاَّ : İstisnâ edatıdır ve “-den başka, yalnız, sadece, ancak, hariç, müstesnâ” gibi anlamlar verilebilir. Cümlede, bunlardan birisiyle Türkçeleştirilir. مَنْ : Bu kelime hem müfred (tekil)e, hem de cem’ (çoğul)a şâmildir. Yani tekil ve çoğul anlamlar verilebilir. Âyetin i’râbına göre bu kelimeye, iki türlü motamot anlam verilebilir. Birisi “kimseye, kimselere”, diğeri ise “kimsenin…, kimselerin…” şeklindedir. İkinci takdîre göre, noktalı yerlere “…şefaat’i” kelimesi gelmektedir. Bu noktada bazı açıklamalar yapalım. Bu Âyetin i’râb yönünden, iki türlü anlaşılmasını sağlayan ilmî boyutlara temas edelim. مَنْ edatı, لاَ تَنفَعُ kelimesinin mef’ûlün bih’i olabilir. Bu durumda mana; “O günde şefaat fayda vermez; yalnızca Rahmân’ın kendisi için izin verdiği ve sözünden râzı olduğu kimseye (şefaat) fayda verir” şeklinde anlam verilir. مَنْ kelimesini nasb mahallinde değil de, ref’ mahallinde takdîr etsek; bu durumda مَنْ kelimesine bedel deriz. El-mübdelu minhu da merfû’ olan الشَّفَاعَةُ kelimesidir. Bu takdîrde, muzâf yani “şefaat” kelimesi hazfedilir. Bu açıklamalarımızın açılımını verelim: مَنْ kelimesi, merfû’ olan الشَّفَاعَةُ kelimesinden bedel olunca, Âyetin takdîri şu şekilde olur: يَوْمَئِذٍ لاَ تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ إلاَّ شَفَاعَةُ مَنْ أذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِىَ لَهُ قَوْلاً Âyeti şöyle Türkçe’ye çeviririz: “O günde şefaat fayda vermez; ancak Rahmân’ın kendisine izin verdiği ve sözünden râzı olduğu kimsenin şefaati müstesnâ.” Yani; “O günde, Rahmân’ın izin vereceği ve kendisinden râzı olacağı kimseninki dışında, şefaat fayda vermez.” Görüldüğü gibi; bu Âyette, مَنْ kelimesinin i’râbına göre, iki türlü anlam vermek mümkündür. مَنْ kelimesi üzerinde ayrıntılı açıklama gerektiği için, detaya girdik. Âyetin diğer kelimelerini de kısaca tanımaya devam edelim. أَذِنَ : “İzin verdi.” Mâzî fiildir, fetha üzere mebnidir. Gelecek zaman anlamıyla da çevrilebilir. Bu tür kelimelere lafzan (lafız olarak) “mâzî”, manen (mana bakımından) “istikbâl” denir. لَهُ : “Kendisi için, ona.” Cârr ve mecrûr’dan oluşur. أَذِنَ fiiline müteallık (bağlı)dır. الرَّحْمَنُ : أَذِنَ fiilinin fâili (öznesi)dir, merfû’dur. و : Atıf vâv’ıdır ki, kendisinden sonraki cümleyi öncekine bağlamıştır. İ’râbı, aynen üzerine atfedilen cümle gibidir. Önceki cümle: أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ ma’tûfun aleyh olur. رَضِيَ : “Râzı oldu.” Fâili, müstetirun fîh yani kendi içinde gizlidir; takdîri هُوَ müfred-müzekker-gâib zamiridir. هُوَ zamiri, الرَّحْمَنُ kelimesine döner; اللهُ سُبْحَانَهُ demektir. لَهُ : "Kendisi için, ona." Cârr ve mecrûr’dan oluşur ve رَضِيَ fiiline müteallık’tır. قَوْلاً : “Sözce, söz bakımından.” رَضِيَ fiilinin, mef’ûlün bih’idir. Rabbimiz, Bakara: 255. Âyette şöyle buyurmaktadır: “O’nun izni olmaksızın O’nun katında kim şefaat edebilir?” Başka bir Âyette ise şöyle buyurur: “Onların önündekini de arkalarındakini de bilir. O’nun râzı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler. Onlar, O’nun korkusundan titrerler.” (Enbiyâ: 28) Bu konuda başka Âyetler de vardır. Biz, bu kadarla, iktifa ediyoruz. Bu açıklamalardan sonra şunları söyleyebiliriz: O korkunç günde, şefaat hiçbir kimseye fayda vermez. Ancak Rahmân’ın şefaat etmesi hususunda kendilerine izin verdiği ve şefaat ettiğinde de kendilerinden râzı olacağı kimselerin şefaati müstesnâdır. Şefaat izni verilecek olan kimseler, dünyada yaşarken de, Lâ İlâhe İllallâh’a uygun bir hayat yaşayan Tevhîd ehli kullardır. Şefaat aynı zamanda, Allah’ın kendilerinden râzı olması nedeniyle lehlerinde şefaat izni verilen kimselere de fayda sağlayacaktır. Yani şefaat edecek kimseler de, şefaat edilecek kimseler de, Allah’ın kendilerinden râzı olduğu ve kendi lehlerinde şefaat izni verdiği kimseler olacaktır. Yoksa şefaat, -hâşâ- Allah’ın râzı olmadığı kulların kurtarılması anlamında değildir. Ayrıca şefaat edenler de, bu hususta keyfî davranmayacaklardır. Hak etmeyenlere şefaat etmek gibi! Mana bakımından mütevâtir seviyesine ulaşan Hadîslere göre, Peygamberimizin şefaati muhakkaktır. Bunun dışında, imtihan olan Allah’ın kulları hakkında “falan kişi, şefaat edecektir” diye belirleme yapılması mümkün değildir! Şefaat edeceği de, şefaat edileceği de ancak Allah bilir, belirler. Bizler, ne şefaat edeceğimizi, ne de bize şefaat edileceğini biliriz. Sadece Allah’ın, kendilerine şefaat izni vereceği, başta Peygamberimiz olmak üzere, Peygamberler, âlimler, şehîdler, sâlihler gibi insanların şefaatini, yine Allah’tan talep edebiliriz. Ehl-i Sünnet ulemâsı, Rasûlullah’ın şefaat-i uzmâ’sı (büyük şefaati) bulunduğu halde, şefaati ondan istemeyi caiz görmemişlerdir. Zira şefaat, yalnız Allah’ın irâdesine bağlıdır. “Şefaat yâ Rasûlallah!” diyerek Peygamberimize yönelemeyiz. Peygamberimizin şefaatini Allah’tan dileriz. Tevhîd ehlinin ma’lûmudur ki, mutlak irâde ve hüküm sahibi olan ancak Allah Sübhânehu ve Teâlâ’dır. O’nun hüküm ve irâdesine müdâhale edip, O’nun huzurunda söz söyleyecek bir zat yoktur. Allah, her şeyin yaratıcısıdır ve yarattıklarının irâde ve hükmüne muhtaç değildir. Şefaat meselesinde mutlak söz sahibinin Allah olduğunu unutmamak gerekir. Şu bilinmeli ki, kim şefaat edecekse ve kime şefaat edilecekse; bütün bunlar, Allah’ın dilemesiyle olacaktır. Ve asla da şirk koşanlar hakkında hiçbir kimse şefaat edemeyecektir. Peygamberimiz, Havzının başında beklerken, o esnada bir takım adamlar görür, onlara elini uzatır ama o kişiler Peygamberimizden uzaklaştırılır. Yüce Allah: "Sen, onların senden sonra dinde neler icad ettiklerini bilmezsin!" buyurur. (Buhâri, Fiten, 1) Görüldüğü gibi, Efendimiz, vefâtından sonra, insanların hallerinden, neler yaptıklarından ve nasıl yaşadıklarından habersizdir! Bu Hadîs bize, hak etmeyenlere asla şefaat edilemeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır. Tefsîrini yaptığımız Tâ-Hâ: 109. Âyetin devamı da bize bu gerçeği açıklamaktadır: “O (Allah), onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir. Onlar ise bilgileri ile (Allah’ın bildiklerini) kuşatamazlar.” (Tâ-Hâ: 110) Bu Âyet, şefaat konusunda tek yetkilinin ancak Allah olduğunu ve O dilemedikçe kimsenin kimseye şefaat edemeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır. Allah’ın Rasûlü bile vefâtından sonra, insanların nasıl yaşadıklarını, neler yaptıklarını bilmiyorsa, bir takım insanlar, nasıl vefâtından sonra bile, her şeyden haberdar olduklarını söyleyebilirler? Ve bazı insanları böyle kandırabilirler? Peygamberimiz bile, Hadîs’te geçtiği gibi, kendi istediklerine şefaat edemiyorsa, nasıl olur da, din adına kendilerine değişik vasıflar veren kimseler, kendilerine mürîd olan ve hizmet eden herkese şefaat sözü verebilirler? Önemli olan; konuyu Tevhîd akîdesine ve Ashâbın açıklamalarına göre anlamaktır; ifrât ve tefrît’ten sakınmaktır. Her bâtılı savunanlara bakarak, her hakk’ı inkâr etmek ma'kûl ve dahi meşrû' bir davranış biçimi değildir! İlim, hikmet; Müslümanların yitik malıdır. Her nereden ve kimden gelirse gelsin, hakk’a teslim olmak icap eder. Zira ilim; Peygamberlerin mirasıdır. Mirasçılar, haklarına sahip çıkmalıdırlar. Şefaat konusunda, ifrât’a kaçmak uygun olmadığı gibi; tefrît’e düşüp şefaat bahsini bütünüyle inkâr etmek de bâtıldır! Rabbimiz bizleri, hakk’ı hak bilip, hakk’a ittibâ eden; bâtılı bâtıl bilip, bâtıldan ictinâb eden sâlih kullarından eylesin. Âmîn. Yusuf Semmak |
KATEGORİLER
21.05.2025Çarşamba
Son Yorumlar
Yusuf Semmak 🔸 Rabbimiz, yolunu kaybed Yusuf Semmak Kadr Gecesi sebebiyle duâ ediyoru Yusuf Semmak Rabbimiz kalan ömrümüzü geçen ömr Yusuf Semmak ☝️ "Tâğûta ibâdet et Yusuf Semmak ✍ Sıla-i rahmin ömrü ve rız Yusuf Semmak BUNLAR HİÇ EŞİT OLUR MU?! 1- " Yusuf Semmak Arkadaşlar, videoyu paylaşalım! Yusuf Semmak Bu konuda üç Âyet-i Kerîme zikred misafir Thankks forr sharing your thought Oğuzhan Admin çok teşekkürler. İsmail Yüce ALLAH cc razı olsun sizden h Yusuf Semmak Ve aleyküm selâm kardeşim. Tâbi Bekir Yetginbal Canım kardeşim selamualeykum GÜN Bekir Yetginbal Ey Rabbim bu kulunun gayretlerini Mahmut Selamünaleykum Yusuf peygamberin Ufuk Çok güzel Şeyma Bu nadide soru ve cevapları için Ahmet Doyurucu bir yorum Teşekkürler Yusuf Semmak Son mısralar/dizeler hep "Lâm" ha Baraa Bence çoooook güzel bir site ali İlmî Arapça Sayfası http://www ali Faydalı Bir Maksud Programı http ali Faydalı Bir Emsile Programı http Yusuf Semmak BU DERSTE İŞLENEN BAŞLICA MEVZULA Derya Atan Ağzınıza, yüreğinize sağlık hocam Firdevs Sevgi inş güzeldit. misafir ⭐⭐⭐⭐& mustafa Abi çook teşekküür ederim Medine Cenetin kapısın geçmek istiyom Yusuf Semmak Namazda Salli-Bârik okurken, Peyg Yusuf Allah razı olsun hocam çok anlaşı Yusuf Semmak Saçınızı erkeğe kestirmediğiniz, Meryem Verdiğiniz bu bilgiler için çok t |